AB Komisyonu İlerleme Raporu'nu aslında kim yazdı?

AKP’nin “siyasi oburluğu”. Yazın bir kenara... Olay bitmiş mi, bitmemiş mi bu özet çalışmam aracılığıyla kararınızı kendiniz verin artık. Fakat İlerleme Raporu'na ilişkin yeni bir “höykürme” beklemeyin. Kimsenin bir şikayeti yok, öyle görünüyor.

Sevilay Çelenk sevcelenk@yahoo.com

Pop arabesk külliyatımız içinde aklıma kazınan bir şarkı var. Alişan’ın “Olay bitmiştir” şarkısı. Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu'nun, diğer adıyla ülke raporunun açıklanmasını takip eden saatlerde dilime bu eski Alişan şarkısı dolandı. Nasıl dolanmasın şu sözlere bir bakın hele;

Belki seni son görüşüm, yakışıyor mu bu U dönüşün?

Ortasına dayanamam bu kaçıncı hoş görüşüm.

Senin cebinde başka düşlerin var, benim üzülmek için nedenlerim

Sen güneşli evlerde uyu, benim kaldırım taşlarım var

Bu konulara girmeyelim

Olay bitmiştir büyütmeyelim

Eski günlerin hatrına iki yabancıya dönüşmeyelim

...

Böyle devam edip gidiyor şarkı. Neredeyse "En sevdiğim Alişan şarkısıdır" diyeceğim ama başka bir Alişan şarkısı da bilmiyorum galiba. Neyse efenim, bu şarkıda beni büyüleyen şey, biten bir aşkın acısını bir ergen kayıtsızlığı arkasına sığınarak gizleme çabasındaki nahiflik sanırım. Alişan’ı bile neredeyse sempatik kılan bir naiflik var şarkıda. Allah aşkına şu klibi bir izleyin. Trafiğin arasında telefonla konuşarak yürümeler, yumruğunu isyanla havaya savurmalar, sonra yeniden yüze yerleşen sükunet. Bi kafa sallama halleri, bi pozlar...

Haklı olarak şimdi bunun İlerleme Raporu ile ne ilgisi var diyeceksiniz. Evet bence de yok gibi görünüyor ama acele etmeyelim, bir bakalım. Şarkı dilime dolandığına göre vardır bir hikmeti.

Komisyon raporunda, “Türkiye AB’den dev adımlarla uzaklaştı” ifadesinin yer aldığı açıklandığında, “Olay bitmiştir” dedim. Zira milyonlarca vatandaşın da AKP’li siyasetçilerle birlikte, AB ile olan fırtınalı aşkımızın geldiği kayıtsızlık noktasına tempo tutarak Alişan’a bağlayacağından neredeyse emindim. Bu da yetmezmiş gibi dolar iyice fırlayacaktı. Erdoğan köpürecekti. Yine her şey “eyvah eyvah” olacaktı.

Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan hafta başında nasıl, “Halkın tepkisini çeken her türlü tavırdan, davranıştan, lüksten, şatafattan, kibir, gurur ve çekişmeden uzak durmalıyız” diyerek herkesi ters köşe yapmışsa, burada da aynı şey olmuştu. AKP’lilerin son yıllarda en kalbi duygularla sahiplendikleri kibirle, kutuplaşmayla, lüks ve şatafatla arasını hızla açmalarını buyuran efendilik siyaseti, ilerleme raporu karşısında benimsenen siyaset olmuş gibi görünüyordu! AKP’li siyasetçiler de, yandaş basın da, vatandaş da, dolar da AB raporu karşısında aynı efendi tarzı şıp diye benimseyivermişti. Bu ne hızdı?

Bakmayın sosyal medyanın birbirimizi seyrettiğimiz ortamlarında “Sert rapor”, "Çok sert rapor” filan dendiğine, yandaş basın raporu kendince Türkçe’ye tercüme ederek iyi yönlerinden görmüş; raporda FETÖ’ye neredeyse terör örgütü denildiğine, mültecilere kucak açışımızın övgüyle karşılandığına ve büyümemizin olumlu bir gelişme olarak yeniden kaydedildiğine odaklanmıştı. Hatta ve hatta raporun çok da üzerinde durmamıştı. Sanki eski günlerin hatırına olayları büyütmemeye, o konulara hiç girmemeye karar vermişti. Fakat benim olayı Alişan’a bağladığım asıl nokta olarak “olay bitmiştir, görüşmeyelim” filan da dememişti Avrupa’ya. Twitter ve Facebook’ta haber altı yorumlarında da benzer türden bir kayıtsızlık hakimdi. Kimse haberlerin altını gaza ya da mehtere boğmamıştı. Üstüne üstlük AB Bakanı Ömer Çelik de “Komisyon'a bir mektup yazmayı düşünüyorum. Türkiye'ye adil bir yaklaşım gösterilmedi. Bu son rapor da aynı mantığı sürdürüyor. Bütün fasılları altı ay içinde kapatacak kapasiteye sahibiz. Objektif dille yazılmış, hakkaniyete dayalı, olumlu ajanda içeren, gelecek perspektifi sunan bir eleştiri görmüyoruz” diyen mutedil dalgalı bir alınganlık göstermekle yetinmişti.

Kısacası raporun açıklanmasını takip eden saatlerde, vatandaş ne demiş, dolar nasıl bir tepki vermiş, basın bu raporu nasıl değerlendirmiş ve en önemlisi hükümet cenahından nasıl açıklamalar gelmiş diye baktığımda, neredeyse herkesin ıslık çalarak olay mahallinden kayıtsız adımlarla uzaklaştığını görmüştüm. Sadece dolar efendi, geçen haftaki rekor yükselişin ardından hafifçe indiği noktada bacaklarını sallayarak oturmaya devam ediyordu. Sabah’ın şu haberine bakmak olayın yandaş basında nasıl ele alındığını görmeye yetiyordu. Şaşırtıcı bir durum vardı aslında. Cumhurbaşkanı raporu şu saatlere kadar herhangi bir konuşmasının gündemine bile almamıştı!

Sonra tam, akıl sır ermiyor bu memlekete diyecekken akıl sır erdiren birine rastladım. HDP İzmir milletvekili Ertuğrul Kürkçü ilerleme raporuna ilişkin TBMM’de yaptığı basın toplantısında bu sükunetin nedenini tane tane açıklamıştı. Kürkçü sayesinde anlaşılmaz olan da anlaşılır hale geldi. Ortamlara hakim olan sükunetin nedeni, bu raporu kim yazdı sorusunun cevabında gizliydi.

Ertuğrul Kürkçü bu raporu komisyonun sadece kaleme aldığını belirtiyor ve sözlerini “Bu raporu Erdoğan rejimi, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ile Türkiye hükümeti hep birlikte yazdılar. OHAL ilan edildiğinden bu yana olan bitenin dökümünü yapan rapora, hükümetin itiraz edeceği, yalan olduğunu söyleyebileceği hiçbir şey yok” diye sürdürüyordu.

Kürkçü’ye göre basında tekrar eden “En sert rapor” ifadesi de bir klişeden ibaretti ki esasen anaakım basında ya da AKP yanlısı sosyal medya mecralarında “Sert rapor” filan diyen olmadığını da sizlere söylemiştim. Onu biz kendimiz söylüyor ve sert bir raporun ortamları çalkaladığını sanıyoruz. Kürkçü’nün açıklamalarına dönecek olursak, bu rapordan daha da sert olanı geçen yıl temmuz ayında Avrupa Parlamentosu tarafından yayınlanmıştı zaten. Bu rapor onun gözden geçirilmiş ve yumuşatılmış haliydi. Zira Parlamento o raporunda Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını, dondurulmasını talep etmişti. Kürkçü, nitekim Dışişleri Bakanlığı'nın konuyu hafif sitemkar ifadelerle ele alan yazılı bir açıklama ile yetinmesini de, raporda aslında AKP rejimi ve Erdoğan’ın yazdığı dışında hiçbir şey olmamasına ve itiraz edecekleri ya da bu yalandır diyebilecekleri hiçbir şey bulunmamasına bağlıyordu.

Kürkçü’nün açıklamasının en önemli kısmı da sadece AB ile üyelik çerçevesindeki yükümlülükleri bağlamında değil, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler ile hukuku çerçevesinde de son derece sıkıntı veren bir durumun içinde olduğumuzu hatırlatmasıydı.

Kürkçü, olağanüstü hal ilanından bu yana askıya alınmış olan haklar listesine kısaca bir göz atıldığında, Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin haklar ve özgürlüklerle ilişkili birçok maddesinin açık biçimde ihlalinin görülebileceğini, ihlal edilen maddeler etrafında birer birer açıkladı. Kürkçü ayrıca, bu hakların askıda olduğu bir ülkenin, kendisinin AB ya da başka herhangi bir medeni uluslararası kurum nezdinde eşit haklar temelinde muamele görme arzusunun, aslında siyasi bir oburluktan başka bir şey olmadığını da en net biçimde ifade etti.

AKP’nin “siyasi oburluğu”. Yazın bir kenara...

Çok güzel bir değerlendirmeydi doğrusu.

Olay bitmiş mi, bitmemiş mi bu özet çalışmam aracılığıyla kararınızı kendiniz verin artık. Fakat İlerleme Raporu'na ilişkin yeni bir “höykürme” beklemeyin. Kimsenin bir şikayeti yok, öyle görünüyor.

Kürkçü'nün tespit ettiği siyasi oburluğun akıl almaz ölçülere ulaştığını ve gerçekten de artık utanç verici bir hal aldığını gösteren son şey de bu yazıyı noktalarken aldığım 24 Haziran tarihinde baskın seçim yapılacağı haberi oldu. Olsun bakalım... Her ibişliğin bir sonu vardır nasılsa. Baskın her zaman basanın da değildir beyler! Ava gidenin avlanacağı, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olunacağı ve hatta acele işe şeytan karışacağı da çok kez doğrulanmış veciz sözlerimiz arasındadır. Hiç unutmayalım...

Tüm yazılarını göster