AKP’nin hedefi, TÜSİAD’ın beklentileri

TÜSİAD, yaptığı açıklamada bahsettiği sorunların, emeğiyle geçinenlere yaşatılanların asli müsebibidir. Dolayısıyla timsah gözyaşları misali davranmasının kimseye faydası olmayacaktır.

AKP’nin hedefi, TÜSİAD’ın beklentileri
Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Sermayenin aklı başına arafta geldi. TÜSİAD'ın yaptığı son açıklama ani görünmekle beraber anlaşılan uzun süredir hazırlanan bir niteliği var, arafta beklemişler. Yaşanan süreçte iktidara verdikleri destekler ve sonrasında, sanki uzun süre yaşanan her şeye rağmen sessiz kalışlarının bedelini ödemeye çalıştılar. İlk bakışta şık gelebilir ancak Türkiye'de yaşanan, kendilerinin belirttikleri sorunlarda hiç bir sorumlulukları yokmuş gibi sessiz davrandıkları da bu şıklığa dahil mi?

TÜSİAD EMEĞİYLE GEÇİNENLERE YAŞATILANLARIN MÜSEBİBİDİR

Hayatı nasıl anladıkları, gördükleri, yaşananlara dair bir sorumluluk hissetmedikleri söylemlerinde çok açık. Ortaya koydukları sorunlar, yıllardır yaşanan durumlar ve yaşanan AKP iktidar süreci içinde ortaya çıkan toplumsal sorunlarda hiç bir etkili tavır almayıp bu günkü karşı çıkış neden? Konu TÜSİAD olunca her şey mümkün hale geliyor. Geliyor çünkü TÜSİAD, yaşadığımız bu düzende karar verici bir kurum. Karar verici derken, bunun kapitalist bir toplumda asli işlevleri vardır. Bu anlamda TÜSİAD, yaptığı açıklamada bahsettiği sorunların, emeğiyle geçinenlere yaşatılanların asli müsebibidir. Dolayısıyla timsah gözyaşları misali davranmasının kimseye faydası olmayacaktır. Yapılan, mevcut duruma dair bir tespitte bulunmasıdır.

Bu toplumun büyük çoğunluğunun yaşadığı ağır koşullar TÜSİAD için, ifade edilen tespitlerle çözülebilir. Hayat gibi devrim de akla kara değildir. Yaşadığımız koşullarda sermayenin bu müdahalesiyle umduğu karşılık, hem toplumsal rahatlamaya hem de kendileri için uygun var olma koşullarına hizmet etmek üzere düşünülmüş görünmektedir. Mevcut durum kadim sermayenin iktidardan desteğini çekmeye yönelik bir hamle gibi durmaktadır ancak diğer taraftan yeni bir pazarlığa da açık olabilir. Bu durumda pazarlığın konusu ne olabilir? Haksız rekabet.

PAZARLIĞIN KONUSU HAKSIZ REKABET

Haksız rekabetten kastedilen, iktidar çevresindeki sermayenin zaman içinde iktidarın sağladığı özel olanaklarla ciddi bir büyüme gerçekleştirmesidir. AKP iktidarı sürecinde desteklenen bu sermayenin esas olarak yaptığı inşaattır. Sistem bunu bir yerden sonra taşıyamaz, kaldıramaz. Peki bu ısrar niye? Israr, devlet adına satılması mümkün olmayan sayıda konut üretmek ve bunları yeniden devlete devretmektir. Bu bir servet transferidir. Çünkü asli akıl bir taraftan servet transferi yaparken diğer taraftan popülist uygulamalar aracılığıyla siyasi kitle desteği sağlamaya yöneliktir. Sermayenin kendi içindeki çatışmaları yeni bir durum değildir elbette. Ancak bugün yaşanan durum devleti etkileme gücüne sahip bir sermaye grubuyla ilişkilidir. TÜSİAD'ın bu çıkışı, devlet ve sermaye arasındaki ilişkinin devlet tarafından bozulduğu anlamına gelir. Çünkü devlet taraf tutmaktadır. Bu durum esas olarak köklü bir dönüşümün asli işaretidir. Asli işaretidir, çünkü mevcut iktidarın yapmaya çalıştığı din temelli bir örgütlenme üzerinden devleti yeniden inşa etmek ve bu kabul üzerinden yeni bir toplum inşa etmektir. Eğer gerçekleşirse kapitalizme karşı olmanın da bir anlamı kalmayacaktır. Çünkü kapitalist işleyiş devam ederken TÜSİAD gibi bir kurumu karşına almak kendi var oluşunu inkar anlamına da gelebilir. Ki zaman içinde gelecektir.

AKP AJANDASINA DÖNDÜ

Türkiye'de tarihin bu kadar hızlandığı bir dönem yaşanmadı. Bu durum, AKP'nin bir taraftan devletin bütün kurumlarını elinde tutarken diğer taraftan toplumsal karşılığının erimesiyle ilişkilidir. Dolayısıyla AKP, beklemediği bu koşullarda başlangıç amaçlarını hayata geçirmek üzere daha hızlı harekete geçmiştir. Bu tehlikeli bir durumdur. Tehlikelidir, çünkü bütün muhalefet aynı hızla aynı refleksi gösterememektedir. Bu anlamda Türkiye'de gerilim ve çatışma artacaktır. Bu elbette istenilir bir şey değildir ancak bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.

AKP'ye karşı, kendisinden türemiş sağ muhalefetin bir kısmının AKP'ye dönmenin yollarını araması, genel olarak sağda yeni bir konsolidasyon arayışının işaretleridir. Bu durum yeni süreçte sağın kendisini tahkim etmesine dönük bir iradedir. Sağ siyaset bir sıkışıklık yaşandığında hemen birleşir ya da beraber davranmaya çalışır. Bu durum Türkiye’nin uzun bir zamanına damga vurmuştur. Erdoğan, istekli olursa irili ufaklı sağın önemli bir kısmı AKP’ye yönelebilir. Kendi kemikleşmiş kitlesi dışında kalanlara söyleyecek sözü kalmamış bir AKP’ye böyle bir yöneliş gerçekleşse dahi normal şartlarda malum sonu engelleyemeyecektir. AKP’nin var oluşu Erdoğan’la sınırlıdır. ANAP’ın Turgut Özal’dan sonra yaşadığı çözülme buna bir örnek teşkil etmektedir.

CHP’NİN SOLA YÖNELMESİ GEREK

Böyle bir durumda genel olarak muhalefetin ve özel olarak ana muhalefet partisi CHP’nin yaşanan sürece nasıl cevap vereceği önemlidir. CHP’nin göreli olarak kendi iç sorunlarıyla uğraşmak durumunda olması, önüne çıkan tarihsel sorumlulukla baş etmesini zorlaştırmaktadır. Bu sorumluluktan kaçış yoktur. Ancak CHP bu haliyle bu sorumluluğun altından kalkabilir mi? Sorun bu. Bu haliyle CHP, istese de bu sorumluluğun altından kalkamayacaktır. Eğer bir yol açılmak isteniyorsa CHP’nin sağa değil sola yönelmesi gerekmektedir. Bu sosyal demokratlığa bir halel getirmez, ancak destek verir. Sosyal demokrat siyasetin geçmişte soldan aldığı destek unutulmamalıdır.

Diğer taraftan CHP temsiliyetinde tüm sosyal demokratların ses çıkarması lazım. Bu, yönetime rağmen de olabilir çünkü CHP yönetimi AKP ile bir pazarlık halinde görünüyor. Bu olabilir ancak tarihi kırılma noktalarında bir suça dönüşebilir. Böyle bir iktidarla siyaset yapmanın elbette zorunlulukları vardır ancak sorumluluklarını da akılda tutup ona göre siyasi önermelerde bulunulması önemlidir. Siyaset bu güne dair olduğu kadar geleceğe dair bir anlam da içerir. Türkiye’de geleceğe dönük bu beklentinin taşıyıcısı olmak tarihsel bir zorunluluk olarak CHP’ye düşmüştür. Umalım ki CHP bu zorunlulukla baş edebilsin.

*Prof. Dr. (E.), Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi