YAZARLAR

AKP’nin 2023 seçim kampanyası bize ne vadediyor?

Müzik, eğlence, tatil hevesinin süflilik olarak damgalanması ile okumuş yazmış insanlara, doktorlara, bilim insanlarına, sanatçılara, müzisyenlere duyulan öfkenin böylesine körüklenmesi arasındaki bağ, tam da bu vaadin seçim öncesinde bir kampanya malzemesi olarak nasıl işlevselleştirileceği ile ilgili.

Son bir haftada yaşananlar, yapılan açıklamalar seçim arifesinde Cumhurbaşkanının, bakanlarının ve AKP sözcülerinin tıpkı daha öncekiler gibi, bizlere reva gördüğü hayatın ne olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ama aynı zamanda bütün bunları iktidarın 2023 yılı için seçim vaadi olarak da değerlendirebilirsiniz. “Beni/bizi seçerseniz işte bunları yaşamaya devam edeceksiniz!” der gibi bir halleri var. Geçen haftaki yazımda “tam seçim atmosferi” demiştim. İktidar, cumhurbaşkanıyla, bakanıyla, partilisiyle seçim startını vermiş görünüyor. AKP-MHP bloğunun seçimleri bir kez daha kazanması durumunda -kime oy verdiğimizden bağımsız olarak- bizleri neyin beklediğini iyice zihnimize kazımak için üst üste açıklamalar, üst üste hamlelerle boş durmuyor.

Mesela Cumhurbaşkanı, Ankara’nın göbeğinde onlarca yıldan bu yana hizmet veren, kolayca ulaşılabilen, çocuk, kadın, onkoloji, göz gibi alanlarda uzmanlaşmış çok sayıda hastaneyi kapatma pahasına açılışını yaptığı “hasta garantili’” Etlik Şehir Hastanesinin açılışında şu sözleri kullanıyor: "Sırf daha iyi arabaya binmek, sırf daha yeni telefon alabilmek, sırf daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle ellerin yani başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyorum". Yani, itibar uğruna taşındığı sarayın günlük harcaması Sayıştay raporuna göre 2021 yılında 10 milyon TL’yi bulan Cumhurbaşkanı, özellikle son yıllarda Türkiye’den giderek artan beyin göçünü “daha iyi ekonomik koşullar”da yaşama arzusuyla açıklarken bunu da “aşağılık, bayağı, adi” bulduğunu ifade ediyor. KPSS sınav sorularının çalındığı, tarikatlara, cemaatlere servis edildiği, buna rağmen bu sınavlardan yüksek not alanların “Reis kimdir? Cumhurbaşkanının açıklamaları hakkında ne düşünüyorsun?” gibi sorularla mülakatlarda elendiği Türkiye’den, daha iyi bir işte çalışabilmek, daha müreffeh bir hayat sürebilmek uğruna başka bir ülkeye gidenler/gitmek isteyenler işte bu “aşağılık heveslere” tutsak olmakla suçlanıyor. Ağır çalışma koşullarının yanı sıra bir de şiddet, hakaret ve “giderlerse gitsinler” tehdidiyle mücadele etmek zorunda kalan, muayenehanecilik yapabilen küçük bir azınlık dışında onlarca yıllık emeğinin maddi karşılığını hiç alamayan sağlık çalışanları, hekimler bu koşullarda yaşamak istemedikleri için Cumhurbaşkanı tarafından “bayağı” bulunuyorlar.

Üniversitelerde, kamu kurumlarında kadroların liyakatle değil, yandaşlıkla ve “aile boyu” dağıtıldığı Türkiye’de bilim yapmak, eğitimini aldığı, yetiştiği alanda çalışmak ve bunun karşılığında az da olsa refah elde edebilmek, birazcık daha iyi yaşayabilmek isteyenler, adi hevesler peşinde koşmakla suçlanıyor. Ama Cumhurbaşkanının bu sözleri, sadece daha iyi koşullarda yaşamak, çalışmak isteyen orta sınıfı ve eğitimli kesimleri hedef almıyor. Bir süredir AKP’lilerin ısrarlı biçimde dile getirdiği ve son birkaç yıldan bu yana giderek tırmandırılan “müzik yasakları”, konser, festival yasakları, sanatçılara yönelik linç kampanyaları, açık hakaretler, tutuklamalarla eylem bulan “kültürel iktidar olma” ya da daha doğrusu “olamama” takıntısının açık bir ifadesi aynı zamanda. Ülkesini, evini barkını terk ederek “başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanların” bu kararını “yaşam tarzlarına” yani “sırf daha çok konsere gidebilmek süfli (aşağılık, bayağı, basit) hevesi”ne indirgiyor.

Aslında Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri, şimdiye kadar olduğu gibi ve artık elinde başka bir araç da bulunmadığı için 2023 seçim kampanyasını dayandıracağı “kutuplaştırmanın” ana eksenlerinden birini “orta sınıf karşıtlığı” ile şekillenen bir “yaşam tarzları” ayrışması üzerinden kuracağını gösteriyor. Çünkü yalnızca toplumun yoksul kesimlerine değil, orta sınıfa da nefes aldırmayan ekonomik krizin orta sınıflar üzerindeki yükünü ortadan kaldırmak için ne elinde bir araç var, ne de buna istekli görünüyor. Bu sebeple, ayağını yerden keseniyle yetinmeyip de “daha iyi bir arabaya” sahip olmak isteyen üst orta sınıfı ve bugünkü fiyatlara bakacak olursanız sadece ayağını yerden kesecek bir arabaya sahip olmak isteyen orta sınıf mensubu herkesi, bu kutuplaşmanın eksenlerinden biri haline getirmeye çalışıyor. Burada kritik olan ise şu: Hangi siyasi görüşten olduğundan bağımsız olarak, iktidarın bile isteye kontrolden çıkardığı ve ısrarla “sal gitsin” politikası uygulamaya devam ettiği yüksek enflasyon sebebiyle hala orta sınıflığın anıları, arzuları, özlemlerine sahip olsa da, artık orta sınıf “orta sınıflıktan” çıkmış durumda.  Hiçbir rasyonel temeli olmadığı, anlaşılmaz cümleler kurmakla etki yaratacağını sanan Nebati bakanın içinde “heteredoks, epistemolojik, neo klasik, davranışsal ve nöro” geçen cümlesinden bile anlaşılan ekonomi politikaları, son bir yıl içinde, hayatını çalışarak kazanmak zorunda olan ve iktidar çeperinde yer alıp da ihalelerle zenginleşmeyen, üç-beş yerden birden maaş almayan herkesin hızla yoksullaşmasına sebep oldu. İşte Cumhurbaşkanının kutuplaşmanın öte tarafına yerleştirdiği arzular, özlemler tam da bu “orta sınıflık” anıları ile ilişkili. Hızla yoksullaşan insanlardan, kendi seçmeni olsun olmasın, bu anıları unutmasını, bu anılar ve özlemlerle yaşamanın “aşağılık” ve “bayağı” olduğunu kabul etmesini istiyor. Nitekim, Turizm Bakanı’nın yaz aylarında birkaç gün de olsa tatil yapma alışkanlığı ya da özlemi olan vatandaşlara “Türk turist olarak gezmek istiyorsanız, benim size tavsiyem bütçe açısından tatile kışın gidebilirsiniz” sözlerini böyle fütursuzca kullanması da, orta sınıftan bu yeni konumlarını kabullenmeleri, orta sınıflıklarını unutmaları talebiyle ilgili. Bu özlemlerde ısrar edenler ise “artık bizden olmayanlar” olarak işaretleniyor.

Diğer yandan, “daha çok konsere gitmek” istemekle, Türkiye’yi beğenmemek ve el kapılarına varmakla suçlananlar, bu yaşam tarzları kutuplaşmasının bir başka eksenine yerleştirilen “gençler” gibi duruyor. 25 Eylül’de gençlerle buluşmasında ilk kez oy kullanacak 6 milyon gence “benim karşımda da özgürlüğünüzden taviz vermeyin” diye seslenen Cumhurbaşkanı ile onları gitmek istedikleri yerde daha refah bir yaşam sürmelerine imkân sağlayacak eğitim, iş, özgürlük, adalet gibi özlemleri sebebiyle değil de “daha çok konsere gitmek istedikleri için” bayağı bulan, onlara acıyarak baktıklarını ilan eden Cumhurbaşkanı aynı kişi. Çünkü olmak istedikleri ve ısrarla bizlere bir seçim vaadi olarak sundukları “kültürel iktidar”da, iktidar elitinin çeperinde toparlanan ve kendine dünyevi her şeyi hak gören o “seçkin” azınlık dışında kalan biz sıradan insanların, bu dünyada da iyi, müreffeh, özgürce eğlenip tatil yapabildikleri, gezebildikleri, istiyorlarsa arabalarını yenileyip iyi bir cep telefonu satın alabildikleri bir hayatı özlemelerine yer yok. Müzik, eğlence, tatil hevesinin süflilik olarak damgalanması ile okumuş yazmış insanlara, doktorlara, bilim insanlarına, sanatçılara, müzisyenlere duyulan öfkenin böylesine körüklenmesi arasındaki bağ, tam da bu vaadin seçim öncesinde bir kampanya malzemesi olarak nasıl işlevselleştirileceği ile ilgili.

Ankara’da müzisyen Onur Şener’in ikisi bakanlıkta müfettiş, biri yüksek güvenlikli bir savunma kurumunda mühendis olan ve bu pozisyonlara iktidarla dirsek teması olmadan gelebilmelerinin neredeyse imkânsız olduğu herkes tarafından bilinen üç kişi tarafından, istedikleri şarkıyı söylemediği için vahşice öldürülmesi üzerine gelen tepkiler, bu sebeple AKP sözcüsü Ömer Çelik’i öfkelendiriyor. Çelik, “canavarca işlenen” bu cinayeti kendince lanetledikten sonra “cinayetler işlenir işlenmez kişilerin hangi bakanlıkta çalışmasının polemik konusu olması bu acımasızlığın bir örneğidir” diyor. Bir müzisyenin katledilmesi ile müzisyenlere, müziğe, kendinden olmayan her şeye ve herkese düşmanlığı tetikleyerek “kültürel iktidar” olma hevesi arasındaki bağı sorgulamak yerine, bu bağa işaret edenleri “acımasızlıkla suçlamak”, istedikleri şarkıyı bilmediği ya da söylemeyi reddettiği için bir müzisyeni acımasızca katledenlerle bir tutmak, tam da AKP’nin bizlere reva gördüğü 2023 vaadi! 12 yıl boyunca işkence ettiği kadını öldürdükten sonra intihar eden hâkimin ardından “vefat ettiğini üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız” mesajı yayınlayabilen HSK’nın tepkiler üzerine bu mesajı sildiğine bakmayın. Ne de olsa elimizde bu üzüntülerinde samimi olduklarına dair pek çok işaret var.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.