YAZARLAR

Ama 'Silivri soğuktur'

Çağlayan Adliyesi önündeki miting her ne kadar İmamoğlu’nun adaylığının informal ilânı; gelecek seçimlerin başlangıç fişeğiyse bir o kadar da Yavaş’ın bu seçimlerde izleyeceği tarz-ı siyasetin de işaret fişeğiydi. Yavaş, Erdoğan’ın kendisine biçtiği bu rolü oynayacak mı yoksa Tatar Ramazan misali “Ben bu oyunu bozarım!” diye kükreyip, İmamoğlu’na da kendisine de kazandıracak yeni bir oyun mu kuracak?

Silivri ve soğuğu; hem 2000’ler otoriterizminin sembolü hem de tepemizde sallanan demoklesin kılıcının darbımeseli oldu, o gün bugündür. Ekrem İmamoğlu’na destek için İstanbul’a, Çağlayan Adliyesine giden Mansur Yavaş, burada yaptığı konuşmasında, “Silivri soğuktur diyenlerin bunun utanç verici olduğunu bilmesi gerekiyor.” derken hem haklıydı hem de haksız: Haklıydı; Silivri’nin soğuğunu hatırlatanlar bizi susturmaya çalışanlardı. Orada bir köy, bir Silivri vardı uzakta; gitmesek de görmesek de o Silivri bizler içindi, bizim köyümüzdü. Ta uzaklardan da olsa, oranın soğuğunu etimizde kemiğimizde hissetmediğimiz, hissedemediğimiz, ola ki hissetmeyi unuttuğumuz zamanlarda da kâh meydanlardan akademisyenlerin kanlarında duş alacaklarını söylüyorlar kâh grup toplantılarından tüm topluma parmak sallamayı, nefret kusmayı, ola ki demokratik/anayasal haklarını kullanarak sokağa çıkmak isteyenler olursa onları alenen tehdit etmeyi, sadece Silivri’nin soğuğunu değil, teneşirin sabun kokulu sıcağını da hatırlatmayı ihmal etmiyorlardı. Ne diyordu Kısıl Han, her salı grup toplantılarından üzerimize, üzerimize istifrağ ettiği sözlerinde “Yüreğiniz yetiyorsa çıkın sokağa da görelim. Ateşle oynama merakınız nüks ettiyse deneyin de boyunuzun ölçüsünü alalım. Kuyruk acısının ve kulis sancılarının pençesinde ne yapacağını bilmez bir halde bir uçtan diğerine sürüklenen[lerin]… 12 Eylül’le yarım kalan hesaplaşmaya dönük bir özlem[leri] varsa kınında beklemekte yorulmuş kılıç gibi burada olduğumuzu hatırlatıyor ve haykırıyorum.”

Mansur Başkan haklıydı haklı olmasına; Silivri’nin soğuğunu hatırlatanlar demokrasiye, demokratik haklarımıza ve Cumhuriyet’e taş koyanlardı; ama gelin görün ki haksızdı da: Boşa “Bir başıma kalsam şeh-i devrâna kul olmam / Vîrân olası hânede evlâd u ıyâl var” dememiş Âşık Dertli. Ama, işte, Silivri soğuk Mansur Başkanım, çok soğuk…

Sözü yavaş yavaş yakın gelecek zamandaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru bükmeden iki şey daha söylememe izin verin. İskender Pala, TRT2’de yayınlanan Berceste’de, bu beyitin dillere pelesenk ikinci mısrâsının “Vîrân olası” değil “Âbad olası hânede…” diye değiştirilmesi gerektiğini salık veriyor; ben de Pala’ya kulak vereyim: İnsanlar şimdi sussalar, “Ama Silivri soğuktur!” deseler, hem siyasî hayatımızın eşofmanlı kin-nefret tanrısı hem âhir zaman şeh-i devrânı ve hem de onların avâneleri önünde süt dökmüş kedi gibi dursalar da, bu, tırsaklıklarından, korkaklıklarından değil, yuvalarındaki, hânelerindeki, âbad olası, hep yüzleri gülesi çoluk çocukları için korkularındandır.

Unutmadan, sokaklar -ki, oralar hep bizimdi ve bizimdir. Kınında unutulmuş paslı kılıçlara rağmen, yine, yine çıkacağız sokaklara; demokratik haklarımızı kullanmak için de parklarında, çimenlerinde sere serpe uzanmak için de Cumhuriyet’i savunmak için de çay içmek için de cadde ortasında tek kale maç oynamak için de dayayıp sırtımızı duvara yüzümüzü güneşe çevirmek için de… Bakın -finalde soracağım!- “siyaset vergidir, demokrasi sokak”, gayrısı lâf ü güzaf; boş verin hele bir yol grup toplantılarını, siyasî parti merkezlerini… ve oralardaki çatık kaşlı, asabî, kravatlı erkek gürûhunu.

***

Artık oy vermeye Mayıs 2028’de mi gideriz yoksa daha erken mi onu bilemem ama gelecek seçimlerin sath-ı mâili ne zamandı, bu seçimler için ne zaman kollar sıvandı, ne zaman sokağa çıkıldı, ne vakit kılıçlar çekildi diye soran olursa bu tarihi kesinkes söyleyebilirim: 31 Ocak 2025. Saati de soran olursa 10’u 20 geçe dersiniz -ki, tam da bu dakikalarda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve henüz ilân edilmemiş seçimin henüz ilân edilmemiş Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu Çağlayan Adliyesi’ne gelip, Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’nun bulunduğu yedinci kata çıkıp ifadesini vermeye başlamıştır.

Ne ilginçtir, bütün gözlerin, ilginin İmamoğlu’nda olması gerektiği bir anda sadece meydandaki onbinlerin değil, tüm medyanın ve tüm toplumun da ilgisi kadrajdaki diğer isimde, Mansur Yavaş’taydı. Yavaş ile İmamoğlu’nun Çağlayan’daki ağaçlara el ele kalpler çiziktirdikleri o anlarda (!) meydan coştu; klavyeler tıkırdamaya başladı.

Yavaş; kurt politikacı, serin adam. “Boğaz kırk boğumdur.” derler ya, onunki seksen boğum olmalı -ki kırk değil, seksen düşünüp bir kere konuşuyor: Ketumluğu serinliğinden, serinliği kurtluğundan, kurtluğu -pişkinliğinden değil- pişmişliğinden mütevellit; kantarda kaç okka çektiğini gram gram ölçüp biçebilecek mahârete sahip. “Ensesinde gözü var”gillerden; kalibresi, şapkasını önüne koyup artısını, eksisini tartmaya da, Vehbi’nin kerrâkesini bir bakışta anlamaya da yeter, artar. Övmek için yazmadım; durum tespiti olarak okuyun lütfen. 

Bu evsafta bir politika esnafının -gelinen noktada- politik-kantarda İmamoğlu’nun kaç kendisinin kaç okka çektiğini bilmemesi; “…vazifeye atılmak için içinde bulunacağı… vaziyetin imkân ve şeraitini…[bu] imkân ve şerait[in], çok namüsait bir mahiyette tezahür edebi[leceğini]” diyor ya Paşa Hazretleri, Gençliğe Hitabe diye nam salan Kurultay konuşmasında (Nutuk’unda) hah, işte, onu bilmemesi mümkün mü; elbette değil.

İmamoğlu sadece CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı değil ki, aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın da müstakbel rakip-adayı. Açtığı davalarla, CHP değil ilk başta, bizzat, Cumhur Koalisyonu İmamoğlu’nu kendisine rakip seçti; Cumhurbaşkanı adayı olarak işaret etti. Burası Türkiye; mağdur edilmek, siyaseten başa güreşmenin mütemmim cüzüdür bu coğrafyada. Ve Erdoğan, İmamoğlu’nu mağdur ederek onun adaylığının önünü açtı; er ya da geç, ön seçimle ya da ön seçimsiz Özgür Özel de Erdoğan’ın işaret ettiği bu malûmu ilân edecek, etmek zorunda kalacaktır.

Tuhafdır ki gelecek seçimlerde CHP’deki rol dağılımını da bizzat Erdoğan dizayn etmiş oldu. Bu bölme işleminde bölünen rolünü İmamoğlu’na, bölen rolünü Yavaş’a verdi Erdoğan. Özel mi? O, bu matematik işleminin hiçbir yerinde yer almıyor ne yazık ki. Yavaş’a gelecek Cumhurbaşkanlığı seçimleri matematiğinde bir bölen rolü biçilmesini de bir yergi olarak yazmadım; bunu da bir durum tespiti olarak okuyun lütfen.

İmamoğlu’nun Yavaş’ı yanına almadan kazanması zor; Yavaş’ın İmamoğlu’na rağmen başka bir partiden aday olarak kazanması ise zor değil, imkânsız. Yavaş, Şair Eşref misâli “Bana yâr olmayan devr-i devranın izzet-i ikramını” seveyim deyip İmamoğlu’nun seçilmesini de engelleyerek Kaybedenler Kulübü’ne Mütevelli Heyet Başkanı da seçilebilir; gelecek seçimlerde Cumhurbaşkanı adayı gösterilmese de Kazananlar Kulübü Onursal Genel Başkanı da olabilir. 

Yavaş kalibresindeki birinin, Cumhurbaşkanlığı seçim matematiğinde kendisine biçilen bu rolü, rolleri fark edemeyeceğini düşünmek de gerçekçi değil. Çağlayan Adliyesi önündeki miting her ne kadar İmamoğlu’nun adaylığının informal ilânı; gelecek seçimlerin başlangıç fişeğiyse bir o kadar da Yavaş’ın bu seçimlerde izleyeceği tarz-ı siyasetin de işaret fişeğiydi. Önümüzdeki günlerde soracağımız tek soru şu olacak: Yavaş, Erdoğan’ın kendisine biçtiği bu rolü oynayacak mı yoksa Tatar Ramazan misali “Ben bu oyunu bozarım!” diye kükreyip, İmamoğlu’na da kendisine de kazandıracak yeni bir oyun mu kuracak?

Söylememek olmaz; siyaset bu, malûm bir gün bile uzun, bir yıl bile kısadır bu ringde. Bekleyelim görelim bakalım Mevlam ne’yler; neylerse güzel eyler.

Keyifli günler…


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.