60 yıldır sahnede!

Can Kolukısa, başarısının sırrını verdi: “Tiyatroda oyunculuk çok keyiflidir. Sahnede flama tutsanız da başrol olsanız da keyiflidir. Sahnede olmak yeteri kadar doyurur.”

Abone ol

DUVAR-  Sinema ve tiyatromuzun deneyimli oyuncusu Can Kolukısa 60 yılı aşkın süredir sahnede yer alıyor. Kolukısa, şu an ‘Vatanım Sensin’de bir zamanlar korsan olan sonra dili kesilen ‘Hristo’ rolünde...

Karar’dan Erku Tezerdi'nin haberine göre, Kolukısa,"En ufak rolü bile başrol oynar gibi oynamalısınız" dedi.

İlk kez 1953’te sahneye çıktınız, oyunculuk serüveniniz nasıl başladı?

Üniversiteye başladığım yıllardı. İktisat fakültesindeydim, arkadaşlar ‘Bir tiyatro çalışması var katılır mısın?’ diye sordu. ‘Memnuniyetle’ dedim. Benim için öncelikle bir hobiydi. Orada Metin Serezli ve Göksel Arsoy’la tanıştım. Avni Dilligil yönetmenimizdi. Necati Cumalı’nın ‘Boş Beşik’ini sahneledik. Amatördük ama profesyonelmişiz gibi davranıyorduk.

'YEŞİLÇAM'I KÜÇÜMSÜYORDUK'

Zor muydu o dönemler tiyatro yapmak?

Evet her açıdan zordu ama keyifliydi. Haftanın altı günü sahnedeydik. Seyirci müthişti. İstanbul’da 50’li yıllarda akşamları perde açan 35-36 özel tiyatro vardı. Oyunlara bilet bulmak zordu, çünkü yer yoktu. O zamanlar Yeşilçam’dan uzak duruyorduk çünkü küçümsüyorduk. Tiyatro aşkı çok büyüktür. Oynadığım bütün filmlerin bir meselesi var. Buna dikkat ederdim. Sinemada çok filmde oynadım ama benim için aslolan tiyatro.

O dönemde tiyatrodan maddi açıdan herhangi bir kazancınız var mıydı?

Hayır. Biz tiyatrodan hiçbir şey kazanmıyorduk ama içimiz doyuyordu, seviyorduk. Konservatuar okumak istedim. Fakat yaşım büyük diye önce almadılar. Sonra 'Gel' dediler, İstanbul Belediye Konservatuarı’na girdim. Katıldığım ilk derste sınıf 40 kişilikti ama 70 kişi ders alıyordu, hoca Melih Cevdet Anday’dı. Bana 'Zaten yer yok neden geldin?' dedi. Eğitimim bir gün sürdü. 1958’de Haldun Dormen’in sahnelediği Turgut Özakman’ın 'Duvarların Ötesi'nde oyununda Haldun Bey’in asistanlığını yaptım. Fikret Hakan başroldeydi ama askerdi aynı zamanda, 'Askeriyeden izin alırım' diyordu ama alamadı. Galayı yaptığımız gece inzibatlar kulisteydi. Daha sonra onun rolünü yaklaşık 100 kere ben oynadım. İlk profesyonel oyunumdu. Sonra benim askerliğim geldi. Dönünce Paris’e gittim. Sorbonne Üniversitesi Tiyatro Enstitüsü’nde tiyatro eğitimi aldım, dört sene orada kaldım. O yıllar Fransız sinemasının en verimli dönemiydi, haftada en az 6-7 film izliyordum. Bu sayede sinemayı tanıdım. Halbuki daha öncesinde sinemayı küçümsüyordum.

'BANA SİNEMAYI ZÜĞÜRT AĞA SEVDİRDİ'

Sinemayla ilgili fikrinizi ne değiştirdi?

‘Züğürt Ağa’ filmi. Türkiye’ye döndükten sonra sinemaya Kemal Sunal’ın ‘Kapıcılar Kralı’yla giriş yaptım. Ama bana sinemayı asıl sevdiren ‘Züğürt Ağa’ oldu fakat film vizyonda üç gün kalabildi. TRT’nin çekirdek kadrosundaydık. Rol gelirdi, kabul etmemezlik yapmazdık. Çağırdıklarında giderdik. Rol başına 75-100 lira arasında ücret alırdık, şimdinin 750-1000 lirası gibi düşünün. Hatta bazı yönetmenlerin filminde para almadan oynardık. Tabii bir yandan tiyatro devam etti. Bugüne kadar 40 farklı oyunda oynadım. Ama her bir oyun yaklaşık bin kez sahnelendi.

En son hangi oyunlarda rol aldınız?

Çehov’un ‘Vanya Dayı’sını oynadım. Selçuk Yöntem’le birlikte Tiyatro Pera’daydık. Selçuk 'Kim Milyoner Olmak İster'e başlamasaydı oynamaya devam ederdik. 80 kez sahneledik. Bir de Nesrin Kazankaya’nın kendi yazdığı 'İki Oyun Bir Ülke'de rol aldım. Bu oyunu ise Gezi olayları nedeniyle kaldırdık. Yoğun gaz büyük problemdi. Tiyatroda oyunculuk çok keyiflidir. Sahnede flama tutsanız da başrol olsanız da keyiflidir. Sahnede olmak doyurur. En ufak rolü bile başrolü oynar gibi oynamalısınız.

Bunca yıllık hayatınızda oyunculuk dışında başka bir iş yaptınız mı?

Fransa’da kaldığım yıllarda Ali Sirmen’le birlikte 1964-68 yılları arasında Akşam Gazetesi’nin Paris muhabirleriydik. Paris’teki bütün gösterilere, etkinliklere davet edilirdik. Öğrenci hareketi zamanıydı, sonra bu dünyaya yayıldı. Ortalık çok karıştı. Yurda döndüm. Türkiye’de de öğrenci olayları patlak verdi. Daha sonra Milliyet Sanat dergisinin ilk yayımlandığında Anadolu haberlerini hazırlıyordum. Üç sene devam ettim. Bütün yazarlar ve çevirmenlerle görüşüyordum.

Dizi oyunculuğuna dair neler söylersiniz?

Gençlerin hepsi dizi piyasasında ve bu piyasanın bir acımasızlığı var. Evvela bu sektörde oyunculuk yapamazsınız, aynı rolleri tekrarlarsınız. Oyunculuk sürekli aşama içinde olmalı. Dizide bu yok. Mesela bir anekdot: 'Acil Servis' adında bir dizide oynadım. Ayla Arslancan dizide kanserli bir hastayı oynadı. Ben de kocasıydım. Dizide onu acile yetiştiriyorduk. Fakat Ayla gerçekten de kanserdi. Hem de son evresinde. 20 gün sonra vefat etti. Dizi böyle olayları anlatıyordu. Fakat ikinci hafta dizinin ismi değişti ‘Acil Aşk Aranıyor’ oldu. Konu da değişti. Ne kadar aşık manyaklar, intihar edenler varsa hastaneye koşuyordu. Dizi 300 bölüm oynadı.

Peki, genç oyuncular sizce nasıl?

‘Hanımın Çiftliği’nde ‘Halide’ karakterini canlandıran Ebru Özkan çok iyi bir oyuncudur, disiplinli ve işine saygı gösterir. Fakat bilinen bir jönümüz var, herkes tanır. Adı ‘Güzel ve Çirkin’ neyse artık, orada oynuyor. İyi bir çocuk ama o emlak komisyoncusu da olabilirdi. Yeşilçam’ın hiçbir oyuncusu kalmadı. Çünkü yakışıklılık bir yere kadar. Birkaç sene gider, iyi bir dünyalık yaparsınız, o kadar. Sinemada ise durum farklı; sanat ve popülizm arasında bıçak sırtı bir iş. Eğer karakter rolü oynamıyorsanız, kalıcı olmazsınız. Dünyada örnekleri var; Marlon Brando veya özellikle Charlie Chaplin sinemaya yön veren oyuncular. Estetiği bilen isimler.

HABERİN TAMAMI