Ahmet Hamdi Bülbül: Boğaziçi’ne tek kurul bakmalı

Sanat tarihçisi Ahmet Hamdi Bülbül: Boğaziçi’nin önemli bir sorunu yetki karmaşası. Bir yolun iki tarafı, iki ayrı belediyenin yetkisinde, hatta bir parselin yarısı ön görünümde, yarısı ise geri görünümde de kalabiliyor. Buna bir de Boğaziçi’nin her iki yakasına farklı koruma bölge kurulları ve tabiat komisyonlarının bakmasının da eklenmesi farklı bakış açıları ve yorumlarını da beraberinde getirmesi kaçınılmaz oluyor.

Abone ol

DUVAR - Sanat tarihçisi Ahmet Hamdi Bülbül’ün, Koruma Kurullarında çalıştığı dönemde edindiği deneyim üzerinden Boğaziçi’nin korunması sorununu ele aldığı “Sayfiyeden Metropole Boğaziçi’nde Koruma” adlı kitabı 2019’da yayınlandı. Bülbül’ün ürettiği eleştiri ve çözüm önerileri ilgili makamlar tarafından da dikkate alınmış durumda.

Yaklaşık on altı yıl boyunca İstanbul’daki koruma kurullarında raportörlük ve müdürlük yapan Ahmet Hamdi Bülbül, sanat tarihçisi olmasının yanı sıra profesyonel fotoğrafçı, ressam ve yazar. Şu sıralar Kültür Bakanlığı’na bağlı bir müzede çalışıyor olmasına rağmen, daha önce kurullarında görev aldığı bölgelerde halen dolaşıp bir aksaklık gördüğü anda gerekli önlemlerin alınması için çabalıyor.

Ahmet Hamdi Bülbül

Bülbül’ün “Sayfiyeden Metropole Boğaziçi’nde Koruma” adlı kitabı, ayrıntılı dipnotları ve kaynakçasının yanı sıra İstanbul’da tarihi çevre koruma kavramının tarihçesini de içermesiyle tam bir kaynak eser. Kitabın “Sorunlar ve Öneriler” bölümü ise 1974’te doğal ve tarihi SİT alanı ilan edilen Boğaziçi’ni korumak için tek bir kurul olması gerektiği fikrini içeriyor.

'NAZIM PLANI BİLİMSEL AMA UYAN YOK'

Temmuz 1983’te İmar ve İskan Bakanlığı’nın onayıyla yürürlüğe giren 1/5000 ölçekli Boğaziçi Nazım Planı’ndaki temel ilkelerin gerçekten bilimsel bir yaklaşımla üretildiğini belirten Ahmet Hamdi Bülbül, kitabında bu nazım planının nasıl delindiğini ve Boğaziçi’nde yapılaşmanın nasıl yasal kılıfına uydurulduğunu ayrıntısıyla anlatıyor.

23 Kasım 1983’te yürürlüğe giren ve Boğaziçi Kanunu olarak bildiğimiz 2960 sayılı özel kanunu halk arasındaki ifadesiyle “Boğaziçi’nde izin almadan çivi çakamazsın” cümlesiyle özetleyebiliriz. Oysa bugünkü görünüm, bu kanuna bir şekilde uyulmadığını kanıtlıyor. Örneğin Mayıs 1986’da Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren İmar Kanunu’ndaki bazı maddelerin Anayasa’ya aykırılığı sebebiyle dava açılıyor, dava Aralık 1986’da sonuçlanıyor. Ancak davanın devam ettiği bu 4 aylık süreç, aynı zamanda Boğaziçi’nde en çok yapı ruhsatı verilen dönem. Boğaziçi Kanunu’nda yapılan değişiklikle ruhsat alabilen 1411 villanın 1107’si bu dört aylık süreçte ruhsat almış.

'BOĞAZİÇİ’NDE YETKİ KARMAŞASI VAR'

Boğaziçi Kanunu, Boğaziçi’nde öngörünüm olan bölgelere konut yasağı getirmesine rağmen öngörünüm bölgesindeki yapılaşma devam ediyor. Bülbül, bu durumun yetki karmaşası yüzünden olduğunu söylüyor: “Boğaziçi’nin önemli bir sorunu yetki karmaşasıdır. Öngörünüm [sahil] bölgesinde yetki Büyükşehir Belediyesi’nde iken geri görünüm ve etkilenme bölgelerinde ise yetkiler dört ilçe belediyesinde. Bir yolun iki tarafı, iki ayrı belediyenin yetkisinde, hatta bir parselin yarısı ön görünümde, yarısı ise geri görünümde de kalabiliyor. Buna bir de Boğaziçi’nin her iki yakasına farklı koruma bölge kurulları ve tabiat komisyonlarının bakmasının da eklenmesi farklı bakış açıları ve yorumlarını da beraberinde getirmesi kaçınılmaz oluyor.”

Mücella Yapıcı: 'Martı' İstanbul'un kıyı çizgisini bozuyor

'BOĞAZİÇİ BİR BÜTÜN OLARAK KORUNMALI'

“Boğaziçi’nde yetki tek bir kurumsal yapıda olmalı” diyen Ahmet Hamdi Bülbül, sadece tek bir imar planını uygulamakla yetinmeyip koruma kurulu sistemi açısından da tek bir kurul olması gerektiğini savunuyor. Eskiden koruma kurulunda görev yapan isimlerin ömür boyu üye olarak seçildiklerini ve bu sayede şahsen hesap vereceklerinin bilincinde olarak daha cesurca karar alabildiklerini söyleyen Bülbül, 1983’te yürürlüğe giren nazım planı ve kanun metninin hazırlık aşamasında, dönemin en önemli mimarlık ve sanat tarihçilerinin imzasının olduğuna dikkati çekiyor.

Kurullarda sadece diploma sahibi değil, aynı zamanda deneyimli kişilerin bulunması gerektiğini söyleyen Bülbül, “Koruma Kurulu’nda çalışan kişiler devlete, yani halkın yararına hizmet ettiğinin bilincindedir. Halkın yararına olmayan bir proje devletin yararına da olamaz” diyor. Son dönemde inşaat firmalarının kurullardan istedikleri gibi karar çıkmadığında, daha üst makamlara başvurduklarını da ekliyor.

Bülbül’e göre, Boğaziçi’ne tek bir kurul bakmalı, bu kurul özerk ve bağımsız olmalı; kurul üyeleri bakanlık çalışanı olmamalı, Mimarlar Odası gibi meslek örgütlerinin de bu kurulu denetleyebilme hakkı olmalı.

.

'PLAN TADİLLERİ YAPARAK YASAL HALE GETİRİYORLAR'

Esasen Koruma Kurulları, Boğaziçi Kanunu’na uygun olmayan veya mimari silueti bozabilecek herhangi bir projenin revize edilmesini talep etme hakkına sahip. İzinsiz yapılaşma tespit edildiğinde ceza davası açılmasını sağlama hakları da var. Ancak son dönemde Martı projesi gibi örneklerden şahit olduğumuz üzere, belediyelerin nazım planlarını istedikleri gibi değiştirebilmesi ve yetki karmaşası kurul taleplerinin es geçilmesini sağlayabiliyor.

2018’de, Martı projesinin kıyı çizgisini bozduğu görüşünün dikkate alınmasının ardından projenin durdurulduğunu hatırlarsak Bülbül’ün Boğaziçi’nin özerk bir kurumsal yapı tarafından yönetilmesi gerektiği düşüncesi, son derece tutarlı ve sürdürülebilir bir öneri olarak karşımıza çıkıyor.

“Sahil şeridi, öngörünüm, geri görünüm ve etkilenme bölgeleri uygulama imar planlarının bir bütünlük oluşturması ve ayrı ayrı yapılması önemli bir eksiklik” diyen Bülbül, Boğaziçi’nin uygulama imar planının, bütün bölgeleri kapsayan tek bir plan olması gerektiğini savunuyor. Bu sayede koruma ve kullanma koşullarının her bölgede aynı olmasının bütünlük sağlayacağı görüşünde. Son dönemde yapılan kazıklı yolların hem anıtsal yapılara zarar verdiğini, hem de yapıların denizden görünümünü kötü etkilediğini de kitabında anlatıyor. Bütün bu uygulamaların, plan tadilleri ve kanunun bazı maddelerini geçersiz kılan yeni yönetmelikler gibi çeşitli yöntemlerle gerçekleştirildiğini belirten Bülbül, 2006’da Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesi Uygulama İmar Planı’nın lejantı ve plan hükümleri değişikliğinin onaylanması sayesinde, koruma ilkelerine aykırılık teşkil eden birçok projenin yasal hale getirildiğini söylüyor.

CHP AYNI FİKİRDE DEĞİL

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiğinde birçok kurum ve kuruluşun kanunu lağvedildi. Bunlardan en dikkat çekeni Boğaziçi İmar Kurulu’nun kapanmasıydı. 2019 yılının Ekim ayında ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Boğaziçi Yasası’nda köklü değişiklikler içeren bir yasa tasarısı hazırladığı duyuruldu. Bu teklifte, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı olarak Boğaziçi Başkanlığı oluşturulması ve üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması öneriliyor. Boğaziçi’ndeki tüm imar işlerinden sorumlu olacak bu başkanlık, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yetkilerini elinden alacağı için CHP’nin tepkisini çekti. Teklife göre bu başkanlık, Boğaziçi alanına ilişkin imar planlarını hazırlayabilecek, arazi ve arsa düzenlemesi, cins değişikliği yapmak dahil kapsamlı yetkiler sahibi olacak. Ayrıca Boğaziçi’nin doğal SİT niteliği taşıyan koruları da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanıyor.

Bu yasa tasarısı henüz hayata geçirilmedi ve uygulanmasının nasıl olacağı ayrıntılı olarak bilinmiyor. Yasa teklifinde, CHP’nin de dikkati çektiği bazı sakıncalı durumlar mevcut. Ancak Boğaziçi’nde dört ilçe belediyesi, büyükşehir belediyesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı komisyon kurulları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Koruma Bölge Kurullarından oluşan ve yetki karmaşasına neden olan uygulamaların Boğaziçi’nin korunması için sağlam bir irade sağlayamadığı da bir gerçek.

Kent Kurulu: Boğaziçi Başkanlığı İstanbul'a kayyım demek olur

Ahmet Hamdi Bülbül, “Boğaziçi’nde Koruma” adlı kitabında, “Boğaziçi’nde her türlü yeni inşaatın durdurulması yönünde devlet politikası oluşturmak, doğal ve tarihi önemi olan bu bölgeyi halkın dinlenme ve nefes alabileceği ortam haline getirmek öncelikli görev olmalıdır” diyor.

'BİTİŞİK PARSELLERDEKİ KÖTÜ GÖRÜNTÜLER 681 SAYILI İLKE KARARI YÜZÜNDEN'

2017’de çıkarılan 681 numaralı İlke Kararı ile Koruma Kurulları’nın yetkisinin sınırlandığı belirten Ahmet Hamdi Bülbül, denetimle ilgili birçok projede yetkinin belediyelerde olduğunu ifade ediyor. Öncelikle Bülbül’ün bahsettiği sürece bir göz atalım. 11.06.2005 tarih ve 25842 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) adı altında, büyükşehirlerde imar daire başkanlığına ilçelerde ise imar ve şehircilik müdürlüğüne bağlı kurulan çalışacak, kapsamlı yetkileri olan bir örgütlenme oluşturuluyor. KUDEB’in onarımları denetlemek, koruma amaçlı imar planına aykırılık tespit ettiği durumlarda uygulamayı durdurmak, imar mevzuatına göre işlem yapmak gibi yetkileri var. KUDEB, görüntü itibariyle Koruma Kurulu kararlarının uygulanmasını ve denetlenmesini işini yapacak şekilde planlanmış. 681’e göre SİT alanındaki tescilsiz yapıların inşaat iznini verme yetkisi tamamen KUDEB olan yerlerde KUDEB’e, olmayan yerlerde belediyelerin imar bölümüne devredilmiş. Bu durumda, tarihi bir eserin yanındaki bir parselde inşaat yapılacaksa bunun için Koruma Kurulu’ndan izin almaya gerek kalmıyor, bu işe belediyeler baktığı için Koruma Kurulu ancak yan parseldeki yeni inşaat yapılıp bittikten sonra durumdan haberdar oluyor.

Daha önceden Kültür Bakanlığı’nın görev ve yetki alanında olan doğal SİT alanları 18 Ekim 2011 tarih ve 28088 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonları’na devredildi. Bürokratik bekletmeleri hafifletmek için yapılan bu değişiklikle yetki karmaşası ve iş yoğunluğu daha da arttı. Öyle ki Doğal SİT’teki korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli bir parselde taşınmaz için Kültür Bakanlığı, ağaç benzeri unsurlar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı iki ayrı işlem yapıyor. Vatandaş projesini onaylatmak için Koruma Bölge Kurulu’ndan izin almasının ardından aynı projeyi bu sefer Çevre ve Şehircilik İl Komisyonlarından geçirmek zorunda kalıyor.

Örneğin, geçtiğimiz günlerde gündeme gelen Avrat Taşı’nın çevresindeki yeni yapılaşmanın sebebi, Ahmet Hamdi Bülbül’e göre 681 sayılı İlke Kararı sayesinde bitişik parseldeki inşaatlarda belediyenin yetki sahibi olması yüzünden.

'KORUNABİLECEK BİNALARIMIZI YIKMAYALIM'

Bitişik parsel konusunun yanı sıra fotoğraftan tescillenen yapıları inşa etme (rekonstrüksiyon) yönteminin sakıncalarından da bahseden Bülbül, mevcut eserleri korumaya odaklanmamız gerektiğini söylüyor.

2004’te Kıyı Kanunu’nda değişiklik yapılarak yönetmelikte “kruvaziyer liman” tanımı getirilmesi ve 2014’te bu kanunu ve yönetmeliği uygulama yetkilerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilmesiyle yasal hale gelen Galataport inşası esnasında, sapasağlam duran Karaköy Yolcu Salonu’nun 2017’de bir gecede yıkıldığını hatırlarsınız. Bülbül, bu binanın yerine yenisinin yapılması gibi örneklerde, korunması mümkün olan binaları yıkma yaklaşımını ‘rant’ kaygısıyla açıklıyor. “Herkes rant peşinde. Bu şehir bize bırakılmış bir kültür mirasıdır ama hiç kimse geleceğe bizim ne bırakacağımızı düşünmüyor, böyle bir felsefemiz yok. Bence bizim genel problemimiz bu” diyen Ahmet Hamdi Bülbül, şu sıra bir üniversitede tarihi çevre ve kültürel mirası koruma dersleri veriyor.

Kültür, sanat ve mimari konularda yayınlanmış makaleleri olan Ahmet Hamdi Bülbül’ün “Osmanlı’dan Cumhuriyete Sanatın Propaganda Olarak Kullanılması” adlı ikinci kitabı yakında raflarda yerini alacak.

.

'Sayfiyeden Metropole Boğaziçi’nde Koruma' kitabındaki öneriler

  • Boğaz’ın tamamına yayılan bir plan yapılıp koşulsuz uyulmalı
  • Tam yetkili geniş bir ekiple denetim yapılmalı
  • Sahilde ve sahile yakın alanlarda kesin yapılaşma yasağı getirilmeli, deniz kıyıları halkın kullanımına bırakılmalı
  • Silueti etkilememesi için bitişik nizam yasaklanmalı, yapı yükseklikleri estetik kriterlere uymalı
  • Her çeşit sanayi yapısı Boğaziçi’nden uzaklaştırılmalı
  • Boğaz manzarasına dahil olan yerleşimlerde sınırlı imara izin verilmeli
  • Son derece az kalan koru ve yeşil alanlara kesin yapı yasağı getirilmeli
  • Manzara noktaları ve seyir teraslarıyla turizme katkı sağlanmalı
  • Deniz ulaşımı güçlendirilip cazip hale getirilmeli
  • Bazı hükümleri hükümsüz hale gelen Boğaziçi Kanunu günümüz koşullarına göre revize edilmeli