Ali Ekber Yıldırım: Tüketici ürüne ulaşamıyorsa bu da bir kıtlıktır

Covid-19'la değişen tarım düzeninin ülkelerde 'gıda milliyetçiliği'ni hâkim kıldığını belirten Ali Ekber Yıldırım'a göre, Türkiye tarım zengini ülke olmaya aday; ancak bu politikalarla değil…

Google Haberlere Abone ol

ANKARA- Türkiye’de tarım konusunda en yetkin gazetecilerden olan Ali Ekber Yıldırım’ın, “Yeni Tarım Düzeni” isimli kitabı SİA Yayınevi’nden çıktı.  

Kitabında “Zengin toprakların fakir insanları olmayı hak etmiyoruz” ifadeleriyle Türkiye’nin üretim cenneti olduğuna dikkat çeken Yıldırım, üreticinin tarlada yaşadığı sorunlara ışık tutarak, Covid-19 salgınıyla değişen ‘yeni tarım düzeni’ne vurgu yapıyor.

Tohumdan, gübreye, iklimden pandemiye, gıda milliyetçiliğinden, tarlaya dayalı üretimin önemine kadar birçok konuyu ele alan Yıldırım, yakın gelecekte ülkelerin zenginliklerini tarımın belirleyeceği iddiasını ortaya koyuyor.  

Ali Ekber Yıldırım ile yeni çıkan kitabının yanı sıra, iklim değişikliğinin etkisiyle tartışılmaya başlanan gıda krizi tehlikesini, fiyatlardaki artışı ve tarımın geleceğini konuştuk...  

Ali Ekber Yıldırım

TÜRKİYE’DE ÖZELLEŞTİRME TARIM İLE BAŞLADI 

Öncelikle yeni kitabınız “Yeni tarım düzeni” hayırlı, okuyucusu bol olsun. Türkiye’de iklim değişikliği, pandemi, üreticinin her alandaki maliyet artışlarının da etkisiyle en önemli gündem maddesi tarım. Siz de kitaplarınızda bahsediyorsunuz. Üretim cenneti konumundaki Türkiye, nasıl oldu da yıllar içerinde ithalata dayalı bir modele dönüştü, daha da ileri gideyim ‘gıda krizi’ni konuşur hale geldi? 
Türkiye’de özellikle 1960’lı yıllardan sonra temel hedef sanayileşme üzerinden şekillendi. 1980'lerden sonra bu hedefe turizm de eklendi; ancak tarım hep arka plana atıldı. Bu da tarıma gereken önemin ve desteğin verilmemesine yol açtı. Böylece 1980’lerden itibaren de Türkiye, tarım girdilerini ithal eden bir ülkeyken tarım ürünleri de ithal etmeye başladı. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın metropol ülkeler adına Türkiye tarımını yönlendirmek için dayattığı politikalar,  24 Ocak kararları derken çiftçi giderek tarımdan uzaklaşmaya başladı. Çünkü rekabet edemedi. Tarımda en kapitalist ülkeler bile hala korumacı, devletçi politikaları uygularken, dünyada herhalde özelleştirmeyi tarımla başlatan ilk ülkelerden biriyiz. Türkiye’de tarım, büyük bir baskı ve kuşatma altında. Bütün bunların sonucu olarak geldiğimiz noktada da bioçeşitliliği, ürün çeşitliliği en fazla olan ülkelerden biri olmasına rağmen Türkiye, bir anda ‘gıda krizi’ni tartışmaya başladı.  

‘PANDEMİDE AVRUPA’NIN YAPAMADIĞI ÜRETİMİ TÜRKİYE YAPTI’ 

Tarım pandemiyle birlikte yeniden en önemli başlıklarımızdan biri oldu. Pandemi tarımı nasıl etkiledi?  
Pandemi, Türkiye’ye tarımsal üretim yapılması açısından çok önemli fırsatlar sundu; Avrupa’nın yapamadığı üretimi Türkiye yaptı. Ama bu fırsat değerlendirilemedi. Çiftçiye yönelik tarımsal desteklerde bir artış yaşanmadı, kentlerde yaşayan birçok insanın bu süreçte ‘acaba tarım mı yapsak’ diyerek kırsala dönme fikri geliştirilemedi. Yani sorgulayan tüketici üretime katılamadı. Türkiye bu süreçte buğday, arpa gibi birçok bakliyat ürünlerini ithal etmeyi sürdürdü. Ama artık daha pahalıya… Çünkü salgının yayılmasıyla ülkeler ihracata yönelik önemli kısıtlamalar uyguladı, sürecin uzaması endişesiyle stok oluşturmaya başladılar. Kısıtlama uygulayan ülke sayısı 100’ü aştı. Bu da elindekini koruma güdüsünü ön plana çıkardı.  

YENİ TARIM DÜZENİ: PETROL ZENGİNİ ÜLKELERİN YERİNİ GIDA ZENGİNİ ÜLKELER ALACAK  

Yani ülkeler pandemi sürecinde bir anlamda tarımın yaşamsal önemini fark etti. Kitabınıza da adını veren, ‘yeni tarım düzeni’ ülkeler için bir zorunluluk haline geldi diyebilir miyiz?  
Kesinlikle… Bu dönem, “tarım ve gıdada yeni dünya düzeni” olarak adlandırılıyor. Tarımsal potansiyeli yüksek, iklimi, su kaynakları, biyoçeşitliliği zengin ve bunu değerlendirebilen ülkeler bu yeni dönemin en avantajlı ve yıldızı parlayan ülkeleri olarak görülüyor. Petrol zengini ülkelerin yerini gıda zengini ülkeler alacak. 

Peki, bu süreçte düzenin yani sistemin dışında kalan, Türkiye gibi ithalata dayalı tarım politikası uygulayan ülkeler bu durumdan nasıl etkilenecek? Gıda krizi tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir miyiz?  
Şu an da bir krizle karşı karşıyayız aslında. Fiyatların bu kadar yüksek olması, tüketicinin o ürünleri alamaması zaten bir gıda krizine işaret ediyor. Artık dünyada yeni bir tarım düzeni var. Ülkeler ürettikleri ürünlerin önce kendilerine yetip yetmeyeceğine bakıyor. Aynı zamanda da giderek korumacı bir politika ön plana çıkıyor; çiftçiyi, üretimi desteklemek gibi… Gıda milliyetçiliği de çok arttı. Kısıtlamalar hep gündemde olacak. En ufak krizde ithalatı, ihracatı durdurma uygulamalarıyla karşılaşacağız. Türkiye, gıda üreten zengin ülkelerin en büyük adayı olmasına karşın bugünkü tarım politikaları ve anlayışıyla bu fırsatı değerlendiremiyor. 

‘İKLİM KRİZİ ARTIK ÜRETİMİ TEHDİT EDER NOKTAYA GELDİ’ 

Peki ya iklim krizi tarımı nasıl etkileyecek? 
İklim krizi çok uzun yıllardır dünyanın gündeminde. Bugün geldiğimiz noktada iklim değişikliği artık soframızı etkiler duruma geldi. Yani çiftçi ürününü kaybediyor. Yağış olmuyor, kuraklık nedeniyle birçok ürün tarladan çıkamıyor. Bu sefer de gıda fiyatları yükseliyor. İklim krizi artık üretimi tehdit eder noktaya geldi. Bu süreçten sonra iklim krizini, su sorununu dikkate almayan hiçbir tarımsal üretimde başarı sağlamamız mümkün değil. Zaten Avrupa Birliği bu konuda öncülük yaparak, “Yeşil mutabakat” ile bazı adımlar attı. Tarım ilaçları kullanımının azaltılması, üretim alanlarının artırılması, sıfır atık ile ilgili taaddütleri bu konuyu ciddiye aldıklarının göstergesi. 

‘TÜRKİYE İTHALATA DAYALI BİR POLİTİKAYLA GIDA FİYATLARINI DÜŞÜRMESİ MÜMKÜN DEĞİL’ 

Bugünlerde ana gündem konularımızdan birisi gıda fiyatları. Son dönemde gıda fiyatları çok yüksek. Önlem olarak temel gıda ürünlerinde KDV yüzde 8’den yüzde 1’e indirildi. Vergideki bu indirim tek başına gıda fiyatlarındaki artışa çözüm olabilir mi? 
Bu uygulama gıda fiyatlarına bir çözüm olamaz. Dünyanın birçok yerinde zaten temel gıda ürünlerinde KDV yoktur. Fiyatı yüzde 100-200 artmış bir üründe siz yüzde 7 indirim yaptınız diye gıda fiyatlarındaki sorun çözülmez. Zaten KDV indirilir indirilmez birçok ürüne zam geldi. Değişen bir şey olmadı. Türkiye’de son 10 yılda gıda fiyatlarına karşı farklı zamanlarda alınmış 16 tedbir var. İthalat kapılarının açılması, Hal Yasası, Tanzim satışları gibi çok sayıda alınan önlem gıda fiyatlarını düşüremedi. Çünkü ithalat arttıkça, üretici ithal ürünlerle rekabet edemediği için daha fazla üretimden çekiliyor. Bu da üretimin düşmesine ve gıda fiyatlarının artmasına yol açıyor. Türkiye’nin ithalata dayalı bir politikayla gıda fiyatlarını düşürmesi mümkün değil. 2021’de sadece hububat ürünleri ithalatına verilen para 50 milyar lira, yaklaşık 2 milyon çiftçiye verilen toplam destek 23 milyar lira. Gıda fiyatlarının düşürülmesinin yolu tarladan geçiyor. Tarladaki maliyetin düşürülmesi, üreticinin desteklenmesi lazım. 

‘TÜRKİYE’DEKİ FİYAT ARTIŞLARI DÜNYAYA GÖRE DAHA YAKICI OLDU’ 

Peki, gıda fiyatlarındaki artışta dünya ile Türkiye’yi kıyasladığımızda makas açık mı?  
Dünyada da gıdada son 10 yılın en yüksek fiyatlarını gördük. Dünyada da pandemiden dolayı bir fiyat artışı var. Bugün Rusya’da da, Amerika’da da, Avrupa’da da en önemli sorunlardan biri artan fiyatlar. Ancak gelişmiş ülkelerde gıdaya ayrılan bütçeler ile bizim gibi ülkelerde ayrılan kaynak çok farklı olduğu için biz daha fazla etkileniyoruz. Türkiye, dünyadaki bu artışların yanı sıra belli dönemlerde dövizdeki aşırı yükselmeden dolayı ilave olarak da ciddi fiyat artışları yaşadı. Bu nedenle de Türkiye’deki fiyat artışları daha yakıcı oldu.  

‘EĞER RAFLARDA ÜRÜN VAR AMA TÜKETİCİ O ÜRÜNE ULAŞAMIYORSA BU DA BİR KITLIKTIR’ 

Son dönemde gıda krizine daha çok üretici yönüyle yaklaşılıyor. Peki ya tüketici? Artık temel gıda ürünlerine ulaşımı zorlaştı. Artık taneyle ürün alır hale geldi. Tüketici ne yapmalı? 
Toplumda giderek alım gücü düşen, fiyatlar yükseldikçe temel gıda ürünlerini dahi alamayacak duruma gelen çok sayıda tüketici var. Artık taneyle ürün alınacak bir döneme giriyoruz. Son dönemde hep ‘Türkiye’de kıtlık olur mu’ sorusunu tartışıyoruz. Eğer raflarda ürün var ama tüketici o ürüne ulaşamıyorsa bu da bir kıtlıktır. Kıtlık demek sadece ürünü bulamamak demek değil, alım gücünün git gide azalması da bir kıtlık. Dolayısıyla burada da yine yerel yönetimlerin devreye girerek kooperatifler üzerinden üreticiden doğrudan tüketiciye ürünü sağlayacak organizasyonları kurması önemli. Tüketicinin de üreticiyi koruyan, destekleyen yerlerden ürün alması da bu süreçte önemli.   

‘YAŞ SEBZE VE MEYVE TARLADAN SOFRAYA GELENE KADAR YÜZDE 30’U KAYBOLUYOR’  

Kitapta Türkiye’de yılda 19 milyon ton gıdanın çöpe gittiğini anlatıyorsunuz. Bu rakam korkunç değil mi? Nasıl önlenebilir bu durum? 
Çöpe giden 19 milyon ton gıda gerçekten çok yüksek. Yaş sebze ve meyvede yüzde 30, bazen yüzde 50’ye kadar bir israftan, kayıptan söz ediyoruz. Antalya’da üretilen bir domates, biber, yaş sebze ve meyveyi sofraya götürünceye kadar bunun yüzde 30’u yok oluyor. Bu ürünlerin yetiştirilmesi için sağlanan gübre, su, işçilik, mazot gibi giderlerde de düşünüldüğünde ekonomiye çok büyük bir kaybı var. Biz bu kayıpları yüzde 10 bile azaltsak Türkiye’nin tarımsal üretimi yüzde 10 artmış olacak. O zaman belki de gıda pahalılığını bu kadar hissetmemiş olacağız.  

‘37 BELEDİYE PAZAR YERLERİNDEKİ ATIKLARI KOMPOSTA DÖNÜŞTÜREREK ÇİFTÇİYE ÜCRETSİZ DAĞITIYOR’  

Bu noktada kitapta çiftçiye ‘alım garantili destek’, çöpe giden gıdaların dönüştürülmesinde sık sık belediyelerin rolüne dikkat çekmişsiniz. Buradan yola çıkarak belediyeler tarıma destekte ön ayak olabilir mi? 
Yerel yönetimler bu noktada çok büyük bir öneme sahip tabii ki. Birçok belediye de bu konuda önayak oluyor aslında. Bugün 37 belediyede pazar yerlerindeki atıkların komposta dönüştürülerek çiftçiye ücretsiz dağıtılmasına ilişkin çalışma yürütülüyor. Diğer yanda çiftçiye doğrudan para ödemek yerine onları koruyan kooperatifler kurularak bir model oluşturuluyor. Son dönemde bu konuda birçok belediye iyi işler çıkarıyor.  

Son olarak Türkiye tarımının geleceğini nasıl yorumlamak lazım?  
Bizi toprak kurtaracak. İktidarın artık tarlalara bakması, üretimi görmesi lazım. Türkiye peynirden tutun da birçok ürüne kadar bioçeşitliliği en çok ürün olan ülkelerin başında geliyor. Öncelikle ithalata dayalı politikalardan kurtulmak, üreticiye para dağıtmak yerine temelden destek vermek, kooperatifler kurmak, gelecek kaygısı yaşamamalarını sağlamak gerekir. Türkiye bölgede tarımda parlayan yıldız olabilir; ama bu politikalarla değil. Ürün çeşitliliği bakımından Avrupa’nın tümünden daha zengin olan Türkiye, bu zenginliğini değerlendirse Anuga Fuarı’nda en az İtalya, İspanya, Fransa kadar konuşulur, pazara hâkim olur.