Aftersun: Derin bir kayıp ve yas hissi

Yönetmen Charlotte Wells'in ilk uzun metrajlı filmi "Aftersun", derin bir kayıp ve yas hissi yaratıyor. Bu his romantik bir nostalji değil, geçmişe ve çocukluğa dair sert bir söylem.

Google Haberlere Abone ol

Gizem Üstündağ

DUVAR- İskoç yönetmen Charlotte Wells’in ilk uzun metrajlı filmi "Aftersun", dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası'nda yaptı. Festivalden French Touch Jüri Ödülü ile dönen film, 6  Ocak'ta MUBI'de izleyiciyle buluşacak.

'Hatırlama'nın sinemada nasıl yansıtılabileceğinin başarılı bir örneği olan "Aftersun", aynı zamanda etkileyici bir zihin sineması. 

Son derece mütavizi, anlatmak istediğini seyircinin gözüne sokmayan, oldukça minimal bir anlatıya sahip. Çok kişisel bir hikâyeyi dramatize etmeden, sinematografiye hizmet eden ufak nüanslarla aktarıyor; ışığın kullanımı, kameranın açısı, arka planda çalan müzik ile film çok kişisel bir yerden kalplerimize dokunmayı başarıyor ve senenin en beğenilen filmlerinden biri olmayı hak ediyor. 

Film 90’lı yıllarda Fethiye’de geçiyor. Bir şeyleri hatırlayarak, geri çağırarak yaşamı tecrübe eden bir kadının üzerine kuruluyor aslında hikâye. Bir kadın çok küçük, çok yalın anlar üzerinden babasıyla geçirdiği tatili hatırlıyor. 

"Aftersun", hatırlama eylemini kayıt altına alınan görüntüler üzerinden kurguluyor. Her biri de o anları kaybetmemek adına çekilmiş olan görüntüler. Biteceğini bilerek o 'an'a tutunma çabası... Galiba filmin en kalp kıran kısmı da burası oluyor.

Bir video kaydıyla açılan film, bir video kaydıyla da sona eriyor. Yani film anda takılı kalmış bir yaşantıyı yas parantezine alıyor ve yeniden yaşanamayacak zaman dilimlerini büyük bir kayıp duygusuyla yansıtıyor. 

Film video görüntüleriyle ilerlerken bir yandan da bilinçli bir zihnin yarattığı görüntülerle bölünüyor. Yetişkin Sophie’nin zihnini izliyoruz aslında; tasarladığı, olmasını istediği anları tecrübe ediyoruz. Göz alıcı ışıkların olduğu bir dans pisti ve Sophie’nin babasıyla dans ettiği anların görüntüleri bunlar; artık gerçekleşemeyecek olanın yalnızca zihinde tasarlandığı görüntüler.

Yetişkin Sophie artık babasıyla olan tüm kavuşmalarını, yüzleşmelerini bu zihin alanında tasarlıyor. Kocaman yanıp sönen ışıklar içinde tüm keyfiyle dans eden babası, Sophie’nin zengin hayal dünyasına çok şey borçlu. Dans pistindeki ışıklar ise hayattayken bile varlığından bir türlü emin olamadığı, bir kaybedip bir bulduğu babasının güçlü bir alegorisi.

Derin bir kayıp ve yas hissi var film boyunca ve bu his romantik bir nostalji değil, geçmişe ve çocukluğa dair sert bir söylem.

Çocukluk, dönüp dolaşıp döneceğimiz bir yer gibi hissetsek de büyümek geri dönüşleri imkânsız kılıyor. Babasının kucağına yatan Sophie, İskoçya’ya geri dönüp dönmeyeceğini soruyor. Babası ise ‘’Doğduğumuz yere dönmek imkansızdır’’ diyor. Bu sahne çocukluğun güzel bir temsili oluyor. Çocukken ‘’çocuk’’ kalabilmek daimi olsa da büyüdükçe bunun imkânsız olduğunun altını çiziyor. Çocuk, olduğu yerde mutluyken yetişkin artık oraya dönemiyor. Filmin ana cümlesini baba aslında çoktan söylüyor: Büyüdüğün yere dönmek imkânsızdır.

Yer yer rol karmaşası yaşanıyor filmde. Ebeveyn-çocuk rolleri alt üst oluyor, tersine dönüyor. Çocuk, çocuk olamıyor çünkü baba ‘’babalığını’’ yapamıyor. 

Baba karakteri son derece titizlikle yazılmış bir karakter diyebiliriz. Hayatını tam olarak yaşayamamış, isteklerini gerçekleştirememiş fakat film tüm bunlara dair kesin bir şey söylemiyor. Karşımızda babasının acısı ile nasıl baş edeceğini bilemeyen çaresiz bir çocuk görüyoruz.

Baba karakteri en baştan ‘’kırılmış’’ bir karakter olarak edebi bir metin tadında tanıtılıyor. Öz saygını kaybetmiş, değersizlik duygularına gark olmuş depresyonun avucunun içinde olan bir  baba. Fakat yine de bir anlam arıyor, bir şeylere tutunmaya çalışıyor. Yaptığı Tai Chi dansı mesela, bir hayata tutunma şekli aslında. Aynada tükürdüğü kendisi öfkesinin bir dışavurumu, değersizliğinin incelikli bir anlatımı. Açılış sekansından itibaren kolu babanın kolunun alçılı olduğunu görüyoruz, sonra kendi yöntemleriyle çıkarıyor alçıyı kolundan. Kırılmışlığı yine kendi edinimiyle telafi etmeye çalışıyor fakat ne derece sağlıklı bu yaptığı, bilinmiyor.. 

Her şeyin sonunda elimizde olağanüstü bir kapanış sahnesi kalıyor. Baba ile kızın ayrıldığı sahnede film donuyor. Kameranın donduğu yerden Sophie'nin yetişkin dünyasına geçiyoruz. Elinde kamerayla oturduğu yerden izlediğinin, film boyunca tüm bu izlediklerimiz olduğunu fark ediyoruz. Sonra kamera babanın eline geçiyor ve babanın açısından izlemeye devam ediyoruz. Havaalanı sandığımız yerin kapısından içeri giriyor baba; filmin başından beri yer yer gördüğümüz ışıklı dans pistinin içine. Yani Sophie'nin zihnine. Buradan sonrası yalnızca Sophie'nin dünyasında olup bitiyor; konuştukları, sustukları, kavuştukları... Babası zihninde hayat buluyor yalnızca. Anlıyoruz ki yaşayacak tek bir anı yok geriye. 

"Aftersun" kayba ve ölüme dair izler bırakan, uzun süre etkisinden çıkılamayacak bir film.