Ahlak felsefesi, ‘aşı milliyetçiliği’ hakkında bize neler öğretebilir?

Covid-19 salgınına karşı aşı tedarikinde yaşanan eksiklik, Avrupa Birliği ve İngiltere'yi bir anlaşmazlığa sürükledi. Bu anlaşmazlıkta, etik ilkeler bizi bir çözüme ulaştırabilir.

Google Haberlere Abone ol

Alexis Papazoglou

Normal zamanlarda, AB ile İngiltere ve özel bir şirket arasında bir sözleşmenin zamanında yerine getirilmesi hususunda yaşanan anlaşmazlık, iki tarafın avukatları dışında pek az kişi için ilgi çekici olacaktır. Ama bunlar normal zamanlar ve bu da sıradan bir sözleşme değil.

Oxford/AstraZeneca aşısı hakkında yaşanan savaş, kimin hayat kurtaran bir ilaca daha önce ulaşmayı hak ettiği konusunda daha derin etik soruları gündeme getiriyor. Bu, zaten pek çok ülkenin fikir birliğine ulaşmanın güç olmadığı yerel bir bağlamda yürüttüğü bir tartışma: Öncelik, Covid-19’a yakalanma ya da hayatını kaybetme ihtimali en yüksek olan insanlara verilmeli ve böylece bir aşıdan en yüksek oranda faydalanmayı sürdürmeliler. Fakat küresel bağlamda aşılama için kimler öncelikli olmalı?

AŞI MİLLİYETÇİLİĞİ TEHLİKEYİ BÜYÜTÜYOR

‘Aşı milliyetçiliği’, “Önce benim ülkem!” diyerek meseleye Trumpçı bir tepki vermek anlamına geliyor. Ayrıca her ülkenin, sınırları dışında değil, sadece kendi topraklarında yaşayan insanların güvenliğinden ve refahından sorumlu olduğunu varsayıyor. Şu ana dek İngiltere hükümetinin yaklaşımı şöyle görünüyor: “Eğer Avrupa Birliği AstraZeneca aşısını temin etmede sorunlar yaşıyorsa, o zaman buna şanssızlık demeliyiz”. 

Bu yaklaşım, kimliklerimizin ve değerlerimizin ait olduğumuz topluluklarla karmaşık bir biçimde ilişkili olduğunu öne süren ve bu yüzden ahlaki yükümlülüklerimizin her şeyden önce topluluğumuza dahil olan insanlara -mevcut durumda, siyasi topluluğumuza– sunulması gerektiğini savunan cemaatçilikte kendine taban buluyor.

Buna karşın, farklı ve daha kozmopolit bir yaklaşıma göre, ahlaki sorumluluk bir ülkenin sınırlarında sona ermiyor. İnsan hayatının kıymeti, yaşadığı yere bağlı değildir: Herkes eşit bir ahlaki değere sahiptir. Bir eylemin genel refah üzerindeki etkisini ölçerek değerini belirleyen bir ahlak felsefesi olan faydacılık, bir İngiliz, Fransız ya da Brezilyalının refahı arasında ayrım yapmaz. Bize yakın olanlara uygulanan ayrıcalıklı muameleyi ahlaksızlık ve insan doğasının olumsuz bir niteliği olarak görür. 

Bu çerçevede, İngiltere kendi vatandaşlarına öncelik vermemeli, garanti altına aldığı aşıları AB vatandaşları ve aslında dünyanın geri kalanıyla eşit derecede ve hak ettikleri biçimde sunmalı. Dünyanın dört bir yanında yaşayan en savunmasız insanlar, tıpkı ülke sınırlarında olduğu gibi öncelik taşımalı. Şu halde, bu iki etik çerçeveden hangisi doğru olanı yapıyor?

ÖLÜMCÜL BİR YOL AYRIMI

Filozofların etik ilkeleri değerlendirmelerinin bir başka yolu da, onları düşünce deneylerinde test etmeleridir. Bir komşunuzun, örneğin taşınmalarına yardım etmeniz gibi bir iyilik istediğini ve bir yabancının da sizden aynı anda bir şey istediğini hayal edin. Bu durumda, komşunuza öncelik tanımak ahlaksızlık olur mu? Bu kulağa çok da doğru gelmiyor. İşin aslı, komşunuzla olan özel bağlarınız, onlara yardım etmenizi tanımadığınız birine karşı sahip olmadığınız bir çeşit zorunluluk gibi gösteriyor. Şimdi farklı bir senaryo hayal edin: Komşunuz yine taşınma işinde yardım istiyor ama aynı anda evinizin yanındaki gölde boğulmakta olan bir yabancı da yardım etmeniz için yalvarıyor. Burada ahlaki göreviniz komşunuza değil yabancıya yardım etmenizdir.

Hem bağlarımız olan kişilere öncelik tanımamız gerektiğini söyleyen etik ilkenin hem de bunu yapmanın her zaman yanlış olduğunu öne süren ilkenin, kendi sınırlamaları mevcuttur. Ahlaki kurallardan hiçbiri, her bir etik bilmecenin niteliğini kendi içinde barındıramaz; her vaka kendine özgü bir ilgiyi hak eder. Hâl böyleyken, İngiltere ve AB’nin içinde bulunduğu özel durumda ne yapılmalı? 

İNGİLTERE’NİN AHLAKİ GÖREVİ

İngiltere, 80 yaş üstü insanların çoğu da dahil olmak üzere, yetişkinlerin yüzde 10’undan fazlasını aşılayana dek, AB yetişkinlerin sadece yüzde 2’sini aşılayabildi. Bu durum, AB içinde Covid’e karşı hâlâ son derece savunmasız olan insanların oranının, İngiltere’dekinden çok daha fazla olduğu anlamına geliyor. Peki, İngiltere, (satın alma yoluyla/ç.n.) garanti altına aldığı 100 milyon adet AstraZeneca aşısının bir kısmının komşularına gönderilmesine izin vermeli mi?

Şimdi aşırı durumları değerlendirelim. Diyelim ki, İngiltere’de AB ile aynı oranda insan aşılanmış olsaydı, İngiltere’nin elindeki aşıları paylaşmasına yönelik herhangi bir ahlaki talep söz konusu olmazdı. Fakat İngiltere, AB aşılamada hâlâ geride kalmışken, Covid’e karşı en savunmasız olan tüm grupları aşılamayı başarsaydı, İngiltere’nin bir miktar aşının AB’ye yönlendirilmesine izin vermesine ilişkin sağlam bir gerekçe olabilirdi. Bunu yapmak, neredeyse kesin olarak daha fazla hayatı kurtaracaktır.

Mevcut durum ve İngiltere’de nüfusa oranla ölüm sayılarının dünyadaki en yüksek düzeyde olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, kendi insanlarına öncelik vermesine yönelik ahlaki bir argüman söz konusudur. Yine de, unutulmaması gereken şeylerden biri, ülkenin siyasi liderliği demokratik bağlamda sadece vatandaşlarına karşı sorumlu olsa bile, ahlaki sorumluluğunun onlarla bitmediğidir. Şayet İngiltere salgına karşı kendini diğer ülkelere göre daha olumlu bir durumda bulursa, diğerlerine de yardım etme zamanı gelmiş demektir.


Yazının orijinali The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)