Afganistan dosyası-3: Modernleşme dönemi ve ‘Nur Dağındaki Çocuk’ların* doğuşu

Taliban’ın, Peştunvâlilik esasınca kendi sınırları içinde yaşaması, ideolojisinin ne olduğuna bakılmaksızın uluslararası çıkar güçleri tarafından şimdilik kabul görür.

Abone ol

Veysel Başçı**

Afganistan, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde Peştun kabileleri arasındaki sert iktidar mücadelelerine sahne olmuştu. Bu mücadeleler sonucunda, ülkenin birçok noktası kaybedilmiş, Hint Okyanusu ile olan kara bağlantısı da kesilmişti. Ülkenin Dost Muhammed Han’la birlikte Afgan Emirliği’ne dönüştürülmüş yeni sisteminde askeri, siyasi, sosyal manada bir modernizasyon süreci başlatılmıştı ve aynı süreç oğul Emir Şir Ali Han döneminde de devam etmişti. Özellikle askeri alanda yaşanan modernizasyonda gözle görülür artış vardı. Artık Afgan askerinin üzerinde üniforma, başında da “pekri” değil şapka duruyordu. Ülkede kurulan küçük çaplı ev atölyeleri askeri malzemeler üretiyor, askeri okulların temelleri atılıyordu. Aynı yıllarda eğitim ve öğretimde de birtakım hareketlilikler yaşanmıştı. Az sayıda da olsa klasik medreselerden bağımsız halk okulları açılıyordu. Ancak bu halk okullarındaki eğitim de dini içerikliydi. Çünkü kapıda duran bir Misyonerlik ve Hinduizm tehlikesi söz konusuydu. Değişim bununla da sınırlı kalmamıştı. Ülkede posta sistemi kurulmuş, matbaa getirilmiş, gazete çıkarılmaya başlanmıştı. Bu dönemin en önemli gelişmelerinden birisi de Peştunca’nın devletin resmi dili ilan edilmesiydi. Sivil ve askeri unvanlar Peştunca’ya dönüştürülecekti.

Modernleşme sürecinde Peştunların etnik-egemen olduğu yönetici sınıfı birbiri ardına Afganistan’ı yönetiyordu. Bu yöneticilerden bazıları modernleşme çabalarına katkı sunarken, bazıları da yapılanları rafa kaldırarak ülkeyi yeniden karanlık cehaletin kör kuyusuna atıyordu.

Emanullah Han

Emir Habibullah Han’ın kültür, eğitim, tıp ve hukuk alanlarındaki reform ve modernleşme çabaları ile ülkenin idari sisteminde getirdiği yenilikler, birçoğu Peştun asıllı aydın ve gazeteci tarafından Osmanlıdaki İttihat ve Terakki’nin politikalarına paralel şekilde ilerletiliyor, Afganistan’ın Batı tarzı modernleşmesinde Türkiye modeline giden yolun taşları döşeniyordu. Modernleşme politikalarının zirve dönemi oğul Emanullah Han’a nasip olacaktı. 1919 yılında ilan ettiği bağımsızlığın ertesinde evvela komşularıyla bir takım güvenlik ve stratejik antlaşmalara imza atmış ardından 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasından esinlenerek hazırlattığı Afgan Anayasasını yürürlüğe koymuştu. Ülkedeki monarşi düzenini anayasal monarşiye taşıma hedefindeydi. Yeni sisteme uygun reformlar başlatıyordu. Basın yasası, zorunlu eğitim kapsamında kız çocuklarının okutulması, kadın hakları, milli tiyatro, siyasi partiler ve milli endüstrinin kurulması bu reformlardan bazılarıydı. 1927 yılında Avrupa ve Türkiye’yi kapsayan ziyaretleri sonrasında ülkesindeki Batılılaşma karşıtı ulema ve geleneksel(ci) İslami çevrelerin muhalefetiyle karşılaşan Emanullah Han’ın devrim niteliğindeki reformları, her şeyiyle bugünkü Taliban liderlerini andıran Habibullah Kalakanî adında din adamı Tacik bir kabile reisinin kendini Afgan Emiri ilan etmesiyle ters tepmiş ve ülke tekrar karanlık, çatışmalı bir sürece taşınmıştı. Ancak Kalakanî’nin moderniteye karşı geleneksel İslam söylemi ile gücü ele alması Olivier Roy’un deyimiyle, yıllardır süregelen Peştun-egemen sisteme karşı da kazanılmış bir zaferdi.[1] 1933 yılında Afgan tahtına geçen ve yaklaşık kırk yıl tahtta kalan Muhammed Zahir Şah ise Emanullah Han dönemindeki anayasal monarşi hedefini hayata geçiren isim olmuştu. 1973 yılında devrilene kadar ülkede modernleşme adına, ekonomiden, sosyal, siyasal ve kültürel alanda pek çok başarılı işe imza atmıştı. Ancak iktidarının ikinci yarısından sonra Sovyetlere yakın bir politika izlemesi, ülkenin adım adım Sovyet işgaline giden kilometre taşlarına dönüşecekti. Bu arada ülkede “Bağımsız Peştunistan” sesleri de yükselmeye başlıyordu. Öte taraftan Hindistan alt kıtasındaki İslami okullar ile Afganistan’ın kırsal bölgelerindeki bazı medreselerde irşad, tebliğ, dava şiarıyla ağır aksak gelmekte olan İslamcılığın ayak sesleri de duyuluyordu. Kendisini entelektüel ya da modern din adamı görenlerin sayısı da her geçen gün artıyordu. Mısır’daki El-Ezher Okulunda eğitim görmüş bu ikinci gruptakiler, Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Seyid Kutup gibi isimlerden etkilenmişti. Yapısal olarak da Mısır İhvan hareketiyle yakın ilişkilere sahiptiler. Reformcu eğilimlere sahip “Müslüman Gençlik Hareketi” adı altında örgütlenmeye başlayan bu eğitimli İslamcı kadrolar, Peştun milliyetçiliğine de oldukça mesafeliydi.

General Davud Han

Zahir Şah, 1973’te cumhuriyetçi olduğunu iddia eden kayınpederi General Davud Han’ın kansız bir darbesiyle tahttan indirilmişti. Beş yıllık iktidarında Müslüman Gençlik Hareketine mensup İslamcılarla sert bir hesaplaşma içerisine girmiş olan Davud Han’ın kendisi, bu sefer “demokrat” olduğunu iddia eden askeri bir konsey tarafından ihtilal sonucu öldürülecekti. Ülke artık kitle iletişim çağındaydı. Çeşitli dini, etnik ve siyasi örgütler propagandayla da olsa alan kapmaya çalışıyordu. Sosyalist ve Marksist subaylar da devredeydi artık. Kırsal bölgelerde farklı etnik gruplar arasında örgütlenmiş İslami cemaat, grup ve hareketlerin siyaset sahnesine çıkmasının vakti gelmişti. İhtilal konseyinin başındaki Nur Muhammed Terekî, kendisi gibi sosyalist darbeciler tarafından indirilmiş, sosyalist iktidar da kendi arasında güç kavgasına tutuşmuştu. İç karışlıklıklardan bunalan halk, sosyalist yönetime de tepkiliydi artık. 1979 yılında dağınık ve parçalı İslami yapılar, “İslam Birliği” adı altında örgütlenecek ve birçok şehirde etkin hale geleceklerdi. Aynı yıl 24 Aralık 1979’da Sovyet birlikleri Afganistan’ı işgal etmişti.

Afganistan’ın Sovyetler tarafından işgali, İslamcılığın tahayyül biçimlerinden biri olan küffara karşı cihadı meşru hâle getiren bir ateşleme görevi görmüştü. Orta Asya’daki Basmacı Hareketi’nden (1917-1934) ilham alan mücahitler Ruslara karşı Hindukuş dağlarını bir seçenek olarak değerlendiriyorlardı artık. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez'deki Arap ülkelerinin ideolojik ve finansal desteği de az değildi. Filistin, Mısır, Ürdün, Pakistan, Türkiye gibi ülkelerden, Keşmir gibi tartışmalı bölgelerden ve SSCB’ye bağlı Türki Cumhuriyetlerinden Afganistan cihadına katılımlar oluyordu. Afgan kardeşleriyle omuz omuza savaşmaya giden küresel mücahitlerin, yerli mücahitlerle yaşayacağı ilk ayrışma noktası ise ideolojik değil kültürel boyutluydu. Zira sınır ötesi bu mücahitleri ilk olarak şaşkına uğratan şey, donanımlı Sovyet ordusu değil, afyonlu kafalarla cihad eden ve esir aldıkları Rus askerlerini ülkedeki “Beççebazî” (oğlancılık) geleneğinden neş’et kadın kılığında oryantal gibi oynatan yerli mücahit gruplarının başıboş hareketleriydi. Bu durum zamanla yerli ve yabancı mücahitler arasında bir kültürel kopmaya sebep olmuştu. “Afgan Cihadında Rahmanın Ayetleri” kitabının satır aralarında bu kültürel kopuşa değinen Abdullah Azzam’ın temsil ettiği “Muhacir Mücahitler” daha radikal biçimde örgütlenmeye başlayacaklardı ki bu yapılanmanın somut örneği de El-Kaide’ydi.

Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinden sonra bu sefer mücahit gruplar iç kavgaya tutuşacaktı. Albay Ahmed Müslüm Hayat’ın verdiği bilgilere göre; Peştun İslam'ının bir başka örgütlenmesi olan Hizb-i İslamî (İslam Partisi) lideri Gülbeddin Hikmetyar, Afgan halkına Sovyetlerden daha fazla saldıracak [2] ve Kabil’i füze-roket yağmuruna tuttuğu için de rakip İslami gruplar tarafından kendisine, “Roketyar” lakabı verilecekti. Nispeten ılımlı İslam anlayışına sahip Burhaneddin Rabbanî’nin “İslami Cepheyi” toparlama çabaları ise sonuçsuz kalmıştı.

KLASİK BİR PEŞTUN RUBABI: TALİBAN

Farklı etnisitelere mensup İslamcıların kendi aralarındaki güç kavgası ve Peştunofobik duyguları, o güne kadar ne Müslüman Kardeşler geleneğinden gelen ne de ülkedeki tasavvufî geleneğe yaslanan daha radikal bir hareketin ortaya çıkmasına neden olmuştu. [3] Ülkedeki mevcut İslami gruplara karşı ilk olarak Pakistan’ın kuzeyinde örgütlenen ve zamanla Afganistan’ın Güneybatısındaki Peştun bölgelerinde etkinliğini artıran ve bu açıdan da bir Peştun hareketi olarak görülen Taliban’ın ilk doktrini, Pakistan ve Afganistan arasında yer alan muhafazakâr kabile toplumuna sahip Peştun bölgesinde İslam şeriatına dayanan bir yönetim tesis etmek ve en azından dar bir bölgede barışı ve güvenliği sağlamaktı. 19. yüzyılda Hindistan’daki Müslümanlar tarafından tasavvufi bir mektep olarak kurulan ancak sonraki yıllarda kolonyalizme tepki olarak gitgide radikalleşip Selefi-Vahhabi ideolojiye evrilen Diyûbend Okulu ve bu okulun Pakistan’daki uzantıları da ideolojik inanç ve insan gücü açısından Taliban’ı besliyordu.

Ülkenin Güneybatısındaki en büyük Peştun şehri Kandahar’dan başlayarak hızlıca etkisini artıran Taliban, 1996’da Devlet Başkanı Burhaneddin Rabbani'yi devirerek Kabil'i ele geçirdiğinde bir anlamda yönetimi asıl sahiplerine (Peştunlara) geri vermişti zira 300 yıllık Afgan tarihinde Burhaneddin Rabbani, Babrak Kemal ve Habibullah Kalakanî dışında bütün Afgan yöneticileri hep Peştunlardan olmuştu ve 1998’de örgüt Afganistan'ın yüzde 90’ını kontrolü altına aldığında, geleneksel olarak Peştunvâliliği bir kez daha dünyaya ilan ediyordu.

Taliban’ın yükselişinde ülkedeki etnik kompozisyon, coğrafi durum, siyasal kaos, geleneksel eğitim sistemi ve sınır ötesi destek gibi pek çok iç ve dış faktör sıralanabilir ancak tüm bu faktörler, Taliban’ın Afganistan’daki tarihsel süreç içerisinde şekillenmiş olan Peştunvâliliğin (Peştun Egemenliği) bir sonucu olduğunu değiştirmez. Çünkü Taliban, görüntüsü rahatsız edici de olsa Peştun egemenliğinin zati unsurudur.

Taliban’ın bugün ikinci kez tüm ülkeye hakim olması sözkonusu bu tarihsel gerçeklik göz ardı edilerek, kendi arasında parçalı ve ihtilaflı Peştunofobik çevrelerinin, Lübnan modeline benzer bir hükümet sistemi etrafında devlete dâhil edilmesiyle başarısızlığa uğramıştır. Bu noktada “Amerika Afganistan’a ulus devlet kurmak için müdahale etti” iddiası ne kadar yanlışsa, Afganistan’da Lübnan modelini hayata geçirmek isteyen Amerika'nın planlamaları da o kadar yanlıştı ve bu planlamaların günün sonunda sahadaki yalın ama kalın duvara toslayacağı belliydi. Her on-on beş yılda bir sistem değiştiren bu sert coğrafyada yarın ne olur bilinmez ama Taliban’ın, Peştunvâlilik esasınca kendi sınırları içinde yaşaması, ideolojisinin ne olduğuna bakılmaksızın uluslararası çıkar güçleri tarafından şimdilik kabul görür. Ancak radikal İslamcı ideolojisini sınırları dışına taşımak istemesi ya da bu ideolojiyi içerideki farklı inanç, etnisite ve sınıfsal gruplar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya devam etmesi işin rengini de değiştirebilir. Şimdilik serinkanlı yorumlara bakılırsa Taliban’dan bir değişim beklentisi hâkim. Ancak Taliban’dan değişim bekleyenlerin 1979’da bir devrimle ülkesine dönen Ayetullah Humeyni’nin sosyal hak ve hürriyetlerle dolu ideal toplum ve ideal devlet yönetimi vaatlerine bakması bizlere siyasal İslam’ın saha tecrübesini göstermesi açısından yetecektir.

Bütün bu tarihsel ve güncel göstergeler doğrultusunda, Afganistan’da ideal bir devlet ve yönetim kurulacağına inanan varsa eğer, önümüzdeki bir Cuma günü Kabil Hacı Abdurahman Camii’nde adına hutbe okunacak bir Taliban emirinin, darphanede hatemli bir sikke kestirme hakkının da olacağına inanıyor demektir. Öyleyse kestirilecek bu sikkenin bir yüzüne Peştunca “İslam Emirliği” diğer yüzüne de “Tanrı Afganistan’ı Korusun” yazısı eklemek, kuşkusuz tarihsel ve İslami geleneklere dahi uygun olacaktır.

**Bağımsız araştırmacı

NOTLAR

*Hasan Nail Canat’a ait Nur Dağındaki Çocuk adlı roman, İslamcı çevrelerin seksenli yıllardaki popüler romanlarındandır. Roman, Rus işgaline karşı elindeki dar imkanlarla savaşan mücahitlerin, Kerim adındaki küçük bir Afgan çocuğunun gözüyle anlatıldığı dram yüklü hikayesidir. Vaktiyle bu romanı okuduktan sonra, soluğu Afganistan’da alan Türkiyeli mücahitler de olmuştu. Afgan cihadına katılan küresel mücahitleri çağrıştırması için romanın adını burada sembolik olarak ödünç kullandım.

1- Olivier Roy, Afganistan, İslam ve Nûgerayi-ye Siyasî, ter. Ebulhasan Serûked Mukaddem, Astane Kods-i Rezevi-Mûavinet-i Ferhengî, Meşhed, 1370/1992. s.129

2- Marcela Grad, Mesud, Efsanevi Afgan Liderin Farklı Bir Portresi, çev. Seval Yılmaz Crump, Matbuat Yayınları, İstanbul, 2015, s. 75.

3- Çengiz Pehlevan, Afganistan: Asr-i Mûcahidin ve Ber-âmeden-i Taliban, Mehd-i Mina, Tahran, 1378/1999.s.37