Almanya basınında geçen hafta: ‘Erken seçime 3 hafta kala yarış yeniden başladı’

Almanya’da merkez sağ CDU’nun göç önergesinin faşist AfD’nin de desteğiyle mecliste kabul edilmesini mercek altına alan Der Spiegel’e göre, erken seçime 3 hafta kala yarış yeniden başlamışa benziyor.

Almanya Federal Meclisi'nde FDP ve CDU/CSU grupları. (Fotoğraf: Reuters)
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Almanya’da 23 Şubat’ta yapılacak erken genel seçimlere üç hafta kala geçtiğimiz hafta Federal Meclis’te yapılan iki oylama, ülke siyasetinde ve kamuoyunda büyük tartışma yarattı. Geçen haftaya kadar Almanya’nın yeni federal başbakanı olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan ana muhalefet Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) Genel Başkanı Friedrich Merz’in öncülüğünde meclise sunulan, göç politikalarının sertleştirilmesini öngören önerge, faşist Almanya için Alternatif (AfD) ve liberal Hür Demokrat Parti’nin (FDP) de desteğiyle kabul edildi. Birlik partileri CDU/CSU’nun ‘düzensiz göçü’ önleyeceği iddiasıyla sunduğu yasa tasarısı yoğun tepki ve protestoların da etkisiyle meclisten onay alamasa da Merz’in bu hamlesiyle olumsuz anlamda bir tabuyu yıktığı yorumları beraberinde geldi. Basında çıkan bir değerlendirmeye göre, Friedrich Merz bu adımıyla aynı zamanda anketlerde CDU/CSU’nun ardından ikinci sırada yer alan AfD’ye iktidar kapısını da açmış oldu. 

27 Ocak Uluslararası Holokost’u Anma Günü dolayısıyla yapılan yorumlarda ise hem AfD’ye açık desteğini ilan eden milyarder iş insanı Elon Musk’ın ‘Almanların artık Alman olmaktan gurur duyması gerektiği’ yönündeki sözlerine eleştiri vardı hem de yaklaşık 16 ay boyunca İsrail’in saldırıları altında hayatta kalmaya çalışan Gazze’de yaşananlar soykırım bağlamında ele alındı. Suçluluk duygusuyla sorumluluk duygusu arasında bir ayrım olduğuna işaret edilen bir yazıda, burada bahsi geçen sorumluluğun tarihe karşı değil, tarihten gelen bir sorumluluk olduğuna işaret edildi. Yahudi Soykırımı’nı anmak ise bugün dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bir başka soykırımı kınamak için bir fırsat olarak görülmeliydi. 

Merz’in göç önergesine ‘evet’ oyu vermeyen tek CDU’lu vekilden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturma ve davalara geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…

MERZ’İN ÖNERGESİNE RET VEREN TEK CDU’LU: ANTJE TİLLMANN

CDU/CSU’nun ‘yasa dışı giriş teşebbüsünde bulunan tüm kişilerin geri gönderilmesini’ öngören ve Federal Meclis’te kabul edilen önergesi, tek bir CDU’lu vekilden ret oyu aldı. Bu isim, Antje Tillmann’dı. t-online’dan Lars Wienand’ın haberine göre, 2009 yılından bu yana partinin meclis grubunda yer alan Tillmann, aynı zamanda CDU’nun mali politikalardan sorumlu sözcüsü. Tillmann’ın Merz’in Aschaffenburg’daki bıçaklı saldırı sonrası harekete geçirdiği süreçten ve bunun için AfD’den destek almasından memnun olmadığının sır olmadığı belirtilen haberde, Tillmann’ın eylül ayında yeniden vekil adayı olmayacağını açıkladığı hatırlatıldı. “Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Tillmann, yeni Federal Meclis’e girmek isteyen partisindeki diğer isimlerin aksine çok fazla ihtiyatlı davranmak zorunda değil. Sosyal medyada halihazırda hakkında spekülasyon yapıldığı üzere herhangi bir ‘intikamdan’ korkmak zorunda da değil” denilen haberde, siyasetçinin Thüringischen Landeszeitung isimli yerel gazeteye yazdığı yazıdan da alıntı yapıldı. Buna göre, Tillmann, 2015 yılında, daha sonra AfD ile işbirliği ve göç önergesi dolayısıyla Merz’i eleştirecek olan Angela Merkel’in başbakanlığı döneminde Almanya’nın attığı adımların bir ‘başarı hikayesi’ olduğunu düşünüyordu. Tillmann, yazısında şu ifadeleri kullandı: “2015 yine de bir başarı hikayesidir. Güncel rakamlara göre Almanya'ya göç eden Suriyelilerin yüzde 60’tan fazlası istihdam edilirken, erkeklerde bu oran yüzde 85'e kadar çıkıyor.” Habere göre, Tillmann’ın kendisi de 2015 yılında ülkeye tek başına sığınmış 15 yaşındaki Abdul isimli Suriyeli bir mülteciyi himayesine almış ve eğitim görmesini sağlamıştı. Haberde, Abdul’un endüstriyel mekaniker olmak için teknik eğitimini sürdürdüğü bilgisi verildi. (30 Ocak)

MERZ’İN PARADOKSU: AfD İLE MÜCADELE İÇİN AfD’YE İHTİYAÇ DUYDU

Haftalık siyaset dergisi Der Spiegel ise ‘aşırı sağa’ karşı çekilmiş ‘güvenlik duvarını’ yıkan CDU-AfD işbirliğini “Birlik ve güvenlik duvarı: Friedrich Merz, AfD’ye iktidar kapısını böyle açtı” başlıklı haberinde ele aldı. 22 Ocak’ta düzenlenen bıçaklı saldırıya atıfla “Merz, Aschaffenburg’un bir sonucu olarak, bu ülkede o zamana kadar geçerli olan siyasi bir tabuyu yıkmaya karar verdi” değerlendirmesine yer verilen haberde, ilk önergenin oylandığı çarşamba akşamı yaşananların ülkede siyasi bir şok dalgası yarattığı belirtilerek, “Çarşamba günü, her şeyi değiştirdi: Seçim yarışını, bu ülkedeki siyasi kültürü... Muhtemelen Merz’in Federal Meclis seçimindeki şansını da…” denildi. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde mecliste ‘aşırı sağın’ oylarına bağlı olacak herhangi bir çoğunluğun oluşmaması gerektiği konusunda demokratik partiler arasında bir görüş birliği olduğunu hatırlatan Der Spiegel, bu görüş birliğinin “Doğru olan bir şey, yanlış insanlar onunla hemfikir diye yanlış olmaz” diyen Friedrich Merz ile birlikte bozulduğuna işaret etti. “Merz bunu neden yaptı? Çünkü trafik ışığı koalisyonunun kasım ayında dağılmasından bu yana onun baş rakibi artık Federal Başbakan (Olaf Scholz) değil, AfD” ifadeleri kullanılan haberde, ayrıca şu görüşlere yer verildi: “(Merz'in) göç politikasındaki hamlesi, Aschaffenburg’un ardından seçim kampanyasının temel meselesi haline gelen konuyu AfD’nin siyasi egemenlik alanından çıkarma teşebbüsüydü. Merz, bunu yapmak için sağ popülistlerin desteğini kabul etmeye bile hazırdı. AfD’nin, AfD’yle mücadele etmek için ona yardım etmesi gerekiyordu; girdiği bahsin paradoksu da buydu… Merz, kendi deyimiyle ‘her şeyini ortaya koydu’ ve tüm riskleri aldı. Her şeyi kazanabilir ya da her şeyi kaybedebilir. Aynı durum SPD, Yeşiller ve AfD için de geçerli. Seçimlere yaklaşık 3 hafta kala yarış yeniden başlamış gibi duruyor.” (31 Ocak)

‘KİMSE “ALMAN OLMAKTAN GURUR DUYMAMAYIN” DEMEDİ’

Almanya’da AfD tartışması, aynı zamanda milyarder iş insanı Elon Musk’ın partiye olan açık desteği ve Almanya’ya ilişkin açıklamaları üzerinden de gündeme gelmeye devam ediyor. Elio Adler, tarihini Polonya’daki Auschwitz toplama kampının kurtarıldığı günden alan Holokost’u Anma Günü’nün ardından başkentin yerel gazetelerinden Berliner Zeitung için kaleme aldığı yazıda, “AfD ve Elon Musk, ortadan kaldırılması gereken bir suç kültünden söz ediyor. Suçluluk ve sorumluluk arasındaki ayrımı anlamıyorlar” değerlendirmesinde bulundu. Yahudi Soykırımı dolayısıyla duyulan suçluluk ve sorumluluk duygusuna işaret eden Adler, “Hiç kimse Almanlara Alman oldukları için gurur duymamaları gerektiğini söylemedi” başlıklı yazısında şu görüşlere yer verdi: “Almanya’nın Nazi dönemindeki tarihi suçluluğuna çok fazla odaklanıyor olması, kamuoyunun bazı kesimlerinde tekrar tekrar ortaya çıkan temel bir yanlış anlaşılmayı ortaya koyuyor. Yahudi bir Alman vatandaşı olarak şunu açıkça ifade etmek isterim ki buradaki mesele suçluluk duygusunu sürdürmek değil, sorumluluğu kabul edip üstlenmek. Tarihe karşı bir sorumluluk değil, tarihten gelen bir sorumluluk… Suçluluk ile sorumluluk arasındaki bu ayrım önemli. Elbette Holokost’tan sonra doğan Almanlar suçlu değil. 1945’ten sonra doğan hiç kimse Nasyonal Sosyalizm’in suçlarından sorumlu değil. Fakat tarihte yapılan hatalardan ders çıkarma ve böyle felaketlerin bir daha yaşanmamasını sağlama sorumluluğu Almanya’da yaşayan herkese ait. Bu sorumluluk soyut bir ahlaki ödev değil, somut bir durum: Bu, özgür ve demokratik temel düzenimizi korumak ve ister sağcı, ister solcu, ister dini ideolojiler yoluyla olsun bu düzeni tehlikeye atmak isteyen aşırılıkçılara karşı çıkmak demek.” (28 Ocak)

‘GAZZE’DEKİ SOYKIRIMI KINAMAYACAKSAK ANMANIN NE ANLAMI KALIR?

Die Tageszeitung (taz) gazetesi için kaleme alınan bir yazı ise “Peki, bugün devam eden soykırım(lar)?” sorusunu gündeme getirdi. Erica Fischer, “Herkes için bir daha asla” başlıklı yazısında, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) İsrail’in Gazze’ye saldırıları sebebiyle hakkında tutuklama kararı çıkardığı İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun istemesi halinde tutuklanma korkusu olmadan 27 Ocak’ta Auschwitz’de yapılan anma törenine gelebileceğine işaret ederek “Çoğu kadın ve çocuk olmak üzere en az 47 bin Filistinlinin soykırımından sorumlu olan kişi ya da hükümetinden bir temsilci, eşi benzeri görülmemiş bir soykırımın Yahudi kurbanları için başlarını öne eğecek. Filistinlilere yönelik soykırıma sessiz kalarak ve İsrail’e silah sağlayarak suç ortağı olan Alman siyasetçilerle yan yana… Polonyalı-Yahudi annemin bu utanca şahit olmak zorunda kalmamasına seviniyorum. Anne ve babası, Treblinka imha kampında öldürülmüştü. Trenden doğrudan gaz odasına alınmışlar, yaklaşık 20 dakika sonra ise ölmüşlerdi. Bundan önce ise tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi Varşova gettosunda, sokaklarda kokuşmuş çöplerin ve ölen insanların arasında aç kalıp üşümüşlerdi” ifadelerini kullandı. Annesinin İngiltere’ye kaçarak kurtulabildiğini ancak ailesinin yaşadıklarının ömrü boyunca kendisini takip ettiğini anlatan Fischer, “Ailesi için duyduğu üzüntü ve yas, annemi Nazi suçlarından sorumlu olmayan yüz binlerce Filistinlinin Siyonist devlet tarafından evlerinden sürüldüğü ve birçoğunun katledildiği gerçeğine odaklanmaktan alıkoymadı. Bir Yahudi devletinin Filistin’de yeri olmadığını söyleyecek kadar ileri de gitti. O artık 1948’deki Nekbe’nin devamına, belki de tamamlanmasına şahit olmak zorunda değil” dedi. Fischer, “Auschwitz’deki anma etkinliği, tam da anma iddiasında bulunduğu soykırım adına, gözlerimizin önünde gerçekleşen bir soykırımı kınama fırsatını kullanmayacaksa anmanın ne anlamı kalır?” diye sorarak yazısına şu sözlerle son verdi: “Auschwitz’den alınacak ders sadece şu olabilir: ‘Herkes için bir daha asla.’ Bu, grup, din ya da etnik köken ayırt etmeksizin bir insanlık talebidir.” (27 Ocak)

İMAMOĞLU’NA ‘BELKİ DE TÜRKİYE’NİN EN HIZLI SORUŞTURMASI’

Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 27 Ocak Pazartesi günü düzenlediği basın toplantısında, Cumhuriyet Halk Partili (CHP) belediyelere açılan soruşturmalardaki bilirkişinin adını duyurmasının ardından hakkında ‘jet’ soruşturma başlatılması Almanya basınında da kendisine yer buldu. Gazeteci Wolf Wittenfeld, “Türkiye’de baskı: Muhalefet mensuplarına ve kültür çalışanlarına karşı” başlıklı yazısında, “Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, siyasi rakiplerinden kurtulmak istiyor, rakibi İmamoğlu’na yönelik davalar gitgide artıyor” değerlendirmesinde bulundu. Ekrem İmamoğlu’nun geçtiğimiz hafta başında ‘muhtemelen Türkiye’nin en hızlı başlatılan soruşturmasıyla’ karşı karşıya kaldığına işaret edilen yazıda, ‘kulağa kötü bir şaka gibi gelen bu durumun arkasında yöntemlerin olduğu’ belirtilerek “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın en önemli rakibi Ekrem İmamoğlu, haftalardır bir dizi yeni dava ile karşı karşıya kalıyor. Bunlar İmamoğlu’nu susturma ve olası bir mahkumiyet halinde siyaseten saf dışı bırakma niyeti taşıyor” denildi. Tutuklu Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ve menajer Ayşe Barım gibi isimlerin yaşadıklarına da atıfta bulunulan yazıda, İmamoğlu’na yönelik davalar hakkında şu bilgiler paylaşıldı: “İmamoğlu, seçim kurulu üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla halihazırda 2 yıl, 7 ay (ve 15 gün) hapis cezası almış durumda. İstinaf süreci onu daha fazla baskı altına almak için tekrar tekrar erteleniyor. Yakın zaman önce yargı mensuplarına hakaret etmekle suçlanan CHP Gençlik Kolları Başkanı’nı savunduğu için İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na hakaret ettiği söyleniyor.” (die Tageszeitung/taz, 28 Ocak)