YAZARLAR

Alev Alev ve zehirli baklava

Feridun A. vakasında, zehirli baklava nedeniyle yoğun bakımda tedavi altına alınan kişi, kadının babası olduğu için şimdi bu soruşturma 6284 kapsamında yürütülmeyecek. Ancak baklava ile zehirlenen kişi kadının kendisi, annesi veya kız kardeşi olsa olay 6284 kapsamında ele alınacaktı. Cinsiyet temelli şiddeti tespit etmek için oluşturulan ölçek yetersiz olduğu için ataerkil şiddetle mücadele zorlaşıyor.

Orta Doğu ve Latin Amerika başta olmak üzere 150’ye yakın ülkede izleyici bulan Türk dizileri, kadına yönelik şiddeti özendirmekle eleştiri konusu oluyordu. Muhtemelen bu eleştirilerin etkisiyle 2020 sonbahar sezonunda gösterime giren bazı televizyon dizilerinde kadına yönelik şiddetin, geçmişe göre biraz farklılaşarak kadın açısından işlendiğini görüyoruz. Ancak mesele kadına yönelik ataerkil şiddete karşı mücadele için doğru mesajlar verilip verilmediği konusuna düğümleniyor. Ataerkil şiddetten kurtulma mücadelesi veren dizi karakterlerinin, kendi yöntemleriyle kurtulma çabası içinde sınırlı tutulması, doğru mesaj değil. Siyasi, hukuki ve toplumsal açıdan var olan şiddetle mücadele mekanizmalarının işlediğine dair dokunuşlar olsa senaryolarda, doğru ve hayli etkili sosyal mesaj verilebilir.

Kadına yönelik ataerkil şiddete karşı doğru yöntemlerle mücadele gerektiğine dair izleyiciye doğru mesajlar aktarmak yönünden Alev Alev isimli dizi yayınlanan son bölümünde bir nebze ümit verdi. Demet Evgar’ın şahane oyunculuğuyla canlandırdığı Cemre karakteri, uzun süreli işkence olan psikolojik ve fiziksel, sistematik koca/erkek şiddetinden kurtulmak için yasa dışı yollarla kaçmayı deneyip, başarısız oldu. Ardından dördüncü bölümün son sahnesinde onu, emniyetin önünde gördük. Şiddet failini basın aracılığıyla ifşa edişi sonrası, gelecek bölümlerde umarım 6284 sayılı yasa çerçevesinde başvuru yaptığını izlemek ve İstanbul Sözleşmesi'nin konu edildiğini görmek mümkün olur.

Yasal yöntemlerle ve kolluk desteğiyle ataerkil şiddetten kurtulma çabasının öne çıkarılması, topluma verilecek en doğru mesaj olur. Keşke diyorum ve bu açıdan Alev Alev’den umutluyum çünkü uyarlandığı dizi hayli feminist karakterli bir yapımdı. Netflix ortaklığıyla gerçekleştirilen Fransız yapımı Le Bazar de la Charité, Türkiye’de Alevlerin Ardından ismiyle yayınlanmış ve hayli beğenilmişti. Siyasi irade tersine baskı yapmaz veya yapımcılar ve kanal baskıya direnebilirse sözleşme ve yasa senaryoda kendisine yer bulabilir. İktidar vetosundan kurtulmak için dizide KADES uygulamasına ve Alo 183 ihbar hattına yer vermeleri de hem siyasi engelden çıkış hem de şiddetle mücadele için bir diğer doğru yöntem olur.

ERİL ŞİDDET FAİLİ YALNIZ DEĞİL 

Alev Alev başta olmak üzere dizilerde şiddetle mücadele mekanizmalarına yer verilmesinin önemine değinmişken bir örnek olayla ataerkil şiddete karşı mücadelenin etkinliğini zayıflatan sebeplerden bazılarına dikkat çekmek istiyorum. Şiddetin azmettiricilik, yardım, teşvik yönlerinden soruşturulmayışı ile tanım kriterlerindeki hatalarla, şiddetle mücadelenin zaafa uğradığı, ‘zehirli baklava’ örneğiyle açıklanabilir. Pazar günü basına düşen zehirli baklava haberini duymayan kalmamıştır sanırım. “Damat, kayınpederini baklavayla zehirledi” benzeri başlıklarla gündeme gelen olay tam bir ataerkil şiddet vakası. Özetle kadın boşanmak istediği için ailesinin evine taşınınca fail ilkin kadının baba evini kurşunluyor. Bu saldırıdan sonra faile, 6284 kapsamında önleyici tedbir kararı olarak 45 gün uzaklaştırma veriliyor ki hayati tehdit oluşmadan şiddet önlenebilsin. Fakat ataerkil şiddetin işbirlikçileri öyle çok ki, yardım ve yataklık edecek kişiler bulmakta hiç zorlanmıyorlar.

Şiddeti önlemek için yasa uyarınca gerekli tedbirlerden birisi olan uzaklaştırma kararı verilmiş olan fail Feridun A., yakınlık derecesini henüz bilmediğimiz iki kişinin yardımıyla boşanmak isteyen kadının taşındığı aile evine, zehirli baklava gönderebiliyor. Planlanmış, tasarlanmış, üzerine kafa yorulup, çalışılmış bir öldürme teşebbüsü bu. Fail ve yardım eden iki kişi yakalanmış halde. Bu olay üzerine düşünülmesi gereken iki önemli husus var. Her iki konuyu da defalarca yazmış olsam bile gündeme gelen bu olay örnekliğinde bir kere daha tekrar etmek belki anlaşılmayı kolaylaştırır.

Birincisi eril şiddet faillerinin yalnız olmadığını göstermesidir. İşbirlikçileri çok oluyor, çok kolay yardımcı buluyorlar. Bu nedenle eril şiddetin kovuşturma ve yargılama aşamasında, yardım ve yataklık edenlerin de soruşturulması gerektiğini defalarca yazdım. Antalya’da yaşanan Feridun A. vakası, yardım ve yataklık yönünden gündemde çokça yer tutmalı diye düşünüyorum. Elbette bir başka olay beklemeden azmettiricilik yönünden de soruşturmalar derinleştirilmeli. 2006 tarihli Başbakanlık genelgesinden sonra, aile meclisi kararıyla yaşı küçük olan aile bireylerine cinayetleri “ihale etme” usulü hayli azaldı. Ancak bu azalmanın, suçun failinin değişmesiyle ilişkisini görmek gerekir. Töre ve namus cinayetleri namıyla meşhur genelgenin uygulanmasından sonra, boşanmak isteyen, boşanma aşamasındaki veya boşanmış kadınların koca, eski koca tarafından öldürüldüğü cinayetlerin sayısındaki artış dikkate alınmalı. Boşanma gerekçesiyle işlenen cinayet sayısındaki artış bir de ele alınmalı. Ailelerin koca ve eski koca üzerinde azmettirici rolü olup olmadığı, soruşturma aşamasında derinliğine incelemeli. Kovuşturma ve yargı aşamasında aile ve yakın çevrenin azmettirici rolü olup olmadığı incelenmeli. Kadının adresinin bulunması, cinayet silahının temini için yakın çevreden yardım alıp almadığı, yargılama aşamasında mutlaka davaya konu edilmeli. Tespit edilen azmettirme, teşvik ve yardımların cezalandırılması, kadın yönelik ataerkil şiddetle etkin mücadeleye büyük katkı sağlayacaktır.

Feridun A. vakasının hatırlattığı ikinci önemli husus, sıkça yazdığım, cinsiyet temelli şiddet mağdurlarının cinsiyeti meselesi. İçişleri Bakanlığınca emniyet birimlerinin, kolluk güçlerinin herhangi bir şiddet olayının kadına yönelik şiddet suçu kapsamında ele alınması için on dört maddelik bir kriter listesi var. Listenin en önemli özelliği söz konusu şiddetin mağduru açısından ölçeklendirilmiş olması. Şiddetin mağduru kadın mı, önce ona bakıyor kolluk birimleri. Sonra şiddet mağduru kadının, fail ile yakınlık derecesine bakılıyor. Eş, eski eş, evlat, kardeş, yakın akraba olup olmadıkları yönünden fail ile mağdur araştırılıyor. Ve araştırılan şiddet olayında tespit edilen yakın akrabalık ilişkisi doğrultusunda mağdur kadınsa 6284 kapsamında değerlendiriliyor.

Buraya kadar anlattıklarımla emniyet birimleri için oluşturulmuş ölçek akla yatkın geliyor farkındayım. Ancak işlenen suçun mağduruna göre ölçek oluşturulması hiç de adil değil. Cinsiyet temelli şiddet olduğunu anlamak için şiddet mağdurunun cinsiyetine değil şiddet failini, o şiddete sevk eden zihniyete bakmak gerekir.

Feridun A. vakasında, zehirli baklava nedeniyle yoğun bakımda tedavi altına alınan kişi, kadının babası olduğu için şimdi bu soruşturma 6284 kapsamında yürütülmeyecek. Ancak baklava ile zehirlenen kişi kadının kendisi, annesi veya kız kardeşi olsa olay 6284 kapsamında ele alınacaktı. Cinsiyet temelli şiddeti tespit etmek için oluşturulan ölçek yetersiz olduğu için ataerkil şiddetle mücadele zorlaşıyor. Faili şiddete yönelten zihniyetin sorgulanmasına ilişkin kriterler tespit edilmeli ki şiddetle mücadele tüm boyutlarıyla göz önüne serilsin. Başka türlü etkin mücadele mümkün olmuyor. Zaten hukuk ilkesi faile değil fiile göre hüküm vermeyi gerektirir. Fakat kadına yönelik ataerkil şiddet söz konusu olduğunda bırakın fiili, bırakın faili suçun mağduruna göre hüküm kuruluyor ki bu temel yanlış, suçun toplumsal zihniyet ilişkisini kurmayı da imkansız kılıyor.

Bakanın çıkıp “her kadın cinayeti, kadın cinayeti değildir” diyebilmesi bu temel hata ile ilişkili. Bir milletvekilinin meclis kürsüsünde çok karmaşık bir konudan söz ediyormuş gibi, kadın cinayetlerini ayırt etmenin zorluğundan bahsedebilmesi de öyle. Hatta ve hatta başta Soylu ve Selçuk olmak üzere bakanların ve politikacıların sıklıkla cinayet verilerine ilişkin kadın örgütlerinin aktardığı bilgilerin yanlışlığı üzerine nutuk çekebiliyor oluşu da aynı temel yanılgıdan kaynaklanıyor. Rakamları yanlış aktarmakta kamunun bir çıkarı olamayacağı yönünde ifadelerle kadın örgütlerine itibar suikastı gerçekleştiriyor bakanlar. Ancak rakamların farklı oluşuna ilişkin ellerindeki yanlış ölçeklendirmeye dair bir sorgulama görmüyoruz. Asıl yapılması gereken o eldeki on dört maddelik ölçek listesinin kadın örgütleriyle iş birliği halinde revizyona tabi tutulmasıdır.

 


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.