YAZARLAR

‘Amerika’yı yeniden rüyalar ülkesi yapalım’

Trump’ı iktidara getiren, onun fikirlerinin vücut bulduğu bu bölgeye ve insanlarına dair eser hakkındaki yorumlar çok iyi olsa da, kitaptan hareketle çekilen aynı adlı "Hillbilly Elegy" için benzer şeyler söyleyemeyeceğiz maalesef. Birçok neden sıralayabiliriz bunun için ama hiçbiri en temel nedenin önüne geçemez: Yönetmen Ron Howard!

J.D. Vance’ın 2016’ta yayınlanan ve uzun süre çok satanlar listesinde kalan kitabı 'Hillbilly Elegy', Trump’ı iktidara getiren Amerikan ruhunu anlamak için önemli kaynaklardan birisi olarak gösterilmiş o dönemlerde. ABD’nin güneyindeki ormanlık dağ bölgelerinde yaşayan ve ülkenin en yoksul kesimine dâhil olan insanlar için kullanılıyor Hillbilly tanımlaması. Vance da Ohio’nun dağlık bölgelerinde doğup büyümüş ve dünyanın en iyi üniversitelerinden birisi olan Yale’e kapağı atmayı başarmış bir ‘Amerikan rüyası’ örneği aslında. Kitap da yazarın geçmiş hayatına, içinden çıkıp geldiği kültüre bir ağıt belli ki.

Trump’ı iktidara getiren, onun fikirlerinin vücut bulduğu bu bölgeye ve insanlarına dair eser hakkındaki yorumlar çok iyi olsa da, kitaptan hareketle çekilen aynı adlı film için benzer şeyler söyleyemeyeceğiz maalesef. Birçok neden sıralayabiliriz bunun için ama hiçbiri en temel nedenin önüne geçemez: Yönetmen Ron Howard! Çünkü hikayeye yaklaşımı, estetik tercihleri etki yaratmaktan çok uzak, yönetmenin kendi kariyerine bile ihanet edecek vasatlıkta bir iş çıkarıyor karşımıza.

Vance’ın kitabında anlattığı ve büyüdüğü yer olan Appalachian bölgesi Amerika’nın en yoksul yerlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Vance, bağımlı annesi, ergen ablası ve büyükannesiyle birlikte büyüyüp gitmektedir. Hikaye 1997 yılında açılıyor ve daha sonra 14 yıl sonraya Vance’ın Yale’de okuduğu döneme atlıyoruz. Beklenmedik bir telefon, kahramanımızı yeniden doğup büyüdüğü topraklara götürecek, hem ailesiyle hem de geldiği köklerle hesaplaşacak, muhasebesini yapacak ve Amerikan rüyasının somut hali olmak için kaldığı yerden yoluna devam edecektir. Film, bu iki tarih aralığında paralellikler kurarak Vance’in geçmişte yaptığı tercihlerin bugününü belirlediğini, dolayısıyla bugünün tercihlerinin de geleceğini belirleyeceği tezini işliyor. Bu genel çerçeve ilham verici olsa da elimizdeki malzeme vasatı aşamıyor maalesef.

Öncelikle “Hillbilly Elegy”, kâğıt üstünde oldukça sert ve dokunaklı bir hikayeymiş gibi duruyor. Daha önce defalarca izlediğimiz sorunlu bir Amerikan ailesi var karşımızda. Üstelik sadece bu çekirdek aile de değil, ondan bir kuşak öncesinde de benzer travmalar mevcut. Vance ve ablası Lindsay’nin sorumsuz ve aynı zamanda bağımlı anneleri Bev ile sorun yaşamaları yetmiyor. Bev’in de kendi annesi Mamaw ile geçmişten bugüne taşıdığı sıkıntıları var. Lindsay, bütün bu yoksulluk ve hengâme içerisinde annesi ve anneannesi gibi kolay yolu, yani genç yaşta evlenip kendi hayatına gitmeyi tercih ederken; Vance, Mamaw’ın çabalarıyla eğitimine odaklanıyor ve Amerikan rüyasının somutlaşmış haline dönüşüyor.

Öncelikle bu kadar karanlık bir öykü için Ron Howard’ın izleyicinin gözünü alan bir parlaklığı tercih etmesi ve bunda ısrar etmesine değinmek gerekiyor. Belli ki, hikayeyi bir televizyon projesi olarak ele almış, seyirciye de televizyon seyirciyi muamelesi yapmayı uygun bulmuş yönetmen. Netflix’in sinema konusunda kayda değer yapım üretmekte sıkıntı yaşadığı düşünüldüğünde ortalamaya uyum sağlıyor film ama "Apollo 13", "Akıl Oyunları", "Cinderalla Man", "Frost/ Nixon”un da aralarında bulunduğu onca güzel işe imza atmış bir yönetmenden daha fazla özen istiyor insan haliyle.

Bu göz alıcı parlaklık bir yana, Vanessa Taylor’ın kitaptan uyarladığı senaryonun da derinlik konusunda sıkıntılar yaşadığını söylemeden geçmeyelim. Belli ki belli bir bölgeye, bu bölgenin kendisine has özelliklerine özel olarak vurgu yapan bir anlatı söz konusu. Ancak bizim gibi ölümlü seyircilere bu hissin geçmesinin olanağı yok izlediğimiz filmde. ABD’nin herhangi bir kasabasında geçebilecek herhangi bir sorunlu aileyi izliyormuşuz gibi. O bahsedilen yoksulluğun, bölge insanını karakterize eden kültürün izlerini görmek mümkün değil. Yoksullukları hakkında ne düşünürler, kime öfkeliler örneğin, ırkçı mıdırlar? Böyle bir çerçeve çizilmediği için, karakterler de derinleşemediği için sıradan bir televizyon filmini ötesine geçemiyor yapım.

Mamaw karakterinin olanak verdiği ölçüde Glenn Close döktürüyor ama Amy Adams için aynı şeyi söylemek çok zor. Bev’in sürekli birbirini tekrar eden döngülerinin oyuncuya fazla alan açtığını söylemek zor. Yılın merakla beklenen Netflix yapımlarından birisiydi “Hillbilly Elegy” ama bir hayal kırıklığı olarak yerini aldı.

ABD’nin sorunlu ailelerinde büyüyen yoksul çocuklara bir rüyayı pazarlamak gibi sosyal sorumluluk görevi anlamlı olabilir film için belki ama sinemasal olarak fazla anlam yüklemek mümkün değil…