Adını koyalım, seçim değil referandum

Türkiye’nin önüne bir seçim daha geliyor. Bu, gerçekten çok önemli ve kritik bir seçim. Adı seçim ama teknik olarak bir sistem referandumu ve ülkenin geleceğini belirleyecek çok önemli bir tercih.

Google Haberlere Abone ol

Sedat Bozkurt*

Sizleri çok derin bir felsefe tartışmasına sokup yormadan meseleyi ele alma niyetindeyim. Felsefeye vurgu yapmak zorundayım çünkü normalin ne olduğunu ve ne zaman normali konuşacağımızı biraz tartışacağız.  Normali, önümüze anormali gelince konuşmaya başlarız, “bunun normali neydi” diye tam da o zaman sorar ve ararız. Son dönemde aralarında benim de olduğum muhtelif, çok değil biraz akıllı ve kafası çalışan insanlar durmadan meseleleri ele alırken uzun uzun normali anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü normalini kaybetmiş bir memleket oldu burası, “bu kadar da olmaz” denilen ne kadar anormallik var ise yaşadık.

16 Nisan 2017 tarihinde 18 maddelik anayasa değişikliği için referanduma gidildi. Metin önce TBMM Genel Kurulunda oylandı. Oylar açıktan kullanıldı, hayır ya da çekimseri ifade eden renkli pullar grup yöneticileri tarafından teker teker milletvekillerinden toplandı. Yani anayasa değişikliği için gerekli olan gizli oy kuralına uyulmadı. Sonra referanduma gidildi, sandıktan çıkan mühürsüz zarfların içinde bulunan oyların, tam da oy sayımı sırasında yasanın “geçersiz sayılırlar” hükmüne rağmen “geçerli” sayılmasına karar verildi. Ve seçim sonuçları tartışmalı hale geldi. Ama atı alan, Üsküdar’ı geçmişti. Bu referandum, aslında bir sistem değişikliği içeriyordu ve anormal şartlar altında ve anormal bir biçimde yapıldığı için yeterince tartışılamamıştı bile. Uzun uzun bunun normalini konuştuk o zaman da.

Şimdi Türkiye’nin gündeminde erken seçim var. Muhalefet erken seçim için iktidar bileşenlerini sıkıştırıyor. İktidar da en geç zamanda erken seçimi yapmak için direniyor ama sıkıntılı.

Olası erken seçim tartışmalarının merkezinde muhalefet blokunun yani millet ittifakının cumhurbaşkanı adayının kim olacağı yer alıyor. Muhtemelen 6 partinin oluşturacağı ittifakın seçimlere nasıl gireceği, parlamentoda anayasa değiştirecek çoğunluğa ya da değişiklikleri referanduma götürebilecek çoğunluğa sahip olup olamayacağı tartışması bile gündemde yok. Gündemimiz, “Cumhurbaşkanı adayı kim olacak? Kazanacak ismi aday göstermeliyiz ya da 13. Cumhurbaşkanı millet ittifakının adayı olacak” Muhalefet cephesinin tartışması, iddiası bu. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu “millet ittifakı kabul ederse aday olurum” dedi, burada ön aldı.

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçim süreçleri hep sıkıntılı olmuştur. Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Celal Bayar ilk 3 cumhurbaşkanı ve seçilmelerinde sıkıntılı bir durum yok. 1961 darbesi sonrasında başlıyor sıkıntılar. Samsun Senatörü Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladı. Ardından Milli Birlik Komitesi üyelerinden 2 general tarafından başbakanlığa davet edildi. Burada başına silah dayandığı ve ölümle tehdit edildiği söylenen Başgil, yemin bile etmeden senatörlükten istifa etti, adaylıktan çekildi, Türkiye’yi terk etti. Darbenin başındaki isim Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu. Sağlık koşulları nedeniyle onu Cumhurbaşkanı seçen TBMM, görevden aldı ve yerine Cevdet Sunay’ı seçti.

Sunay’ın görev süresinin bitmesinin ardından cumhurbaşkanlığı seçim süreci hayli sıkıntılı geçti. Birkaç denemenin ardından, bunun içinde Sunay’ın adaylığının da uzatılması var, partilerin üzerinde uzlaşmasıyla, bir başka asker Fahri Korutürk, Cumhurbaşkanı oldu ve eski askerler serisi 12 Eylül darbesinin başındaki isim Kenan Evren ile devam etti. Korutürk’ün görev süresi bitince 2 Mart 1980 tarihinden başlayarak TBMM’de 144 oylama yapıldı ama hiç birisinde cumhurbaşkanı seçilemedi. Ve bu da darbe gerekçelerinden birisi yapıldı. İlk sivil Cumhurbaşkanı Celal Bayar, son asker kökenli cumhurbaşkanı ise Kenan Evren oldu. Evren’den sonra 2 Başbakan, Turgut Özal ve onun ölümü üzerine Süleyman Demirel o makama oturdular. Bu siyasi karar alma süreçleri ve arkalarında bıraktıkları siyasi partilerde yaşanan sıkıntılar ayrı bir yazı konusu. Her iki isim de çok aktif siyasetten geldikleri için Cumhurbaşkanlığı faaliyet alanı yeterli gelmedi. Başkanlık sistemini ilk savunan ve dile getiren Özal, bunun arkasında durdu, partisi elinden gidince başkanlık sistemini savunacağı yeni bir partinin kuruluş çalışmalarını başlattı. Yaşasaydı cumhurbaşkanlığından istifa edip partinin başına geçecekti.

Özal’ın başkanlık sistemine karşı çıkan Demirel de cılız bir ses tonu ile yarı başkanlık sistemini dilendirmeye başladı. Devlet ile siyasi iktidarın kapışmasına sahne olan 28 Şubat süreci nedeniyle biraz hareket alanı genişleyince, 2. kez seçilebilmenin hesaplarını yapmaya başladı ama imkansızdı. Demirel sonrası, 28 Şubat sarsıntısını üzerinden toptan atamayan siyaset, 12 Eylül darbesinin gerekçelerinden birisi olan “cumhurbaşkanı seçememeyi” göze alamadı ve TBMM’de bulunan 5 parti, dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’i aday gösterdi. Partilerin ortak adayı olmasına karşın Sezer ancak 3. tur oylamada 330 oy alarak seçilebildi.

Sezer’in görev süresi bitince parlamentoda cumhurbaşkanı seçecek çoğunluğa sahip bir AKP vardı. Ve bu partinin seçeceği cumhurbaşkanı sıkıntı yaratabilirdi. Recep Tayyip Erdoğan uzun vadeli amacına ulaşmak için bu süreçlerde sıkıntı yaşamak istemiyordu. Devlet ve siyaset içi dengelerin itiraz etmeyeceği bir aday profiline karar verdi. Ancak Bülent Arınç ile Abdullah Gül bu planı dayatmayla bozdular. Ardından hukuken de zorlama yorum olarak görülen Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı geldi. Buna Genelkurmayın “e-muhtıra” olarak adlandırılan açıklaması da eklenince, uygun hale gelen konjonktürde erken seçime gidildi AKP gücünü tahkim etti. Sonrasında da Gül cumhurbaşkanı oldu, cumhurbaşkanını halkın seçeceği anayasal düzenlemeye geçildi. Bir sonraki cumhurbaşkanını halk seçti.

Cumhurbaşkanı seçim süreçlerinin tarihi kronolojisi gerçekten yorucu. Bu kısacık özetten de anlaşıldığı gibi cumhurbaşkanı seçemeyen parlamenter sistemin bir kabahati yok. Çünkü 2 kez uzlaşma ile seçmiş, yani seçebiliyor. Kabahat siyasi yaklaşımlarda. Sonuçta seçilecek kişi, o dönemin geçerli anayasasına göre devleti temsil yeteneği yüksek çok kritik meselelerde kapsayıcı çözüm üretmesi gereken devlet görevlisi. Siyasi gücü yok yani. AKP iktidarı-Ahmet Necdet Sezer pratiğinde bunu gördük. Parlamento içinde cumhurbaşkanı seçilmesi de seçilememesi de siyasetin normali aslında. Mevcut sistemde yer alan yapıların bundan sıkıntı duyması ve sistemi koruma adına siyaset dışı dinamiklerin devreye girerek müdahalesi anormal. Bu nedenle bugün halen cumhurbaşkanlığını ve seçimini tartışıyoruz. Dışardan müdahaleler olmasaydı, siyaset ve onun kullandığı zemin parlamento öyle ya da böyle bir yol bulacak ve o cumhurbaşkanını kendi iradesi ile seçecekti. Ve bu deneyimler gelenek olarak bugüne kadar aktarılacaktı. Ama olmadı.

Şimdi Türkiye’nin önüne bir seçim daha geliyor. Bu, gerçekten çok önemli ve kritik bir seçim. Adı seçim ama teknik olarak bir sistem referandumu ve ülkenin geleceğini belirleyecek çok önemli bir tercih. Bu seçimde iki politik hat yer alacak, parlamenter sisteme dönerek demokrasiyi, rafine hukuk devletini inşa etmek isteyen muhalefet bloğu hatlardan birisini oluşturacak ve muhtemelen bu blokta 2 ittifak yer alacak. Diğer hat ise, bütün aksaklıklarına ve bu aksaklıkların yarattığı kronik sorunlara karşın cumhurbaşkanlığı sistemini savunan iktidar hattı. Siyasetin muhalefet cephesi, tarihsel deneyimlerde de ortaya konulmuş olan politik çekişmeleri bir kenara bırakmış, kendisine “demokrasi inşa etme” görevi yüklemiş bir biçimde hareket etmeye çalışıyor. Bu, çok kıymetli. Bunu yapacak cumhurbaşkanını da bu blok atayacak ve seçmenin onayına sunacak. Bu seçmenin onayından geçen muhalefet blokunun atadığı cumhurbaşkanı da demokrasi inşasının bir tür “mühendisi” olacak, buradan kendisine güçlü bir politik kimlik değil, ittifakın belirlediği sınırlar içinde güvene dayalı olarak yol haritasını izleyecek ve parlamenter sistem üzerinden demokrasinin inşasına önderlik edecek.  Bu yol çok kolay kat edilemeyecek. Muhalefet bloku parlamentoda anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olamaz ise cumhurbaşkanının kim olacağı önem kazanıyor. Çünkü o durumda verilecek mücadele birkaç cepheyi birden kapsayacak.

*Gazeteci