Aile Yılı, erkek yargı: Pınar Gültekin için adalet!
Dehşetler antolojisi gibi geçen son yıllarda bile hala tüylerimizi ürpertebilen bu cinayet “canavarca hisle” işlenmemişse ne tür bir cinayet bu tanımı hak ediyor acaba? Bu kararla kadınlar biraz daha huzursuz olacak, potansiyel katillereyse gün doğacak. Çünkü işte, bir emsal daha var önlerinde. Bir kadını boğup, henüz hayattayken yakıp üstüne beton dökebiliyor ve “canavar” bile ilan edilmeden birkaç sene yatıp çıkabiliyorsun demek! Şiddeti ve vahşeti doğuran şey eşitsizlik ve cezasızlıktır...
“Bir erkek ne zaman bir canavara dönüşür? Korkunç şeyler yaptığında değil, bunları yapmaya muktedir olduğuna ve gayet iyi yaptığına inandığında.” John Greenleaf Whittier’e ait bu sözün orijinalinde “man” tabii aslında erkeği değil “insan”ı anlatıyor. Ama iktidar ve dolayısıyla kötüye kullanımı daha çok erkeklerin elinde olduğundan, bu çeviri uygun geldi.
2025, “aile yılı” ilan edildi. Kadın ve çocuk cinayetleri çetelesi günden güne kabarır, bu konulardaki eril yargı tutumu can yakarken maalesef bunun ardında yatan niyet ne “kadın”ı ailenin eşit bir bileşeni olarak görmek ne de kadınları ve çocukları korumak. “Aileyi korumak, güçlendirmek” hiçbir zaman bunları içermiyor. “Mülkün temeli” olan adalet de daha çok dünyanın ve ailenin tapusunu erkeğin elinde tutmak için var gücüyle çalışıyor. Bu konu üzerine çok yazıldı ve yazılacaktır: Siyasi iktidarın “aile yılı” için planlarının bunca yoksulluğun olduğu ülkede “üç çocuk” ısrarıyla nüfusu gençleştirip ucuz işgücü istihdamını pekiştirmek, “esnek mesai, kadınları evle iş arasında bırakmamak” gibi başlıklar altında kadını dört duvar arasında ailenin hizmet ve bakım görevlerine kilitlemek vb. temelinde bir ajanda içerdiği açık...
“Aile” denilen şey de zaten tek ebeveynli aileleri, ekonomik nedenlerle haneleri birleştirmek zorunda kalmış geniş aileleri hatta çocuksuz aileleri ve kuşkusuz LGBTI+ları kapsamıyor. Kadının her şekilde ikincil, erkeğin aile reisi olduğu bildik aile dışında bir şey teşvik edilmemesi bir yana, aileden bile sayılmıyor.
Kadınlar ve çocuklar ne erkek şiddetinden korunuyor ne de eril yargıdan. Narin davasının aylar sonra açıklanan yüzlerce sayfalık gerekçeli kararı en temel sorulardan biri olan “neden” sorusuna cevap veremedi. Beş yıl önce Cemal Metin Avcı tarafından vahşice katledilen Pınar Gültekin, katilinin aldığı “haksız tahrik” indirimleriyle bir kez daha öldürüldü. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, ağırlaştırılmış müebbet cezası alan Avcı’ya haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiğini belirterek ilk mahkeme kararını bozdu. İkiye karşı üç oyla alınan kararda, yine bu ne idüğü belirsiz haksız tahrik unsuru nedeniyle cinayetin “canavarca hisle işlenmediği”ne hükmedildi. Katilin 7-10 yıl arasında çıkabileceği söyleniyor. Katledilen pek çok kadın gibi Pınar için de adalet mezarında bile gelmedi. O da bir ailenin çocuğuydu, hayalleri olan gencecik bir kadındı. Neresinden bakarsanız bakın bir erkek tarafından ve “canavarca” katledildi. Yargı ne kadınları ne çocukları sadece “aileyi, erkeği” koruyor hem de geleneksel ahlakın olabilecek en ikiyüzlü çerçevesi içinde. Hangi aile yılı?

Pınar Gültekin’i döverek bayıltan, boğmaya çalışan, boynuna altı yedi kez kalın bir urgan dolayıp cenin pozisyonunda bir varile sokan, bu korkunç işkencelerden sonra benzin döküp yakan, üstüne beton döken Cemal Metin Avcı, yargının erkeklere sağladığı “haksız tahrik imkanı”ndan sonuna dek yararlandı. Bunları, üstelik de tasarlayarak yapan ve izlerini örtmeye çalışan fail olayın herhangi bir noktasında korkunç bir şey yaptığına da inanmıyordu. Çünkü yaptıklarında haklı olduğunu düşünmesini sağlayacak her türlü zemine sahipti.
Sebebi ne olursa olsun, dehşetler antolojisi gibi geçen son yıllarda bile hala tüylerimizi ürpertebilen bu cinayet “canavarca hisle” işlenmemişse ne tür bir cinayet bu tanımı hak ediyor acaba? Cinayetleri işleyenlerin çoğunun ataerkil toplum, siyaset, yargı üçgeninden beslenen “sıradan” erkekler olduğunu yazılarımda defalarca özellikle belirttim. Cemal Metin Avcı bir psikopat değil sadece “elinin kiri”ni aklamak için her türlü vahşeti planlayarak yapabileceğine inandırılmış bir erkek. Nüfuzlu bir ailenin oğlu. Caniliğe hakkı olduğunu düşünen bir cani ve ceza indirimi de bu canavarlığı onaylayıp normalleştirdi. Bu karar değişmezse görece kısa bir süre sonra çıkıp normal hayatına devam edebilecek. Kadınlarsa biraz daha huzursuz olacak, potansiyel katillere gün doğacak. Kendi aralarında kadınları canavarca katletmeye dair fantezilerini daha rahat dile getirebilecekler, imkân bulduklarında da bunları hayata geçirme riskleri artacak. Çünkü işte, bir emsal daha var önlerinde. Bir kadını boğup, henüz hayattayken yakıp üstüne beton dökebiliyor ve “canavar” bile ilan edilmeden birkaç sene yatıp çıkabiliyorsun demek. Şiddeti ve vahşeti doğuran şey eşitsizlik ve cezasızlıktır. Canavarları erkeğin eline her fırsatta şiddet bahanesi veren toplumsal önyargılar ve cezasızlık yaratır.
"Canavarca hisle öldürmeme” meselesi dayanılır, katlanılır bir şey değil. Bunun ardında yatan “haksız tahrik” indirimine bakalım. Pınar Gültekin cinayetine dair daha önce birkaç kez yazmıştım. 2022’deki yazımda şunları söylemişim: "Yaşam gibi ölümün de sınıfsal yanı da var, toplumsal cinsiyetle sıkı sıkıya bağlı yanı da. Kadın olmak, çocuk olmak, LGBTİ+ olmak, şiddetle karşılaşma ve ölüm riskini kat kat arttırıyor. Çıt kırılgan hayatlarımız erkek adaletin pençesinde olduğu için de, adalet mezarda bile gelmiyor çoğu kez. Katiller, istismarcılar, şiddet failleri büyük bir iş birliğiyle korunuyor. Kadınlara kendi hayatlarını koruma, öz savunma hakkı bile vermemek için bin dereden su getiren yargı, vahşice tasarlandığını bir çocuğun bile anlayabileceği cinayetlerde katillere haksız tahrik indirimi uyguluyor. Katil lehine hiçbir noktanın bulunamadığı durumda bile, salt katledilenin kadın olmasından kaynaklanan bir 'haksız tahrik imkânı' öylece orada duruyor.
Lanetli sözcük, katil koruyan, haksızlığıyla ciğer solduran 'haksız tahrik'! Yaşarken nefes alışlarıyla bile erkekleri tahrik edebildikleri gerekçesiyle kamusal alandan uzak tutulmaya, dört duvara tıkılmaya itilen kadınlar, öldürülürken de illaki katillerini tahrik edecek bir söz etmiş, bir davranışta bulunmuş oluyor. Evli adam bir kadınla ilişkiye girdiğinde namusu kirlenmiyor sözgelimi ama ilişkisi açığa çıkacak gibi olursa, kirleniyor. Namus ve ahlak tamamen kadın bedeni üzerinden tanımlanırken itibar, imtiyaz hep erkeklere ait. Bu rezil riyakar düzende erkekler sonsuz 'kışkırma' kapasitesine sahip. Bir cinsi arzulayan öbürünü arzulanan, birini av diğerini avcı, birini hükümdar öbürünü itaatkar kılmaya kuruluysanız, her koşulda her şey tahrik gerekçesi olabilir zaten. Kadınları kolaylıkla katleden adamların patronları karşısında nasıl süklüm püklüm durabildiklerinin sırrı bir türlü çözülemedi. İşine geldiği zaman kendini kontrol edebilen erkek öfkesi katlettiğinde, suçlu yine kadın!
Bütün bunları ifade etmek, ikiyle ikiyi toplamak bile kadınları 'erkek düşmanı' ilan etmeye yeterken elinin kanı kurumamış katiller 'ben katil değilim' diyor ve arkasında belli bir toplum desteği bulabiliyor. Kadınlar yıllardır bunlarla mücadele ediyor, ses yükseltiyor, mahkeme salonlarını dolduruyor, ses veremeyen kadınların, katledilen hemcinslerinin ve onların yakınlarının haklarına sahip çıkıyor.”
Cemal Metin Avcı, duruşmalarda her defasında suçsuzluğunun altını çizdi. “Bana katil muamelesi yapıyorlar” dedi. “Kadınlar çiçektir” dedi. “İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi iyi oldu” da dedi, haliyle. Yanılmıyorsam ilk iddia Pınar’ın ilişkilerini bitirmek istediği, Avcı’nın bu nedenle onu son bir kez görüşmeye çağırdığı, çıkan kavganın buralara evrildiği şeklindeydi. Zaman içinde “şeytana uyup” genç bir kadın tarafından ayartılıp sonra ilişkiyi sonlandırmak isteyince Pınar’ın şantaj ve tehditlere başvurduğu, bu nedenle “ailesini korumak” için onu “öldürmek zorunda kaldığı” versiyonu üzerinden sürdürüldü savunma. Cemal Metin Avcı bir ara “benimle zorla birlikte olmuş bir escort” gibi oksimoron bir tanıma kadar yükseltti eli. Bildiğim kadarıyla şantaj ve tehdit kısmı kayıtlarla hiçbir zaman kanıtlanamadı. Ama “evli adamla ilişkiye girmiş kadın”dan “escort”a uzanan bu iddialar toplumsal önyargıları köpürtmeye, katilin sırtını sıvazlamaya yetti. Üstelik de hadi hepsi doğru olsa bile, hiçbir şey zanlıya bir kadını değil bu kadar vahşi bir yöntemle katletmek, ufacık bir şiddet uygulamak hakkını bile vermiyordu. Ama “kadının namusu, erkeğin elinin kiri” berbat ikiyüzlülüğü caniye işin içinden olabilecek en iyi koşullarda sıyrılmak için gereken her desteğin zeminini oluşturdu. Erkek şiddetinin bir diğer kurbanı canımız Özgecan gibi sayılmıyordu mesela canımız Pınar, “makbul kurban” değildi. Bitlisli bir ailenin kızı olarak üniversite okumak, kendi ayakları üstünde durmak, istediği gibi yaşamak istemiş ve belli ki ikiyüzlü ahlakın sınırlarını aşmıştı. “Onun da orada o adamla ne işi vardı” berbat mağdur suçlaması eril yargının son kararıyla mümkün en adaletsiz karşılığını buldu.
Evrim Kepenek bu yazısında Eylem Ümit Atılgan’ın “Haksız Tahrik, Bir Erkeklik Hakkı” kitabına genişçe yer vererek haksız tahrikin nasıl temelde bir “erkeklik indirimi”ne, hakkına dönüştüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor.
İnsan bu tür bir kararı verebilen kişilerin kafayı yastıklarına nasıl rahat koyabildiklerine şaşırıyor. Post truth çağında söylenenlerle gerçek hayat tutumları arasındaki makası gösteren şöyle bir durum yaşandı bu olayda da: İkiye karşı üç oyla alınan kararda imzası bulunan hakimlerden birinin 2021’de TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu’na bilgi verirken kadın cinayetlerine verilen düşük cezalara tepki gösterdiği öğrenildi. Hâkim, komisyondaki konuşmasında “Benim kendi ailem zaman zaman haberleri izleyip soru soruyorlar. ‘Oğlum, mahkeme böyle bir karar vermiş ne düşünüyorsun, nasıl bir karar bu?’ diyor, ben onlara dahi izah edemiyorum bu kararı.” Bunu diyen biri, boğulmuş, canlıyken yakılmış, varile atılıp üstüne beton dökülmüş bir kadının “canavarca hisle” öldürülmediğine nasıl karar verebildi?
Pınar Gültekin ailesinin avukatı Rezan Epözdemir’in bu açıklamaları da, kararın adaletsizliğini çok açıkça yansıtıyor: “Türk Ceza Kanunu’nun 82. Maddesinde dahi gerekçede bir kimsenin diri diri yakılması cinayetin canavarca hisle işlendiğinin en temel örneğidir, denilmiştir,” diyor. “Eğer bu canavarca hisle öldürme değilse ‘canavarca hisle’ hangi halde uygulanacaktır?” diye de ekliyor.
Eşitsizlik kadınlar aleyhine toplumsal önyargıları sürekli beslerken erkek adalet derin vahşetleri hafifletip erkek faillerin işini kolaylaştırıyor. İmkân bulmuş ve imtiyazına, haklılığına inanan “sıradan adamlardan" canavarlar doğuyor. Pınar Gültekin ve erkekler tarafından katledilen bütün kadınlar için, adalet isteyen ses asla susmamalı. Tek umut o seste.