Almanya basınında geçen hafta: ‘Türkiye’ye daha eleştirel sorular lütfen…’
Berliner Zeitung’da yayınlanan bir yazıda, Türkiye’deki basın özgürlüğünün durumuna dikkat çekilerek, Berlin’in bu durumun farkında olduğu ancak yine de Ankara’yla işbirliğini sürdürdüğü belirtildi.
DUVAR - Erken genel seçimler için 23 Şubat’ta sandık başına gidecek olan Almanya, faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin yükselişinden ötürü de olsa gerek komşusu Avusturya’da aylardır devam eden hükümet kur(ama)ma sürecini yakından takip ediyor. Sandıktan birinci çıkan faşist Avusturya Özgürlük Partisi’ni (FPÖ) dışlayarak yürütülen üçlü koalisyon görüşmelerinin sonuçsuz kalmasıyla hükümet kurma görevinin Cumhurbaşkanı Alexander van der Bellen tarafından FPÖ’ye verilmesi Almanya ana akım medyasında endişeyle karşılanmışa benziyor. Der Spiegel’in eski Türkiye temsilcisi Hasnain Kazim, başkent Viyana’dan Almanya basınına yaptığı değerlendirmede, Avusturya’da yeniden seçime gidilmesi halinde FPÖ’nün sandıktan daha da güçlü çıkabileceğine işaret etti.
Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un 3 Ocak’ta Fransalı mevkidaşı Jean-Noël Barrot ile birlikte Suriye’ye yaptığı ziyaret de üzerinden 10 gün geçmesine karşın halen özellikle Heyet Tahrir Şam (HTŞ) lideri Muhammed el Colani’nin (Ahmed el Şara) Baerbock ile el sıkışmaması üzerinden tartışılmayı sürdürüyor. Basında çıkan bazı yorumlara göre ise esasında ‘kültürel’ addedilebilecek bu tavra odaklanarak yapılan değerlendirmeler, bir yandan da dikkatleri gerçekte önemli olan konulardan başka yere çekiyor.
AfD Eşbaşkanı ve federal başbakan adayı Alice Weidel ile yaptığı canlı yayınla Almanya’daki tartışmalarda yerini koruyan milyarder iş insanı Elon Musk’tan ülkede düzenlenen Filistin’e destek eylemlerine ve Türkiye’deki basın özgürlüğünün durumuna ilişkin kaygılara geçtiğimiz hafta Almanya basınında öne çıkan haber ve yorumlardan bazıları şöyleydi…
‘EL SIKIŞMA TARTIŞMASI DİKKATLERİ ESAS OLANDAN UZAKLAŞTIRIYOR’
Suriyeli Kürt gazeteci Asia Haidar, haftalık siyaset dergisi Der Spiegel için kaleme aldığı “Reddedilen el sıkışma tartışmaları dikkatleri esas olandan uzaklaştırıyor” başlıklı yazısında, Colani’nin (Şara) Baerbock ve Barrot’yu başkent Şam’daki ‘Halk Sarayı’nda karşılaması sırasında yaşanan sahneye ‘bir Suriyeli olarak farklı bakılabileceğine’ işaret etti. Yaşanan olayın kendisi için şaşırtıcı olmadığına dikkat çeken gazeteci, “Pek çok Alman için, Şara’nın Baerbock’a karşı davranışı rahatsız edici olabilir. Burada bir kişinin elini sıkmamak kabalık olarak değerlendirildiği için bunu öncelikle bir hakaret olarak görüyorlar. Ben ise hem Kürt hem Suriyeli hem Alman hem de bir feminist olarak yaşanan olaya farklı bakıyorum. Suriye’de ve İslam’da pek çok dindar kişinin kadınlarla tokalaşmayı değil, ellerini kalplerine götürüp Şara’nın yaptığı gibi gülümsemeyi bir saygı ve takdir göstergesi olarak gördüğünü biliyorum” değerlendirmesinde bulundu. 8 Aralık’ta Beşar Esad yönetiminin yıkılması sonrasında kendisinin de Suriye’de benzer bir sahne yaşadığını anlatan Haidar, burada önemli olanın el sıkışma değil azınlıklar ve kadınlara sağlanacak haklar konusu da dahil olmak üzere HTŞ’nin bundan sonra nasıl bir siyaset izleyeceği olduğuna dikkat çekerek sözlerini özetle şöyle sürdürdü: “Sadece bu görüşme bile her iki taraf için de büyük ve önemli bir jestti: 13 yıllık bir izolasyonun ardından ilk ziyaret ve net bir mesaj teşkil ediyordu: Köprüler inşa etmek istiyoruz. Fakat tokalaşmanın olmaması dolayısıyla pek çok kişi bunu yanlış anladı. Pek çok Alman bu tavrı saygısız bulurken birçok Suriyeliye göre ise bu konudaki tartışma saygısızdı. Elbette Şara’yı Baerbock’un el sıkışmayı reddetmesini hakaret olarak algılamış olması gerektiği gerçeğini görmezden gelmekle suçlamak mümkün. Ne de olsa orada onun misafiriydi. Ancak sonuçta mesele bir video kesidinden ve reddedilen bir tokalaşmadan çok daha fazlası. Bu, uzun bir sessizlik döneminin ardından yeniden yakınlaşmaya çalışan iki ülkenin hikayesini anlatıyor.” (7 Ocak)
‘AVUSTURYA YENİDEN SEÇİME GİDERSE FPÖ SANDIKTAN DAHA GÜÇLÜ ÇIKAR’
Son bir hafta içinde Almanya kamuoyunu meşgul eden bir diğer konu da şüphesiz Avusturya’daki hükümet kurma çabalarıydı. Cumhurbaşkanı Van der Bellen, liberal Yeni Avusturya Partisi’nin (NEOS) Eylül 2024’teki seçimlerin ardından merkez sağ Halk Partisi (ÖVP) ve Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) ile yürüttüğü koalisyon görüşmelerinden çekilmesi üzerine hükümeti kurma görevini sandıktan birinci sırada çıkan faşist FPÖ lideri Herbert Kickl’e verdi. Gazeteci ve yazar Hasnain Kazim, 6 Ocak’taki Van der Bellen-Kickl görüşmesinin ardından konuya ilişkin olarak Welt TV’ye verdiği demeçte, başkent Viyana’da severek yaşadığını, 50 yıllık hayatında kendi özgür iradesiyle en uzun süre yaşadığı yerin burası olduğunu ve buradan ayrılmak istemediğini anlatarak, “Geleceğe endişeyle bakıyorum; panikle değil ama endişeyle çünkü elbette buradaki toplumsal iklimin nasıl değişeceğini bilmiyorum” değerlendirmesinde bulundu. Avusturya’da bildiği kadarıyla ateşe verilen mülteci merkezlerinin ve ‘insan avlarının’ olmadığını ve Avusturya’nın kırsal kesimleri de dahil olmak üzere çok kültürlü bir ülke olduğunu belirten Kazim, FPÖ’nün faşist gruplar ve neo-Naziler ile bağlarına işaret ederek ülkedeki bu durumun değişebileceğine, bunun da kendisinde büyük bir endişe yarattığına dikkat çekti. ÖVP’nin FPÖ ile başlatılan ikili koalisyon görüşmelerinde ‘kırmızı çizgilerinin’ ne olabileceği sorusunu da yanıtlayan gazeteci, “Büyük soru bu. Dürüst olmam gerekirse; ÖVP’nin çok da fazla kırmızı çizgisinin olmasına izin verilebileceğini sanmıyorum” dedi. Rusya’ya yakınlık konusunda iki parti arasında çok büyük farklar olduğunu, FPÖ’nün Rusya’ya ve Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakın olduğunu belirten Kazim, “Ama şurası açık ki eğer koalisyon kurulmazsa yeniden seçim yapılacak. Nispeten açık olan bir diğer nokta da şu: FPÖ ve Kickl böyle bir durumda buradan daha da güçlenerek çıkacaktır. Bu da FPÖ için daha iyi, ÖVP için daha kötü bir durum demek. Böyle bir durumda soru işaretleri daha da artacaktır” diye konuştu. (7 Ocak)
‘ELON MUSK, ASLINDA HÂLÂ KÜÇÜK BİR ÇOCUK’
Almanya’da ise son haftalarda devam eden AfD tartışmalarında özellikle bir isim öne çıkıyor: Elon Musk. AfD Eşbaşkanı ve federal başbakan adayı Alice Weidel, 9 Ocak akşamı Musk’ın sahibi olduğu X sosyal medya platformunda Musk ile bir araya geldi. Weidel’ın AfD ile Naziler arasında olduğunu iddia ettiği farkı anlatırken sarf ettiği Nazi lideri Adolf Hitler’in ‘komünist, sosyalist bir adam’ olduğu yönündeki sözleri, en kibar ifadeyle ağızlarda kekremsi bir tat bıraktı. Berliner Zeitung’a göre, Elon Musk’ı ‘AfD hayranı’ haline getiren kişi, 24 yaşındaki Naomi Seibt olmuştu. Seibt’ın X’te AfD’yi desteklediği paylaşımları Musk’ın dikkatini çekmiş, Musk ve Seibt önce yorumlarda, ardından doğrudan mesajlar (DM) üzerinden konuşmaya başlamıştı. İklim krizi ve Covid-19 aşılarına karşı şüpheci yaklaşımı ile bilinen ve X’teki paylaşımları dolayısıyla kendisini ‘gazeteci’ addeden Seibt, gazeteci Sophie-Marie Schulz’a verdiği röportajda Musk ile iletişiminin nasıl başladığını anlattı. Buna göre, Seibt, Haziran 2024’teki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerine giden süreçte AfD’yi desteklediğine dair bir paylaşım yapmış, bu paylaşımı X’in algoritmasının da sayesinde Musk’ın önüne düşmüştü. Musk, bu paylaşıma yaptığı yorumda, “Ne zaman AfD ile ilgili bir şey duysam, olumsuz bir geri dönüş alıyorum ve herkes onun tehlikeli bir parti olduğunu söylüyor. Orada neler oluyor?” diye yazdı. Bu ilk etkileşimlerini “İlk defa gerçekten nüfuzu olan biri bana dikkat etti. Ona AfD’nin arkasında olduğumu açıklamam gerektiği benim için açıktı” sözleriyle anlatan Seibt, ardından Musk’ın sorularını çektiği İngilizce videolarla yanıtlayıp X hesabından paylaşmaya başladı. Kendisinin ‘böyle bir içeriği uluslararası kamuoyuna sunan tek Alman’ olduğunu, kendisinin AfD üyesi olmadığını ama AfD’yi aşırı sağcı bir parti olarak da görmediğini söyleyen Seibt, Musk’ın kendisine ‘meme’ler de göndermeye başladığını belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “O ‘meme’leri seviyor. O aslında hâlâ küçük bir çocuk ama inanılmaz derecede de zeki. Bir noktada bizi Mars’a götürecek.” (8 Ocak)
REKTÖRDEN POLİSE TEPKİ: SİZE İHTİYACIMIZ YOK
İsrail’in Gazze Şeridi’ne saldırıları 15 aydır devam ederken, saldırıların ilk aylarında özellikle üniversitelerde başlayan protestolar aynı ivmeyle olmasa da devam ediyor. Almanya’da da başkent Berlin’deki Alice Salomon Yüksek Okulu’nun öğrencileri Filistin’e destek için okulda işgal eylemi başlattı. Okuldaki eylemin önce Almanya, ardından dünya kamuoyunun gündemine gelmesi ise rektör Bettina Völter’in polisin okula girmesine izin vermemesi ve bu anların video görüntülerinin sosyal medyada paylaşılmasıyla oldu. Gazeteci Hanno Fleckenstein’ın pazartesi günü konferans salonunda başlayan işgal eylemine ilişkin haberine göre, okulun pencerelerinde “Dünyada barış, emperyalizme ölüm” ve “Özgür Filistin” pankartları ile Filistin bayrağı asılıyken, okulun hemen yakınlarında ise altı polis aracı hazır bekletiliyordu. Eylemi mümkün kılan bir etmenin de okul yönetiminin protestoculara karşı hoşgörülü tutumu olduğuna işaret edilen haberde, rektör Vötter’in protestocuların yavaş yavaş okuldan ayrıldığı sırada polis karşısında öğrencilerine gösterdiği korumacı tutuma dikkat çekildi. Buna göre, Vötter, okul kapısı önüne gelen polislere, “Size ihtiyacımız yok” diye seslenmişti: “Ben bu üniversitenin rektörüyüm. Okulumuzun kuralları var ve sizi ben çağırmadım.” Öte yandan, Berlin’in Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili Belediye Başkanı Kei Wegner, rektörün sözlerini ‘tamamen akıl almaz’ olarak eleştirirken, salı günü üniversiteden yapılan açıklamada da ‘polis ile yapıcı ve yakın bir temas içinde olunduğuna’ ancak eylemlere hoşgörü gösterilmeye de devam edileceğine dikkat çekildi. Die Tageszeitung (taz) gazetesine konuşan üç eylemci öğrenci ise ‘ihtiyatlı bir övgüde’ bulunduğu üniversite yönetiminin bu hoşgörülü tavrının protestocuların taleplerini yerine getirmedikleri gerçeğini gizlememesi gerektiğine vurgu yaptı. Öğrenciler, okulun ‘işgal ve savaşla bağlantısı olan İsrailli kurumlarla’ ilişkisini kesmesini talep ediyor. (7 Ocak)
‘BU YASALAR BİZDE OLSA ÇOĞU GAZETECİ HAPİSTE OLURDU’
Son olarak, Türkiye’deki basın özgürlüğünün durumu, geçtiğimiz hafta Almanya basınında kendisine yer buldu. Mandy Tröger, “Türkiye’ye daha eleştirel sorular lütfen!” başlıklı yazısında, “Türkiye basın özgürlüğü endeksinde alt sıralarda. Bundan şikayet eden, hakkında dava açılmasını göze almalı. Ama hükümetimiz Ankara ile çalışıyor” dedi. Türk milliyetçiliğinin Türkiye’de norm olduğunu ve onu eleştiren gazetecilerin işini kaybedebileceğini ya da hapse girebileceğini söyleyen gazeteci, Türkiye’deki gazetecilere Terörle Mücadele Kanunu (TMK) uyarınca ve ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ iddiasıyla açılan davalara dikkat çekerek, “Bu tür yasalar trafik ışığı koalisyon hükümeti döneminde yürürlükte olsa Alman gazetecilerin çoğu hapishanede olurdu” diye yazdı. ‘Türkiye’de bunun şaka olmadığını’ belirten Tröger, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrasında tutuklanan gazetecilerle kapatılan basın-yayın organlarına ve Kürtlerin karşı karşıya kaldığı baskıyı eleştiren Kürt gazetecilerin ‘Türk devletinin düşmanı’ ilan edilmesine işaret etti. Yazısında Hürriyet gazetesinin logosunda yer alan “Türkiye Türklerindir” ifadesine atıfla, “Şunu soruyoruz: Türkiye Türklerinse kimin değil?” diyerek ülkedeki ‘onlarca dile ve etnik gruba’ dikkat çeken ve Suriye’de öldürülen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin hakkında Alman Gazeteciler Birliği’nin (DJV) Türkiye’den açıklama talep ettiğini hatırlatan gazeteci, yazısını şu sözlerle sonlandırdı: “Alman hükümeti, bu gelişmelerin farkında ama yine de Türkiye ile yakın işbirliği içinde. Deutsche Welle, 2019 yılının başında, koruma arayan Kürtlerin Türkiye adına ve Interpol’ün de yardımıyla Almanya’da nasıl zulüm gördüğünü aktarmıştı. Bir hukuk devletinde tartışmalı bir yaklaşım… Ancak, Alman makamları, ‘Türkiye Türklerindir’ sloganına da sadık kalarak Türk hukuk(suzluğ)unun uzun kolu gibi hareket etmeye devam ediyor. Medya bu konuyu neredeyse hiç haber yapmıyor; aksi takdirde, hepimiz muhtemelen daha eleştirel sorular sorardık.” (Berliner Zeitung, 6 Ocak)