2020 Bütçesi ve düşündürdükleri…

Temel ekonomik göstergelerin tamamı açık bir ekonomik bunalıma ve buna bağlı düzen değişikliği ihtiyacına işaret ediyor. Oysa, 2020 bütçesi ve dayandırıldığı “Yeni Ekonomi Programı (YEP)” ihtiyacın tam aksine eski düzeni devam ettirmeyi hedefliyor. Bu bütçe Saray bütçesidir, rantçı bütçesidir, betona gömülen bir ekonominin bütçesidir.

Abone ol

Selin Sayek Böke*

Ekonomi, en basit haliyle, kaynakların nasıl kullanılacağına dair bir tercihler bütünü. Bu tercihlerin hangi yönde kullanılacağını ise siyaset belirliyor. Bütçeler ise siyasetin ekonomiye, ülkenin geleceğine ve toplumsal gelişmeye dair tercihlerinin en iyi okunacağı ekopolitik metinler.

2020 bütçesi bu çerçevede değerlendirildiğinde, “Saray rejiminin kurduğu ekonomik düzenin devam ettirilmesi” bütçesi olduğu anlaşılıyor. Bu anlamda 2020 bütçesi, artık kronikleşerek bir bunalıma dönüşen ekonomik krize çare olmaktan çok uzak.

Çünkü 2020 bütçesinde, demokrasi yok, tek adam rejiminin hoyratlığı ve otoriterliği var. Değişim yok, “dengelenme ve disiplin” adı altında uluslararası finans çevrelerine hoş görünme kaygısı ve rejimin rantçı yandaşlarını zenginleştirme derdi var. Halkın yaşadığı bunalıma çare yok, ülkeyi feda ederek iktidarın kendi geleceğini kurtarma kaygısı var.

KRONİKLEŞEN KRİZ

Türkiye, 2020 bütçesini, birçok açıdan ağır ve kronikleşen bir ekonomik kriz gerçeği yaşanırken tartışıyor.

Üstelik bu tartışmaları halkın bütçe hakkının gasp edildiği, tartışmaların herhangi bir siyasi sonuca yol açmayacağı bir anti-demokratik rejimde yapıyoruz. Öyle ki, bütçe Saray’da hazırlanıyor. Halk adına bütçeyi tartışan TBMM bütçeyi kabul ederse de reddederse de Saray’ın istediği bütçe gerçekleşiyor. Kabul ederse 2020 için önerilen bütçe gerçekleşiyor, reddederse Saray’ın 2019 bütçesi yeniden değerleme oranında arttırılarak gerçekleşiyor. Özetle, halkın bütçe hakkı yok sayılıyor, her halükarda Saray’ın bütçesi geçerli oluyor. Ve halkın bütçe hakkının gasp edilmesi halkın ekonomik geleceğinin de düzenin kurucuları tarafından gasp edilmesi anlamına geliyor.

Ekonomik krizi doğuran düzende ısrar edildikçe kriz kronikleşiyor ve bir bunalıma dönüşüyor.

Bir yandan işsizlik artıyor. Ağustos 2019’da geçen yılın aynı dönemine göre 980 bin kişi daha işsiz kaldı ve işsizlik oranı yüzde 14’e yükseldi. İşsizlik süreleri uzuyor, sorun kronikleşiyor. İstihdam azalıyor. Kayıt dışı çalışma artıyor.

Diğer yandan ekonomik eşitsizlikler derinleşiyor ve kronikleşiyor. Son bir yılda en fazla artış genç işsizliği ve kentsel genç kadın işsizliğinde görüldü. Gelir dağılımı eşitsizliği fiili başkanlık rejiminin başladığı 2014’den beri istikrarlı olarak artıyor. Bunu en net bu sürede 0,391’den 0,408’e artan Gini katsayısında görüyoruz.

Öte yandan yedi yıldır aralıksız yoksullaşıyoruz. 2013’de 12 bin 480 dolar olan kişi başına milli gelir yıldan yıla istikrarlı olarak eriyor. 2020’de 9 bin doların altına düşmesi bekleniyor.

Hayat pahalılığı her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Yıldan yıla enflasyon yüzde 11, halkın hissettiği yıllık ortalama enflasyon ise yüzde 16. Asgari ücret 2020 TL, açlık sınırı 2103 TL ve yoksulluk sınırı 6850 TL.

Borca dayalı düzen yıkılıyor; Saray, halkı ağırlaşan borç sarmalına itiyor. BDDK Eylül 2019’da iktidarın yandaş zenginleştirme aracı olan inşaat ve enerji sektörlerine verilen 46 milyar liralık kredinin battığını duyurdu. Kredisiz ayakta duramayan ekonomiyi canlandırmak için tüketiciler bankalarca borca boğuluyor.

Ekonomide güven kaybı kronikleşiyor. Son bir yılda Türkiye’deki döviz hesapları yüzde 26 arttı; 2014’de toplam mevduatların içinde döviz mevduatlarının payı yüzde 33 iken, bu artışla oran yüzde 50’yi aştı.

2020 BÜTÇESİ NEDEN 'BUNALIM' BÜTÇESİDİR?

Temel ekonomik göstergelerin tamamı açık bir ekonomik bunalıma ve buna bağlı düzen değişikliği ihtiyacına işaret ediyor. Oysa, 2020 bütçesi ve dayandırıldığı “Yeni Ekonomi Programı (YEP)” ihtiyacın tam aksine eski düzeni devam ettirmeyi hedefliyor. Bu bütçe;

Saray bütçesidir. Milyonlarca çalışan açlık sınırının altında ücrete mahkumken Saray bütçesi 3 milyar TL’yi aştı.

Rantçı bütçesidir. Bütçede kamu-özel işbirliklerinin (KÖİ) döviz bazlı Hazine garantileri artarak devam ediyor. Halk geçmediği köprü ve tüneller, kullanmadığı otoyollar ve müşterisi olarak görüldüğü hastaneler için 2020’de yandaş şirketlere 18,9 milyar ödeyecek. Türkiye Varlık Fonu son sürat devam edecek.

Betona gömülen bir ekonominin bütçesidir. Bu bütçe yine KOBİ’yi, çalışanları, genç girişimcileri değil İstanbul Finans Merkezi ve benzeri rantçı inşaat projelerini kurtaracak.

Karanlık bir geleceğin bütçesidir. MEB bütçesinde yatırımın payı yüzde 4,65’e geriletiliyor. Eğitim harcamalarının önemli bir bölümü zorunlu harcamalar olmasına rağmen bu harcamalar eğitim emekçilerini esnek, kuralsız ve güvencesiz çalışmaktan kurtarmayı hedeflemiyor.

Faiz bütçesidir. Toplam 139 milyar lira faiz ödenecek. Her 100 liralık verginin 17,7 lirası faiz ödemelerine gidecek.

Borçluluk bütçesidir. Büyüme denince akla yine ilk krediler, İVME'ler ve Kredi Garanti Fonları gelecek. Kamu da borçlanacak. Hazine’nin 2020 bütçesinde borçlanma yetkisi, ilave yüzde 5’lik yetkiyle, 154,1 milyar TL olacak. Ancak Saray rejiminin 2018 ve 2019’da bütçe hakkını gasp ederek bu limiti aşmaktan çekinmemiş olması, 2020 için TBMM’nin onayına sunulan bu borçlanma limitlerinin de aşılacağının en güçlü belirtisi.

Milyonlarca çalışanın ezildiği bütçedir. İşgücü piyasası esnekleştirilecek, milyonlarca çalışan güvencesizliğe mahkum edilecek. Ücretler gerçekleşen enflasyona değil YEP enflasyon hedeflerine göre ayarlanarak baskılanacak. BES gidecek, zorunlu ama işverenin yükünün İşsizlik Fonu’ndan karşılanacağı “Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi” gelecek.

Vergi adaletsizliği bütçesidir. Bir kez daha rantçılara aktarılacak kaynaklar halktan, çalışanlardan, üretici güçlerden toplanacak. Toplam vergi gelirlerinin yüzde 33’ü dolaysız vergilerden, yüzde 67’si dolaylı vergilerden toplanacak.

BAŞKA BİR BÜTÇE MÜMKÜN VE GEREKLİ

Türkiye’nin mevcut ekonomik krizden çıkabilmesi ve bir gelecek kurabilmesi, Saray düzeninden çıkışı içeren alternatif bir bütçeyi gerektiriyor. Verimlilik, kapsayıcılık ve sürdürülebilirlik ilkelerine dayanacak bütçenin iki temel amacı olmalı: Güçlü sosyal devlet ve üretken refah devleti.

HALKIN KORUYUCUSU: GÜÇLÜ SOSYAL DEVLET

Bütçenin temelinde, her şeyden önce, Saray tarafından yok sayılan tüm üretici güçlerin korunduğu, kurallı ve hak temelli bir düzen içinde üretime katılabildikleri bir düzenin güvencesi olacak sosyal devlet olmalı. Bu amaçla çalışanların insan onuruna yaraşır ve emekleri karşılığında hak ettikleri kazançları elde etmelerini sağlayacak ücret ve vergi politikalarını, hak temelli bir koruyucu sosyal politika çerçevesini ve üretken refah devletini kuracak bir çerçeve bütçeye yansıtılmalı.

Çalışanların enflasyon karşısında alım güçlerindeki erimeyi giderecek ve refahtan hak ettikleri payı alacakları şekilde ücretleri acilen arttırılmalı. Çalışanları ve kurallara göre ekonomiye katılan tüm üretici güçleri yok sayan vergi adaletsizliği giderilmeli. Kazanca göre vergilendirme esasına dayalı bir vergi sistemine geçilmelidir. Bu krizi çıkartan rantçı sermayenin vergi ödediği, krizi çıkartan düzende yok sayılan milyonların ise vergi yükünün azaltıldığı bir sistem kurulmalıdır.

Bu yeni ve adil vergi sistemiyle orta sınıflar, ücretliler ve dar gelirliler desteklenmelidir. Rant vergisi düzenlemeleri gerçekleştirilmelidir. Bunun bir adımı olarak vergi cennetleri listesi yayınlanmalı, kamu-özel işbirliği projeleri gözden geçirilerek tüm hazine garantileri vakit kaybedilmeden TL’ye çevrilmelidir.

Kriz karşısında halkı koruyacak kapsamlı bir sosyal politika çerçevesi, hak temelli olacak biçimde ortaya konmalıdır. İşsizlik sigortasının kullanımı genişletilmelidir. Vatandaşlık maaşı, aile sigortası, çalışma saatlerinin azaltılması gibi yoksulluk azaltıcı kapsamlı sosyal politikalar değerlendirilmelidir.

Sosyal devletin bir parçası olarak üretken refah devleti kurulmalı. Sosyal politikalarla halk hem krize hem üretimde teknolojik dönüşümün ortaya çıkartacağı olası kayıplara karşı korunmalıdır. Bu kapsamda sosyal politikalar aktif istihdam politikaları, yaşam boyu eğitim politikaları, girişimcilik eğitimleri gibi politikaları içermeli.

GELECEĞİN ORTAĞI: ÜRETKEN VE ÜRETEN REFAH DEVLETİ

Koruyucu bir sosyal devletin yanı sıra üretken yatırım ve üretim ortağı olan bir devlet yapısı da bütçenin temelinde yer almalıdır. Krizi yaratan; Türkiye’ye eşitsizlik, baskı, yoksulluk, yolsuzluk, keyfilik vaat eden düzenin yerine Türkiye’nin potansiyel üretim kapasitesini arttıracak, Sanayi 4.0 devrimini yakalamamızı sağlayacak politikalar bütününü ve üretken kamu anlayışını bütçeye yansıtmalıyız.

Bunun için her şeyden önce hukuk, özgürlükler ve demokrasi, yani kapsayıcı kurumları kurmalıyız.

Kamu kaynaklarının yandaşa değil hak edene verileceği düzeni kurmalıyız. Hızla ehliyetin ahbap-çavuş ilişkilerinin yerini almasını sağlamalı, “know-who” düzeninden “know-how” düzenine geçmeliyiz.

Üretim yapımızı ithalata bağımlı olmaktan kurtaracak, çağın gerekleri ile uyumlu işgücüne ve o işgücünün becerilerini kullanabileceği bir üretim bandına dönüştürmeliyiz. Bu amaca dönük fiziksel, beşeri ve sosyal sermaye için ihtiyaç duyulan kamu yatırımları ve teşvikler geliştirilmeli. Eğitim ve bakım hizmetlerine yatırımı hızla arttırmalıyız.

Sanayi ve üretim politikasını ve bunların dayandığı kamu anlayışını değiştirmeliyiz. Kamu yatırımları stratejik sektörleri ve bölgesel eşitsizlikleri gidermeyi hedeflemeli. Kamu belirli sektörlerde doğrudan üretici olmalı. KOBİ’lerin üretim yapılarını dönüştürecek teşvikleri geliştirmeli ve altyapı yatırımlarını tamamlamalıyız. Bu dönüşümü sağlıklı yapmanın zeminini hazırlamak için de bugün borç batağından kurtarılması gereken üretici güçlerin borçlarının yeniden yapılandırma esaslarını yandaşlık ve siyasi bir çerçeveden değil verimlilik ve eşitlik çerçevesinden değerlendirerek yapmalıyız.

EKONOMİDE RENKLERİN KARDEŞLİĞİ…

Bütün bunlar için toplumun tümünü kapsayacak sürdürülebilir kurumsal yapılar gerekli. Hukuk gerekli. Cumhuriyet gerekli. Parlamenter demokrasi gerekli. Yandaş gözeten değil halk için çalışan bir iktidar gerekli.

İnsanı ve doğayı koruyacak bir yeşil ve mavi ekonomi gerekli. Toplumsal cinsiyet eşitliğini ve güveni sağlayacak mor ve turuncu ekonomi gerekli. Kaynakların kurallı, kayıt-içi, hukuk-temelli ve şeffaf bir düzende kullanılmasını sağlayacak bir beyaz ekonomi gerekli.

Toplumun tüm kesimlerini içine alacak bir toplumsal barış gerekli. Açık ki bütün bunlar için yeni bir halkçı siyaset ve siyasetin tercihleriyle şekillenecek halkçı bir ekonomi gerekli.

CHP İzmir Milletvekili, Parti Meclisi Üyesi, Doç. Dr.