Açlık sorunu nereye gidiyor, biz nerede duruyoruz?

Açlık sorununun azalmak şöyle dursun, daha da büyüyebileceğini dikkate almayı gerektiren bazı kritik göstergeler var. Açlık sorununa önümüzdeki yıllarda etkisi daha ağır biçimde hissedilecek bu göstergeleri dikkate alarak bakmak gerekiyor. Önemli bulduğum ve çeşitli açılardan birbirine bağlı üç sorundan söz edeceğim sadece.

Bülent Şık bulentilgaz@yahoo.com
.

Dünya Tarım Örgütü’nce (FAO) her yıl 16 Ekim'de kutlanan Dünya Gıda Günü’nün bu yılki teması “Sıfır Açlık” olarak belirlendi. 2015 yılında dünya genelinde açlık çeken kişi sayısı 784 milyonken 2017 yılında yaklaşık 40 milyonluk bir artışla 821 milyona ulaşmıştı. Açlık çeken nüfusun artışındaki en önemli nedenler olarak savaşlar ve iklim krizi gösteriliyor.

Savaş ve çatışmalar toplumların gıda üretim altyapısını tahrip ediyor, göçlere neden oluyor. İklim krizi nedeniyle aşırı yağış, kuraklık ve sel gibi afetlerin daha sık görülmesi ise özellikle yoksul ve kendine yeterli miktarda gıda üretmekte zorlanan ülkelerde gıda güvencesi ve gıda güvenliğini çok olumsuz etkiliyor.

FAO uygun politikalarla açlık sorununun bütünüyle ortadan kaldırılabileceğini dile getiriyor. Açlık sorununun üstesinde gelmek mümkün elbette; dünya genelindeki gıda üretim kapasitesi açlıkla mücadele için fazlasıyla yeterli çünkü. Ancak uluslararası planda bu konuda yapılanların yeterli olmadığı da çok açık.

Açlık sorununun azalmak şöyle dursun, daha da büyüyebileceğini dikkate almayı gerektiren bazı kritik göstergeler var. Açlık sorununa önümüzdeki yıllarda etkisi daha ağır biçimde hissedilecek bu göstergeleri dikkate alarak bakmak gerekiyor. Önemli bulduğum ve çeşitli açılardan birbirine bağlı üç sorundan söz edeceğim sadece.

1) Atmosferdeki sera gazlarının miktarı arttıkça bitkilerin fotosentez yaparak besin öğeleri üretme kabiliyetlerinde sorunlar ortaya çıkıyor. Sera gazlarının miktarının artması dünyanın ortalama sıcaklığında artışa neden oluyor. Sıcaklık artışı ise tarımsal ürün verimliliğinde azalmalara ve buna ilaveten ürünlerin besleyici öğeler açısından da fakirleşmesine neden oluyor. Örneğin karbondioksit miktarının daha fazla olduğu atmosfer koşullarında üretilen bitkilerin daha az protein, demir, çinko ve B vitaminleri ürettikleri yapılan kontrollü deneylerle gösterilmiş durumda. Araştırmalar 2050 yılına kadar buğdaydaki çinko, demir ve protein oranının yüzde 10’a varan oranlarda azalacağını gösteriyor. Verim düşüklüğü ve besleyici öğelerdeki azalma açlık ve kötü beslenmenin yol açtığı sağlık sorunlarında artışa neden olacaktır.

2) İklim krizi nedeniyle artan sıcaklıklar böceklerin metabolizmasını hızlandırıyor. Hızlanan metabolizma nedeniyle böcekler hem daha çok yeme ihtiyacı duyuyor ve hem de daha çok çoğalıyorlar. Her iki durumda da böceklerin yediği gıda maddelerinin miktarı artacaktır. Bu ise tarımsal üretimde böcekler nedeniyle kaybedilen ürün miktarının artması anlamına geliyor.

Dünya genelinde böceklerle mücadele genellikle -ve ne yazık ki- pestisitler kullanılarak yapılıyor. Pestisit kullanımı gıdalarda toksik kimyasal kalıntılarına ve su varlıklarında kirlenmelere neden oluyor. Pestisit kullanımını azaltmak gerekliliği sıklıkla dile getirilse de böcek nüfusunun artışına bağlı olarak pestisit kullanımının artacağı ihtimalini dikkate almak gerekiyor.

3) Biyoçeşitlilik kaybı bir diğer önemli sorun. Dünya genelinde canlı türlerinin büyük bir hızla yok olduğu çeşitli çalışmalarda dile getirilen bir gerçek. Ancak özellikle uçucu böceklerin kaybı beslenme açısından ciddi sorunlar doğuracak en önemli olay. Geçtiğimiz yıl yayınlanan bir çalışmada son 27 yıl içinde Almanya’da koruma altındaki doğal yaşam alanlarında bile uçucu böceklerin toplam biyokütlesinde en az yüzde 75 oranında bir azalma olduğu belirlendi. Bir canlı türünün toplam nüfusunun azalması o canlı türünün soyunun tükenmesine neden olan en önemli olay olarak görülüyor.

Uçucu böceklerdeki soy tükenişinin en önemli nedenlerinden biri tarımsal üretimde kullanılan pestisitler. Her yıl dünya genelinde 2 milyon ton pestisit kullanılıyor. Tarımsal alanlara uygulanan pestisitler sadece uygulandığı bölgede kalmıyor, zamanla çevreye yayılım gösteriyor. Çalışmalar herhangi bir bölgeye uygulanan pestisitlerin sadece yüzde 1-2’sinin o bölgede kaldığını geriye kalan yüzde 98-99’luk kısmının doğaya yayıldığını gösteriyor. Örneğin 2012-2016 yılları arasında dünya genelinde çeşitli bölgelerden temin edilen ballar üzerinde yapılan bir araştırmada, analiz edilen balların yüzde 75’inin pestisit kalıntısı içerdiği belirlenmişti. Bu çarpıcı sonuç pestisitlerin dünya genelinde çiçekli bitkilerin büyük bir çoğunluğuna bulaştığını gösteriyor. Sadece tarımsal alanlara değil, yaban hayata da büyük bir bulaşmanın söz konusu olduğu düşünülebilir.

Pestisit kullanımı dünya genelinde bu kadar çok olduğu sürece arılar gibi tozlaşma yapan böceklerin yok oluşunun önüne geçebilmemiz çok zor. Dolayısıyla pestisit kullanımını artıran endüstriyel tarım teknikleri yerine ekolojik tarım tekniklerini desteklemek gerekiyor. Ancak mesele düşünüldüğünden çok daha karmaşık görünümler arz ediyor. Örneğin iklim krizi nedeniyle dünyanın ortalama sıcaklığında artışlar olacağı ve bu artışların da böceklerin nüfusunda ciddi bir artışa neden olacağı ve artan böcek nüfusunun tarımsal ürünlere zarar vermesini engellemek için de daha fazla pestisit kullanmak gerekebileceği ve daha fazla pestisit kullanmanın da biyoçeşitliliğe daha fazla zarar vereceği düşünüldüğünde…

Bitkisel hayatın özellikle de çiçekli bitkilerin çoğalması tozlaşmaya bağlı. Uçucu böceklerce sağlanan tozlaşma neticesinde oluşan ve gıda maddesi olarak tüketilebilen ürünler dünya genelindeki gıda çeşitliğinin yüzde 65’ini temsil ediyor. İnsanların yediği gıdaların üçte biri tozlaşmayı gerçekleştiren uçucu böcekler tarafından sağlanmakta ve bu böceklerin yok oluşu çok ciddi gıda güvencesi sorunları yaratacaktır.

Sorunları daha da çoğaltmak mümkün ve karşı karşıya olduğumuz sorunların karmaşıklığının insanda bir çaresizlik duygusuna yol açtığı da söylenebilir. Ne yapacağız sorusuna verebileceğim tek yanıt politika yapmaktan vazgeçmemektir. Politika deyince akla sadece partiler, sendikalar ve meslek örgütleri de gelmemeli. Gıda inisiyatifleri, ekolojik tarım örgütleri, kooperatifler, tüketici örgütleri, topluluk destekli tarım örgütlenmeleri, tohum takas ağları, çevre kirliliğine karşı mücadele eden örgütler başta olmak üzere içinde yer alabileceğimiz ve mevcut yıkıcı gidişata karşı farkındalık yaratacak, alternatifler üzerinde birlikte düşünmemizi mümkün kılacak irili ufaklı pek çok yapı var. Ne kadar aşınmış olursa olsun kamusal düşünmenin, kolektif çalışmanın geçmişte hiç olmadığı kadar önem kazandığı ve kazanacağı zamanlarda yaşıyoruz. Elimizden geleni yapmaktan başka bir çare de şimdilik yok. Açlık sorunu nereye doğru gidiyor sorusu dünya nereye doğru gidiyor sorusuna bağlı. Ve her iki soru da biz nerede duruyoruz sorusuna kapı aralıyor.

Tüm yazılarını göster