YAZARLAR

Ali Kemal Çınar: Diyarbakır sıkıntısının vizörü

Ali Kemal Çınar’ın mizahındaki suratsızlık da biteviye bir umut ve umutsuzluk gelgitinde takılmış kalmışlığın sıkıntısını ifade ediyor olmalı. Diyarbakır’ın siyasi iklimindeki şu medcezrin. Ali Kemal Çınar, hiperpolitize bir kentte politik sanattan kaçarken yine de politikleşen, politik sanattan kaçtığı ölçüde politik olan özgün ve büyük bir sinema yapıyor. 

Ali Kemal Çınar, filmlerinde bize sıkıntının verimliliğini (prodüktivite) gösteriyor. Varoluş sıkıntısının kent merkezindeki mümbit krokisini seriyor önümüze. Ki bu, biraz da, belki de çokça Diyarbakır sıkıntısıdır. Bir Diyarbakır sıkıntısı. Gece vakti dairesinin penceresinden kentin yerel estetiğinin yittiği bir semtin anonim binalarına bakan süpermen kostümü içindeki Ali Kemal de (‘Gênco’, 2017), tuvalette saklı gizli, basurlu rektumuna fitil iten ana baba evi mahpushanesindeki geçkin oğul Ali Kemal de (61 dakikalık ‘Kurte Fîlm-Kısa Film’, 2013) çok sıkılıyor. Bu ikincisi ıkınıyor da. Hem basuru hem de bir türlü başlayamadığı kısa filmi sebebiyle. Filmlerinde sıklıkla kendisini oynayan Ali Kemal Çınar karakterlerindeki bu sıkıntı nereden? Nereden bu Diyarbakır sıkıntısı? Bir türlü gelmeyen barış ve demokrasiyi bekleyişin sıkıntısı mı, toplumdaki hiperpolitizasyonun, birey ve sanatçı üzerindeki mahalle baskısının bunaltısı mı?

Arada- Di Navberê De (2018)

Oyuncu-karakter (hemen her filminde kendi adıyla oynuyor) Ali Kemal de, yönetmen Ali Kemal Çınar da bir oblomovvari kapanma halindedirler ve bu kapanma pencerelerden görünen, gösterilen soğuk konut bloklarının bir benzerindeki ana baba evinde gerçekleşiyor, kurgulanıyor. Bu evdeki odasında Ali Kemal, kendiyle, kimliğiyle, bedeniyle oynayıp duruyor sıkıntıdan. Bedenini ve kimliğini oynuyor bu yolla. Ve böyle varoluyor, böylelikle var ediyor kendini, filmlerini.

Arjantinli karikatürist Mordillo, ‘mizah, umutsuzluğun incelikli dışavurumudur’ der. Ali Kemal Çınar’ın mizahındaki suratsızlık da biteviye bir umut ve umutsuzluk gelgitinde takılmış kalmışlığın sıkıntısını ifade ediyor olmalı. Diyarbakır’ın siyasi iklimindeki şu medcezrin.

Kısa süre sonra, 30 yaşına girdiğinde, aniden erkekten kadına dönüşeceğini öğrenen ve nişanlısını da erkek olmaya ikna etmeye çalışan mahalle bakkalı (‘Veşartî-Gizli’, 2015)… Tıp literatüründe olmayan bir sendrom sonucu başı ikidillilik-bilingualite (Kürtçe ve Türkçe) ile derde girmiş, çocukluğundan beri anladığı dili konuşamayan, konuştuğu dili ise anlamayan oto tamircisi (‘Di Navberê De-Arada’, 2018)… Yukarıda bahsettiğim süper kahraman Gênco kimliğini edinmiş kafe işletmecisi… Basur ameliyatı yaptıracak parayı denkleştiremeyen, külotunun içine kâğıt havlu koyarak idare eden, üstelik çekeceği kısa filme de bir türlü başlayamayan yönetmen… Hepsi… hepsi… yani Ali Kemal Çınar filmlerinin bütün esas kahramanları, bir geçiş aşamasında asılı kalmışlardır ve bu yüzden her karede surat asarlar.

Ali Kemal Çınar-Sakine Tunç / Veşartî -Gizli (2015) 

Ali Kemal Çınar filmlerinde iç sıkıntısı sadece pencerelerden görünen yeni, soğuk, tektip kent manzarasıyla değil (Nuri Bilge Ceylan’ın Orta Anadolu bozkırının kentteki labirentimsi muadili), içmekânlardaki Diyarbakır orta sınıfına özgü yeni dekorasyon stiliyle de iyice koyulaşıyor. Siyah, madeni, kente özel bir güvenlik gerekçeli ağır daire kapıları, ipeksi parlak kendinden desenli duvar kağıtları, antre ve hollerde halıların kenarlarından görünen parlak fayans ya da seramik karolar, odalarda ve salonda kalabalık misafir gruplarını ağırlamak için çekyat işlevli, parlak renkli, oval ağırlıklı koltuk takımları, mutfak zemininde yine halılar, minderler… Kahramanın burnunun dibine kadar dayanmış çamaşır makinesi, her odada, nişanlıların ilk buluşmasında bile açık olan televizyonlar… Ve kentte atomize olmuş-edilmiş sülalelerden üreme çekirdek ailelerin yine de vazgeçemediği fazladan metrekareler… Domestik birer yalnızlık agorası, Diyarbakır yeni bina daireleri…

Ali Kemal Çınar mütevazı, belli ki minimum bütçeyle çektiği, casting’ini annesi, babası, kardeşi ve arkadaşlarından oluşturduğu, ağırlıkla içmekânlarda, evinde ya da bir kafe veya dükkânda, çektiği filmleriyle sinemadaki “pahalı proje”, “teknik imkân” ideolojisini yıkarken, senaryolarında da yaşadığı kent, coğrafya, hatta ülkedeki siyasi mücadelelerde üreyen ya da dolaşıma giren yeni ve modern kavramlarla oynayarak güncel siyasi ideolojik sorunları da irdeliyor.

Kişi kültü, toplumsal cinsiyet, ikidillilik-bilingualite (“anlıyorum ama konuşamıyorum” geçiştirmesi, özrü), eril mahremiyet, sanatçı özgürlüğü… Hepsi Ali Kemal Çınar’ın düşük bütçeli filmlerinin tezgâhından geçerken, ortaya da parlak bir sinema çıkıyor.

Ali Kemal Çınar’ın filmlerindeki kimi zaman ana tema da olan fantastik motifler onun kentteki hiperpolitize boğuntudan kaçış yolu olmuş gibi. Kentin sanatsal ortamındaki ağır toplumsal gerçekçi yaklaşıma bir direniş, bir alternatif, kendi dilini kurma çabası.

Ama tam da o fantastiklerden olan, göğsünde S (Süpermen) yerine G (Gênco) harfi taşıyan daracık bir kostüm giymiş süper kahraman Ali Kemal, kostümlüyken de kostümsüzken de gücünün sınırlı olduğunun farkında. Gücünün sınırlı olduğunu her iki kimliğiyle de açıkça söylüyor senaryoda. 

Kostümlüyken kendisinden yardım isteyen hastayı sadece kısa süreliğine iyileştirebiliyor, sonrasında hastalık hemen, yeniden nüksediyor, kostümsüzken de ortağı olduğu vejetaryen kafe iflasa sürükleniyor ya da aşçı olarak işe koyduğu babası yemeklere et suyu katıp bir skandala sebebiyet veriyor…

 Ama işte Ali Kemal, tam da o sınırlılıkta, o sınırlı ortamda, o evde, o kafede, o semtte ve o kentte sınırları, sınırlarını genişletiyor ya da hepten ihlal ediyor. O sınırlardan biri burnun dibine gelip dayandı mı da (ki özellikle dayandırıyor gibidir) filmini ucu açık bir sonla bağlayarak (ya da açık bırakarak), izleyiciyi yanına çağırıyor… Her filminin bir yerinde yakını rolündeki bir karakterin yardımına ihtiyaç duyduğu, duyacağı gibi- ki bu defa da bu ikisi- ikili güçsüzlükleri ile tanışacaklardır.

Ali Kemal Çınar’ın fantastik filmleri, gerçeklikten fantastiğe kaçışın da çıkar yol olmadığını anlatırken, sona doğru karakterlerini ve izleyiciyi aniden kentin göbeğindeki kesif Diyarbakır sıkıntısının içinde bırakıveriyor.

Ali Kemal Çınar, hiperpolitize bir kentte politik sanattan kaçarken yine de politikleşen, politik sanattan kaçtığı ölçüde politik olan özgün ve büyük bir sinema yapıyor. 

KİMDİR?

Ali Kemal Çınar, 1976, Diyarbakır doğumlu. Film yönetmeni. Diyarbakır Sinema Kulübü’nün kurucularından. ‘Gênco’ adlı filmiyle 2017’de Ankara Uluslararası Film Festivali Ulusal Yarışma’da En İyi Film ödülünü aldı. Son filmi ‘Beriya Şevê-Geceden Önce’, bu yılki Uluslararası İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma’da yarıştı.


Ahmet Tulgar Kimdir?

Ahmet Tulgar, İstanbul'da 1959 yılında doğdu. 35 yıldır gazeteci ve edebiyatçı olarak yaşıyor. Çalıştığı yayınların bazıları sırasıyla Sabah, Güneş, Nokta, Milliyet, Akşam, Vatan, Birgün, Cumhuriyet oldu. Makale ve denemeleri Şehrin Surlarındalar (1992), Tam Yakalandığımız Yerden (2004), Ne Olmuş Yani? Korsan Yazılar (2005), Ben Onlardan Biriyim (2007), Diller Çehreler Barış (2010), Henüz Zaman Var (2013), Bakışın Ritmi (2020), söyleşileri Mahallede Herkes Kahramandır (2004) adlı kitaplarda toplandı. Evsiz Ülke Hikâyeleri (1989), Birbirimize (2009), Duygusal Anatomi (2015), Trajik Nüans (2016), Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı (2018), Arzunun Serbest Dolaşımı (2021) adlı altı öykü kitabı, Volkan'ın Romanı (2006), Çocuklar ve Canavarları (2012) adlı iki romanı yayımlandı.