YAZARLAR

Al sana Kürt, al sana bi Kürt daha!

Ensarioğlu’ndan sonra buradan Davutoğlu’na da yürürler mi yürürler. Fakat işte o da kendi stratejik yalnızlığıyla karar vermemiş bu görüşmelere. Herkes her şeyden haberdar. Hâl böyleyken ne oldu da Ensarioğlu hakkında soruşturma açıldı diye pek kimse merak bile etmiyor... AKP iktidarında geçmişin olayları bugünün gerekleri çerçevesinde istendiği gibi yeniden yorumlanıp herkesin ama herkesin yakasına yapışılabilir.

Başka Kürt var, yoksa yok?

Bugün de girişi böyle yapmak nasip oldu. Her şey nasip kısmet işi. Kısmetinden bir adım öteye gidemezsin. Kısmetinde ne kadar Kürt varsa o kadar…

Eveet. Şimdi üşenmeyeyim de size tabloyu ciddiyetinden az biraz sıyırarak çızıktırmaya çalışayım. Bu ülkede ciddiyet içinde ele alamayacağımız çok konu var artık. Olsun. Yine de Kuzey Kore’den halliceyiz. Buna da şükür.

 “Al sana Kürt” meselesine gelince, bu konu bizim evin temel ofansif mizah malzemesi sayılabilir. Evde ne zaman meseleler yuvasından çıkıp gerilim hattına yaklaşsa, kendisi bir adım geri çekilip beni işaret ederek “Al sana Kürt!” diyor. Bir cümle daha etsem, bir adım daha geriye çekilip "Al sana bi Kürt daha" diye üsteliyor, Milaslının önde gideni... Ondan sonra da bana bir gülme krizi geliyor. Daha da ne yaparsam yapayım, eski gerilim dozumu yakalayıp meseleyi kendi adaletimlen çözemiyorum. Arada kaynıyoruz böyle. Arada Kürt kaynatmaca. Herkeşe bir şekil öğretiyorlar işte.

Bu “Al sana Kürt”ü tabii biz evde keşfetmedik. Nereden geldiğini bilmeyen kalmamıştır ama yine de söyleyivereyim. Vakti zamanında da bugün olduğu gibi, “Kürt meselesi, Kürt meselesi” diye tutturulunca, esprili, datlı Başganımız da ne yapsın, -gerçi o zaman daha başgan felan da değil ama olsun- meseleye kökten bir açılım getirmek gerektiğine ikna oluyor. Kamuya seslendiği bir etkinlik esnasında, kurmaylarının yanında yöresinde inci gibi dizildiği platformun üzerinden, “Kürt aşağı, Kürt yukarı. Al sana Kürt, Al sana bir Kürt daha” diyerek sağında solunda bulduğu Kürtleri tutup tutup öne fırlatıyor. Al sana Kürt 1’de sahneye Mehdi Eker’i sürüyor. “Al sana bi Kürt” daha deyince de Mehmet Şimşek’i. İkisi de henüz tedavülden kalkmamış Kürtler. Turkish lira gibi değer de kaybetmemişler. Bakmayın al sana bi Kürt diye kollarından sürüklenip sahneye fırlatılmalarına. Haylaz biri de üşenmemiş videonun altına şunu yazmış:

“Reis al sana bi Kürt diyip çay fırlatır gibi halka Kürt fırlatsa ofansif mizahta zirve olur net.”

Bence pek o kadar net değil... O Kürtleri öyle önce sahneye sonra da büsbütün sahne dışına fırlatmayacaktı. Şimdi şu sıkışmışlıkta elinin altında bir Mehmet Şimşek olsa fena mı olurdu? Ekonomiyi tuttuğu gibi yerinden kaldırırdı. Üstelik benim bildiğim, Mehmet Şimşek tezini mezini -hem de ta Exeter Üniversitesi'nde- hiç üşenmemiş oturup kendisi yazmış, düzeltmelerini de yine bizzat kendi yapmış. Zaten tezini düzeltmeyi hocasına bırakanın Erişah’ı gelse ekonominin belini doğrultamazdı, ne doğrultacak?

Kürt sahnesine geri dönelim.

Bu sahneyi her izlediğimde sanki bir de devamı varmış da kesilivermiş duygusuna kapılıyorum. Başganın “Al sana bi Kürt daha” dedikten sonra adamlarına bakındığını ve gözlerinin Mehmet Metiner’i aradığını düşünüyorum. Bulamayınca da en yakınındaki kişinin şapkasını kaptığı gibi çılgın kalabalığa fırlatıyor. “Al sana bir de şapka.” Bunu özel bir anlamı olduğundan değil, ok yaydan çıktığı ve duramadığı için yapıyor sadece. Bir de tabii kendini bizzat kendi hitabetinin büyüsüne kaptırdığından.

Olaylar durulmuyor tabii.

AKPMHP koalisyonunun evde artık baya zor tutulan bir kısmının hatırına, yine bir iki Kürt tutulup fırlatıldı geçenlerde. AKP’li Diyarbakır eski milletvekili Galip Ensarioğlu tam beş yıl evvel bir YPG’linin cenazesine katılmış olduğu için geçtiğimiz günlerde hakkında terör soruşturması açıldı. Ensarioğlu ise cenazeye gitmesinin söz konusu olmadığını, tanıdığı aileye, örf ve adetler gereği taziye ziyaretine gittiğini söylemiş ve şöyle devam etmişti: “Ben taziyelere gittiğimde 2015 yılıydı, PYD, Türkiye Cumhuriyeti tarafından terör örgütü ilan edilmemişti. O zaman 2 bin 700 PYD yaralısının Urfa, Antep, Ankara’daki hastanelerde tedavi edildiği dönemdi. 3 bin 500 ton gıdanın Kobani’ye gönderildiği, peşmergelerin ağır silahlarla Kobani’ye gittiği dönemdi.”

Hakikaten de Ensarioğlu’nun taziyeye gittiği dönemde iktidar cenahının PYD ile bir meselesinin olmadığı açık. Hatta bir yıl evvel Ekim 2014’te PYD lideri Salih Müslim Türkiye’ye gelmiş. O ziyarette taze başbakan Ahmet Davutoğlu ile görüştüğüne dair bilgi netlik kazanamasa da ziyaretin zeminini Davutoğlu’nun Demirtaş ile yaptığı görüşmelerin oluşturduğu biliniyor. Salih Müslim o tarihte IŞİD saldırısı altında olan Kobane’nin durumunu yetkililere anlatmış.

Hatta bu ziyaretten sonra, 7 Temmuz 2015 tarihindeki yazısında, AKP gemisinin buz kırıcısı Abdulkadir Selvi, o günlerde Müslim’in bir kez daha Türkiye’ye geldiğini ve Ankara’da bir gece kaldığını söylüyor. Salih Müslim’in Türkiye trafiği ile ilgili olarak bir devlet yetkilisine referansla şöyle yazıyor. “Devlet yetkilisi, ‘PYD ile uzlaşmak mümkün. IŞİD ile PYD arasında çok büyük fark var. PYD'nin rasyonel ve muhatap alınabilecek bir aktör olduğunu düşünüyoruz. Rasyonel davranırsa uzlaşma mümkün.’”

Şimdi Ensarioğlu’ndan sonra buradan Davutoğlu’na da yürürler mi yürürler. Fakat işte o da kendi stratejik yalnızlığıyla karar vermemiş bu görüşmelere. Herkes her şeyden haberdar. Hâl böyleyken ne oldu da Ensarioğlu hakkında soruşturma açıldı diye pek kimse merak bile etmiyor... AKP iktidarında geçmişin olayları bugünün gerekleri çerçevesinde istendiği gibi yeniden yorumlanıp herkesin ama herkesin yakasına yapışılabilir. Bolsonaro ve oğlu Eduardo hariç.

Mehmet İhsan Arslan olayı var bir de. AKP’nin kurucularından, 22 ve 23’üncü dönem Diyarbakır Milletvekili Arslan da oybirliğiyle disipline sevk edildi. Aklımda Kalan başlıklı bir kitap yazmış olan Arslan, hem kitabıyla, hem de 17 Kasım’daki BBC söyleşisiyle şimşekleri üzerine çekti. Arslan söyleşide parlamenter sisteme geçişin uzak olmadığını belirtmekle kalmamış, AKP’nin FETÖ ile ilişkilerini de değerlendirmişti. “Onların yargıyı kullanırken kullandığı bütün taktikleri, araçları, biz kullanmaya başladık, can havliyle” diyordu. Arslan anlaşıldığı üzere kitabında, bir zamanlar, “AK Parti'nin bir milliyetçi bagajı yoktu, elinde Kürt kanı yoktu" da demiş ve AKP'nin Kürtlere "İslam’ın kuşatıcılığıyla" yaklaştığını filan da ifade etmiş.

Mehmet İhsan Arslan olayı da böyle. Al sana bi Kürt daha...

Tabii bu esnada yaşanan diğer bir olay da Bülent Arınç’la ilgili. Zaten biliyorsunuz, uzuncana anlatmayayım. Arınç Haber Türk’te katıldığı programda yargıda reformla ilişkili görüşlerini açıkladı, bu kapsamda Demirtaş ve Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiğini savundu ve yargıçlara, savcılara, mahkemelere seslendi. Hatta hatta yurttaşlara da Selahattin Demirtaş’ın Devran isimli öykü kitabını okumalarını salık verdi! Baya baya yani, yürek yemiş gibi! Tabii ki yeni bir “Al sana Kürt” durumu. Olaylar hızla tırmandı. Cumhurbaşkanının “bir teröristin” kitabının önerilmesinden rencide olduğunu açıklamasıyla birlikte, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Arınç da görevinden istifa etti. Arınç’ı disipline verme ya da partiden ihraç etme konusunu, sanırım, “Araştıralım bir Kürtlük var mı yok mu” diyerek bir köşeye ayırdılar şimdilik.

Neyse biz işimize bakalım. Konumuz kısaca AKP’deki Kürt tıkanması. Vallahi AKP’nin bu çerçevedeki giderleri safra kanalı gibi tıkandı söyleyeyim ben size. Gideri mideri kalmadı. Kanal İstanbul projesi değil sonuçta. Katar’a da satamazsın bunu. İstanbul dedim de, işe bakın, İmamoğlu suikastı söylentileri çıktı başımıza bir de. Dün gece o haberleri okuyup uyudum. Rüyamda herkes İmamoğlu haberlerine bakarken, Allah geçinden versin, Bahçeli koronadan gidiveriyormuş! Tıkanmanın ve açılma planının şifrelerini tam çözemediğimden, böyle karışık kuruşuk şeyler hücum ediyor zihnime.

Kısacası AKP’nin MHP tarafından elinin kolunun kıskıvrak bağlanması, erken ya da vakitli bir seçimde AKPMHP’nin bu sistemi sürdürmek için gereken oyu hiçbir şekilde yakalayamıyor olması, yargıda reform yapmak, ekonomiyi düzeltmek ve dolayısıyla oyları artırmak gibi bütün konuların tıkanmış Kürt kanallarına çıkıyor olması... Öyle ya, kayyumlara devrettirilmiş HDP’li belediyeler, tutuklu siyasetçiler, altı milyon yurttaşın oy verdiği meşru bir siyasi partinin eş genel başkanlığını yapmış birine “terörist” demeler. Yazdığı öykü kitabının önerilmesinden bile rencide olmalar. Gerçek bir tıkanma durumu...

Bu tıkanmayı aşmaya dönük bir yaklaşımı arınçla barınçla çıtlatma yolunu serbest bıraktığı andan itibaren MHP’nin “mafyalanma” dahil her tür ayarı çekmesi. Dolayısıyla başka bir çare bulununcaya kadar milliyetçi bagaja bir şeyler atma gerekliliği... Bunları söyleyen çok oldu da ben sahnedeki imgeyi de bir canlandırayım dedim işte.

“Al sana Kürt” yani... Bunun da bir sonu var elbette. Bekleyip göreceğiz.

 


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.