YAZARLAR

Aldatmanın metafiziği

"Behind Her Eyes", bazı yabancı eleştirmenler tarafından ‘çok sıkıcı’ bulundu veya ‘absürt sürprizler’ içerdiği söylenerek sert bir şekilde eleştirildi ancak bizce dizideki ‘fantastik olayları’ kabul etmek ve biraz ağır akışa sabretmek kaydıyla keyifle ve heyecanla izlenebilecek bir yapım… Özellikle oldukça şaşırtan finali, görülmesi gereken bir çözümlenme sekansı…

O dönem için ilk romanı olmasına rağmen, yazar Sarah Pinborough’un 2017 yılında yayımladığı ‘Behind Her Eyes’ adlı eseri oldukça dikkat çekti ve doğal olarak Netflix kanalının da bu ilgiye kayıtsız kalması olanaksızdı. Romanın yarattığı büyük ilgiyi televizyon serisi versiyonuyla devam ettirmek isteyen kanal, bu süreçte Steve Lightfoot (Hannibal) ve Angela Lamanna (The Hanting of Bly Manor) gibi deneyimli senaristlerden yardım aldı ve ortaya (şimdilik!) altı bölümlük bir dizi çıktı.

İlk bakışta bir psikiyatr, onun karısı ve sevgilisi etrafında şekillenen bu dizi, özellikle ilk bölümlerinde klasik bir ‘aldatma’ öyküsü üzerine kurulu bir dram veya ‘duygusal bir thriller’ izlenimi verse de aslında olaylar zincirlendikçe çok daha derine iniyor ve neredeyse ‘fantastik’ türle flört eden bir boyuta evriliyor.

Her ne kadar konunun özü aslında birbirinden nefret etmesi gerekirken giderek birbirine yakınlaşan iki kadın ve ortalarında kalan bir adam üzerinden ilerlese de karakterlerin ruh hallerindeki ‘iniş-çıkışlar’ ve taşıdıkları psikolojik yükler, filmin ‘metafizik’ sayılabilecek uçlara uzanmasını sağlıyor. Bu yaklaşım filmin gerçekçi yanıyla pek uyum taşımasa da senaryo kendi içinde belli bir tutarlılık sağlamayı beceriyor.

David Ferguson, karısı Adele ile uzunca bir süredir evli. Londra’nın merkezine yeni taşınmış, başarılı bir psikiyatr Louise ise onun yanında çalışmaya başlayan boşanmış, tek çocuklu bir sekreterdir. Ancak hem David’in ideal görünen evliliğinin hiç de öyle olmaması hem de onun giderek sekreteri Louise ile yakınlaşması üç tarafı da derinden etkileyecek bir dramın başlangıcı olacaktır…

LOUİSE GERÇEKTEN ‘LOU’ MU?

Bir ‘aldatma’ olayı etrafında dönen, en azından başlayan dizilerde aslında dikkat merkezini oluşturan ilk karakter ‘aldatan’ kadın veya erkek karakter olur. Çünkü ‘ikili oynayan’ bir kişi, doğal olarak bir üçlü ilişki yumağında en fazla tehlike ve tehdit yaşayan veya hayatında bir denge oluşturmak için en fazla çabalayan karakterdir. Burada ise, baştan tanıdığımız ve sanki ön plana çıkan karakter olan Louise hikâyenin merkezinde duruyor. Louise karakteri, kuşkusuz seyircinin kolay empati duyabileceği bir kişi: Boşanmış olduğu eşine karşı belli bir kızgınlık taşısa da bunu kullanmayan, oğluyla belli bir hayat düzeni tutturmuş, ‘part-time’ sekreterlik işi yapan sevecen bir anne… Üstelik kısa süreli değil ciddi bir beraberlik getirecek bir ilişki yaşamak istiyor. Ancak başta büyük bir sempati beslediğimiz bu karakterin David’le ilişkisi derinleştikçe iyi yanları adeta ‘gözümüzde eriyor’! Bu değişimi asıl etkileyen bir ‘aldatma’ eyleminden ziyade, karakterin en basit açıklamayla ‘bencil’ bir hale gelmesi oluyor. Oğlunun bir aylığına babasının yayına tatile gitmesiyle bütün sorumlulukları ‘boşalan’ Louise, başta bir öpücük ve flörtleşme ile başlayan David’le olan yakınlaşmasını, sürekli ve ateşli bir ilişkiye dönüştürüyor. Kuşkusuz bu ilişkinin başlamasında erkek karakter David’in de etkin bir rolü var ama bunu asıl körükleyen profesyonel bağlantısını altüst eden, kötü biteceği belli olan, aşktan ziyade şehveti ön plana koyan, bu sürece balıklama dalan Louise oluyor. Onun sevecen, sorumluluk sahibi, dengeli bir Lou’dan bencil, çocuksu, plansız bir genç kadın portresine yanaştığını görüyoruz. Ancak son kertede tabii ki ondan nefret etmiyoruz, sadece yakın arkadaşı Sophie’nin dediği gibi yanlış bir yolda olduğunu düşünüyoruz.

EN İYİ ARKADAŞIM ADELE!

Aslında hikâyenin en ilginç noktalarında biri, bu ‘üçlü’ ilişki yumağında sadece David’in değil Louise’in de ‘ikili’ oynaması… Bir yandan David’le ilişkisi sürdüren Louise bir diğer yandan da, tesadüfen karşılaştığı Adele’le önemli bir arkadaşlık bağı kuruyor. Louise’in genç, sıcak güzelliğinden çok ayrı bir zarafete sahip olan Adele, adeta bir güzellik ‘biblosunu’ andırıyor. David’le yaşadığı lüks ama bir o kadar da soğuk, steril evin havasını taşıyan Adele, kuşkusuz eşinin aradığı sıcaklığı veremiyor. Aslında ilk bakışta o da mutlu olmak için her şeye sahip: Kendisi oldukça genç ve güzel, hayat koşulları son derece rahat, sağlığına ve dolayısıyla spora düşkün ve tabii ki eşiyle problemsiz görünen bir ilişkisi var. Ama burada ‘görünen’ sözünü altını çizmek isteriz çünkü bu görüntü tamamen aldatıcı. Bazı flash-back’lerden de anladığımız gibi kendisi ciddi bir psikolojik travma taşıyor, hala kocasının şart koştuğu haplara ve belli saatlerde telefonla aramalarına maruz kalıyor ve David’in evde onunla olması bir ‘sorumluluk’, hatta sevişmeleri bile bir ‘görev’ gibi duruyor. Dolayısıyla o, kendisini bu iki taraftan sıkıştıran üçlü ilişki döngüsü içerisinde en ‘aciz’ karakter gibi görünüyor.

Bu iki gri ve bir beyaz ama sorunlu duran figürlerin ‘maskeleri’ sallandıkça dizi tam kıvamını buluyor. Konunun asıl ‘özünü’ oluşturan ‘psikolojik’ ve ‘ruhsal’ yön öne çıktıkça, olayın basit bir aldatmadan çok daha öte olduğunu anlıyoruz. Louise’in sık sık gördüğü kabusları bir kenara koyarsak bu yönleri görmek için üçüncü ve dördüncü bölümlere kadar sabretmek gerektiğini de ekleyelim…

DİZİNİN ESTETİK DOKUSU…

Dizideki estetik doku da oldukça özenilmiş duruyor. ‘Temiz’ görünen dekorlar, durağan görüntüler ile desteklenen senaryo, Londra’nın ve İskoçya kırsalının güzel kadrajlarını önümüze sunuyor. Senaryo kadar karakterleri de ‘belirginleştiren’ bu dekor kullanımının diziye önemli bir düzey kattığını söyleyebiliriz.

Bir de bahsettiğimiz başkarakterlerin yanında olayın hem ‘içinde’ hem de ‘dışında’ olan Rob karakteri var ama bu kişiden bazı sürprizleri açığa çıkarmadan bahsetmek imkansız…

"Behind Her Eyes", bazı yabancı eleştirmenler tarafından ‘çok sıkıcı’ bulundu veya ‘absürt sürprizler’ içerdiği söylenerek sert bir şekilde eleştirildi ancak bizce dizideki ‘fantastik olayları’ kabul etmek ve biraz ağır akışa sabretmek kaydıyla keyifle ve heyecanla izlenebilecek bir yapım… Özellikle oldukça şaşırtan finali, görülmesi gereken bir çözümlenme sekansı…


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .