Alimler Buluşması'ndan Kürt sorununa

Evrensel yazarı Yusuf Karadaş, Diyarbakır'da düzenlenen 7.Alimler Buluşması'nın sonuçlarını değerlendirdi, toplantıya Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan ile Taliban temsilcisinin katıldığına dikkat çekti.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Evrensel yazarı Yusuf Karadaş, hafta sonu düzenlenen ‘7. Alimler Buluşması’nın Erdoğan'ın Kürt sorunu ve Ortadoğu politikaları ile bağlantısını değerlendirdi. 

Hizbullah'a yakınlığı ile bilinen Alimler ve Medreseler Birliği'nin düzenlediği toplantıda “Kürt sorununun laik-seküler güçlerin elinden kurtarılması” ve “ümmetçi çözüm” kararlarının alındığına dikkat çeken Karadaş, Erdoğan'ın "Diyarbakır’da Hizbullah’ı (Hüda Par) ve Afrin’de El-Nusra’yı Kürt sorunundaki gerici politikanın araçları olarak" devreye soktuğunu belirtti. 

Yusuf Karadaş'ın "Diyarbakır’da Hizbullah, Afrin’de el Nusra!" başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle: 

"Diyarbakır’da 15-16 Ekim tarihlerinde gerçekleştirilen “alimler buluşması”na Taliban temsilcisinin katılması ve sonuç bildirgesinde Taliban’ın Afganistan’da kurduğu İslam Emirliği’nin “İslam ümmeti için iftihar vesilesi” ilan edilmesi, Hüda Par’ın Kürtler için nasıl bir yönetim modeli istediği konusunda fikir veriyor.

Kürt sorununun laik-seküler güçlerin elinden kurtarılması için “ulema”ya daha fazla sorumluluk alma çağrısının da yapıldığı buluşmaya Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden biri olan Yeni Şafak Yazarı Yusuf Kaplan’ın katılması, iktidarın desteği ve bu desteğin arkasındaki hesapların anlaşılması bakımından önem taşıyor. Kaplan, burada yaptığı konuşmada Hüda Par’ı “Bölgenin emniyet supabı, Müslümanların yüz akı” ilan ederek desteğini ortaya koydu.

Kaplan’ın Hüda Par ile ilgili görüşleri yeni değil. Daha 2015’te yazdığı bir yazıda devlet nasıl geçmişte PKK’ye karşı Hizbullah’ı desteklediyse bugün de HDP’ye karşı Hizbullah’ın yasal kolu olan Hüda Par’ı desteklemesi gerektiğini söylemişti.

(...)

İşte bugün tıpkı Kaplan’ın söylediği gibi HDP’ye karşı çok yönlü bir saldırı politikası sürdüren Erdoğan iktidarı, bölgede Hüda Par’a özellikle belediyelere atanan kayyumlar üzerinden her türlü desteği veriyor. Çünkü baskı politikaları eşliğinde Hüda Par’ın “medrese” adı altındaki dini örgütlenmelerinin yaygınlaştırılması, seküler-demokratik karakterli Kürt mücadelesinin geriletilmesinin bir aracı olarak devreye sokulmak isteniyor. Konuyla ilgili daha kapsamlı bir değerlendirme için Dilop dergisinin ‘Kürt Sekülerleşmesi’ dosyasına bakılabilir.

Erdoğan iktidarının Kürt sorununda gündeme getirdiği politikalar bağlamında ele alınması gereken bir diğer önemli gelişme de HTŞ’nin, ÖSO’nun işgali altındaki bölgeleri ele geçirmesi oldu. Bu köşede daha önce yayımlanan ‘ÖSO’nun yerini HTŞ mi alıyor?’ yazısında Erdoğan yönetiminin HTŞ’yi devreye sokmasının arkasındaki hesaplara işaret edilmişti.

ÖSO grupları ile çatışan HTŞ (Bu çatışmada ÖSO’nun Hamza Tümeni ve Sultan Süleyman Şah grupları HTŞ ile hareket ediyor ve Ahrar’uş Şam ve Sultan Murad Tugayı ise ikiye bölünmüş durumda) Afrin’i ele geçirip Azez ve el-Bab’a ilerliyor.

Eğer HTŞ’yi durdurmak isteseydi SİHA’larını, topçu atışını anında devreye sokabilecek olan Erdoğan yönetiminin bu sessizliği belirttiğimiz gibi hesapsız değil. Dahası HTŞ’nin işgal ettiği bölgeler bugün Hatay, Kilis gibi valilikler tarafından yönetiliyor.

Erdoğan yönetiminin resmen “terör örgütü” olarak gördüğü ama fiilen desteklediği HTŞ üzerinden yaptığı hesapları birkaç başlık halinde özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:

Birinci olarak; HTŞ (el Nusra), 2013’ten bu yana Kürtlerle çatışma deneyimine sahip bir örgüt. Dolayısıyla Rojava’ya yönelik operasyon için istediği koşulları sağlayamayan Erdoğan yönetimi için HTŞ, son dönemlerde kendi aralarında çatışan ve güven vermekten uzak duran ÖSO’nun aksine uygun bir araç olarak öne çıkıyor. 

İkincisi ve daha önemlisi; bilindiği gibi Putin, Suriye’deki müdahale girişimleri konusunda Erdoğan’a muhatap olarak Esad yönetimini adres göstermişti. Esad rejimi ise, görüşmek için Erdoğan yönetiminin ÖSO gruplarıyla birlikte işgal edilen bölgelerden çekilmesini ön koşul olarak öne sürüyor. Böylesi bir tabloda Halep’e kadar olan bölgelerin HTŞ’nin eline geçmesi iki bakımdan Erdoğan’ın işini kolaylaştırıyor. Böylece hem resmen “terör örgütü” olarak tanımladığı HTŞ’yi yerleştirerek bu bölgelerden çekilmeden çekilmiş gibi görünmek ve hem de ÖSO’nun parçalı görünümü yerine HTŞ’yi tek muhatap haline getirerek Suriye’nin geleceğine dair pazarlıklarda elini güçlendirmek istiyor.

Üçüncü olarak Erdoğan, ABD’nin de HTŞ’nin İdlib’deki varlığını desteklemesini ve bu bakımdan onu ÖSO’dan ayrı ele almasını böylesi bir hamle için avantaj olarak değerlendiriyor." (YAZININ TAMAMI)