'Aden'i ararken arafta kaybolmak

Barış Atay imzalı "Aden" MUBİ'de izleyicilerle buluştu. Film, savaş ve kıtlık sonrası yurdundan göç etmiş Marba ve Aras çiftinin sığındıkları bir evde başına gelenleri konu alıyor.

Abone ol

Barış Atay'ın 2018 yapımı filmi "Aden", geçtiğimiz günlerde MUBI platformunda yayınlandı. Senaryosunu Onur Orhan'ın kaleme aldığı film, zaman ve mekân belirtmezken masalsı ancak diğer yandan alabildiğine gerçekçi bir atmosferde geçiyor. Kahramanlarının adı tersten okununca gönderme yapılan efsanelerin açıkça anlaşıldığı "Aden", geçmiş ile günümüz arasında köprü kurarken geleceğe de ışık tutuyor. Atay'ın filmi, siyasete (ve elbette cinayete) bulaşmış figürler değişse bile güç mücadelesinin her daim korunacağı fikrinden hareketle dünyamızı çağlar ve coğrafyalar üstü bir kıskaca alıyor.

YUSUF NASIL ÇIKTI KUYUDAN? SARAH NASIL VARDI MISIR'A? YA DA KÖR BIÇAK, ZALİM BALTA

"Aden", savaş ve kıtlık sonrası yurdundan göç etmiş, günlerce aç, susuz yol almış Marba (İbrahim-Caner Erdem) ve Aras (Sarah-Funda Eryiğit) çiftinin sığındıkları bir evde başına gelenleri konu alıyor. Filmin mekanına ev sahipliği yapan Libak (Kabil-Cemalettin Çekmece) ile Pukay (Yakup-Sermet Yeşil) ise şehirden uzak, çiftlik evlerinde avcı-toplayıcı bir yaşam sürmektedir. Kamyonetleri, çeşitli silahları ve kışı çıkartacak erzağı bulunan iki kardeş, nispeten konforlu yaşamlarında bir de sır/suç saklamaktadır. Seneler evvel ana babaları henüz sağken kıskanıp kuyuya attıkları küçük kardeşleri Fuzuy (Yusuf-Onur Ünsal) sakat kalınca onu bodruma kapatarak eziyet etmiş, yıllarca vahşi bir hayvan gibi beslemişlerdir. Evde sözü geçen, ağalık yapan Libak, yük gördüğü Fuzuy'un yaşamasına sıcak bakmamaktadır. Öte yandan bir sahnede de vurgulandığı üzere tüfekleri doldurup bıçakları bileyen, takas için şehre giden, avlanan odur ve tüm yükü sırtlayarak bu iki kişilik hanenin reisi olmuştur. Onun aksine alkol ve kadın düşkünlüğüyle öne çıkan Pukay ise yarı deli yarı çocuk bir adamdır. Marba ile Aras'ın kendini abi-kardeş tanıttıkları bu misafirlik (Bu durum Tevrat'ta da geçmektedir. Mısır'a doğru yola çıkan İbrahim Sarah'a kendini kardeşi olarak tanıtmasını öğütler) bir müddet sonra kadını elde etme/elde tutma gerilimine dönüşür ve kıyasıya bir iktidar mücadelesi başlar. 

ORTADOĞU'DA GERİLİM: DÜN, BUGÜN, YARIN

"Aden", aşina olduğumuz hatta siyasi koşullardan ötürü günbegün daha yakıcı soluduğumuz bir hikâye anlatıyor. Başka bir deyişle, bize koca bir dünya tarihini ve özelde Ortadoğu'yu öykülüyor. Acının dayanak eylendiği, hangi taşı kaldırsak, hangi kareye bakıp hangi ezgiyi dinlesek, hangi satırı okusak dram fışkıran bu bahşedilmiş, yeri gelmiş yasaklanmış ve kanla sulanmış bu topraklarda kardeş katlinden recme her tür vahşiliğe rastlanıyor. Motivasyonu, cinayet aletini kavrayan elin milleti, mezhebi değişse de (her akşam tv'de gördüğümüz her konunun uzmanı yorumculara göre ifade edersek; konjonktürel dalgalanmalar yaşansa da) katliamın artık adetten sayıldığı Ortadoğu'da alet kullanan insanın daha geç kullananı, öldürerek/köleleştirerek toplumsallaştığı, "insan olduğu", yine Habil ile Kabil'den beri kendini dayatanların, firavun ve tiranların can aldığı bir habitat söz konusu... "Aden" filmi de "cennet bahçesi" anlamına gelen adıyla işaret ettiği çelişkiyi efsaneler ekseninde bir kez daha vurgulamış.

Bu noktadan Atay'ın filmindeki olumlu taraflara geçebiliriz. "Aden", mitolojik yüküne karşın didaktik bir çizgiye kaymıyor, kahramanlar zaman zaman özdeyişvari konuşmalara dalsalar bile film, görsel sadeliğiyle bu eksiği kapatıyor. "Aden", gösterişsiz açıları ve tek mekânın zorluklarını savuşturup tüm bölmeleri ustaca kullanan görüntü yönetiminin yanı sıra gerilimi de dozunda tutarak hikâyenin tanıdıklığını avantaja çeviriyor. Dahası filmdeki gerilimi, çözüm ihtimallerini çoğaltmasına yorabiliriz. Hızla kanlı bir hesaplaşmaya doğru aktığını hissettiğimiz "Aden", kurbanların kimliğini az çok ele verirken düğümün nasıl çözüleceğine dair ipucu paylaşmıyor. Bu belirsizlikte katmanlı olay örgüsüyle birlikte dozunda bir gerilim pay sahibi... Ayrıca tek mekânın işlevsel kullanıldığı filmde özellikle bodrum kata inilirken iki basamaklı bir merdivenin kenara kaydırılması ve zaman zaman dama tahtasının merkez alınması teatral bir hava estiriyor. Böylece "Aden", olay örgüsündeki gerilimi yükseltmekle kalmıyor oyun alanlarını da alabildiğine daraltarak, daha doğrusu anlamlı parçalara ayırarak ve odağı değiştirerek atmosferi destekliyor. Bir bakıma mitler gölgesinde verilen iktidar mücadelesi sembolik düzeyde dama tahtasına, bodrum kat vasıtasıyla ruhsal açılımlara ve "ailenin önemi" üzerinden yemek masasına bağlanıyor. Bu bağların soyut bulunabilecek hele tek mekâna indirgendiğinde yan anlamlara boğulabilecek iktidar mücadelesini ete kemiğe bürüyüp insan unsurunu güçlendirdiğini ve hırsın yıkıcı etkisini hatırlattığını söyleyebiliriz.

TEATRAL HAVANIN ANLATIMA ETKİLERİ VE OYUNCULUKLAR

"Aden"in en büyük artısı, abartısız bir gerilime başvurması... Teatral bir gerilimden bahsedebiliriz. Daha ziyade oyunculukları ele alırken "abartılı" anlamında kullandığımız teatral ifadesini, oyunun akışı için "gerçekçi" biçiminde anabileceğimizi düşünüyorum. Öyle ki kabaca duvardaki tüfeğin patlayacak olmasına yorulabilecek, sessiz ve derinden yükselen, açık seçik bir fırtına yerine dip dalgaya benzeyen bir gerilim bu. Mevcut toplumsal çıkmazımızı ve her an alabora olabilecek aynı gemimizi de çağrıştırıyor. Ancak elin zayıfladığı bir mesele var. "Aden", görüntüdeki başarısına karşın sinema atmosferi kurmakta zorlanıyor. Alt metindeki, tarihsel referanslardaki gerilim, diyaloglara dağılmayınca bazı sahneler boşa düşüyor. Örnek verirsek Pukay'ın Aras'ı banyo yapmaya ikna ettiği sekans ve devamında gelen mastürbasyon sahnesi gayet başarılıyken Aras'ın Pukay'a çıkıştığı anlar belli bir duygu yoğunluğuna (görsel anlama) erişemiyor. Yahut dama oyununun iktidar savaşının özeti olduğu düşünülürse yeterince güçlü işlendiği söylenemez. Şüphesiz tahtanın uzun süreler yakın plan alınmayışı filmi bayağı anlatım dilinden uzak tutmuş ve bu bakımdan bir doğru bir yanlışı götürmüş. 

"Aden"deki oyunculuklara da değinmek istiyorum. Sermet Yeşil tam manasıyla bu tip rollerin oyuncusu! Sinemadan televizyona nerede izlersek izleyelim yorgun ifadesini ateşe veren, velfecir okuyan o gözlerini taşıyor oyuna. Funda Eryiğit de suskun fakat bilhassa baygın ve delici bakışlarıyla patlamaya hazır kadın rollerinde oldukça başarılı. Caner Erdem ise şükreden Marba'ya pek uymamış. Filmde en çok eforu o sarf ediyor. Terden sırsıklam gömleği ve diri tuttuğu kuşkusuyla hep diken üstünde, "sırtında küfe" oradan oraya koşturuyor; ne var ki bu adama baktığınızda kafasında tilkiler dönen, sabırla, şükürle yol alan biri demezsiniz. Hani daha çok pratikte öne çıkabilecek, fevri tepkiler verebilecek bir görüntü taşıyor. Onur Ünsal "hayvanlaşmış insan"da iyi bir performans sergilemiş, gerektiği kadar oynamış fakat bana kalırsa filmin yıldızı kilit bir rol canlandıran Cemalettin Çekmece... Az ama öz konuşan, bugünü düzenleyip geleceği çizen zorba bir karakter. Bu basit bir iş değil ve Çekmece Libak'ın hakkını veriyor.

HERKESİN ARAFI KENDİNE YETECEK KADAR

"Aden"i bir "cennet arayışı" olarak değerlendirmek, alegorik yönünü öne çıkarmak mümkün fakat film aynı zamanda bir çeşit "cehennemden kaçış" çabasını da ortaya koyuyor; dolayısıyla Marba ile Aras'ın yolculuğu hangi durağa varırsa varsın ehven-i şer anlamına kavuşuyor. Diğer açıdan ise ehven-i şer en yalın haliyle hayatta kalma güdüsüne ve bir bağlamda Araf yorumuna uzanıyor. İstenilmeyen yerde kalmak, küfre hakarete aldırış etmeden ucuz iş gücü olmak yakından tanıklık ettiğimiz bir sorun ve vicdan azabı ile bencillik arasında kalmayı her geçen gün daha acı bir şekilde deneyimlerken paylaşıyoruz kendi arafımızı da. Soruyoruz Suriyeli'ye, Afgan'a... Yurdumuza sığınan her kimse ona soruyoruz: Neden savaşmadın kardeşim? Neden uzatmadın boynunu bıçağa? Neden çıktın o kuyudan? Hem ne işin var bizim arafımızda?