Adım Başı Kafe: Adım başı dizi!

Platform komedilerinin sayısı arttıkça öyküler yaratıcılıktan uzaklaşıyor. Çıta ise düştükçe düşüyor. Kafesi olanın dizi çektirdiği bir düşüş... Adım başı set, adım başı heba edilen emek...

Google Haberlere Abone ol

Yerli dizilerde komedi ağırlıklı bir yayın anlayışı izleyen Exxen platformu, yaz dönemini de Selçuk Aydemir'in yönettiği "Adım Başı Kafe" ile değerlendiriyor. Emrah Kaman, Zeynep Çamcı ve Burak Serdar Şanal'ın bir çıkış bulmak umuduyla kafe açmaya kalkışan üç arkadaşı canlandırdığı dizide Burak Satıbol ve Şenay Gürler de rol alıyor.

Şu ana dek beş bölüm yayınlanan diziye dair "platformların yaz dizisi" yakıştırması yapıp pekala geçebilirdik. Hepimiz biliriz, televizyona çekilen yaz dizilerinin çoğu suyunun da suyu bir derinlik arz eder; oldukça basit öykülerden aşk ve güldürü devşirerek yaz sıcağının etkisini hafifletmeye niyetlenirler. Öyle ki seyirci, televizyondur, çevrimiçi platformdur ayırt etmez, yazları aklını yormaktan kaçınır. "Adım Başı Kafe" de aklı yormayacak basitlikte; estetik, özgünlük şöyle dursun öyküden dahi yoksun bir dizi. Bu koşullarda geçmeyişimizin sebebiyse yönetmen koltuğunda "Üsküdar'a Giderken", "İşler Güçler" ve "Kardeş Payı" gibi başarılı dizilere imza atmış Selçuk Aydemir'in oturması. Anlaşılan, televizyon ve gişedeki kalıplar platformlarda pek tutmuyor, evdeki hesaplar çarşıya uymuyor! 

ŞEHİR EFSANESİ: OFİSTEN SIKILIP KAFE BATIRAN BEYAZ YAKALI

Diziyi kısaca analım istiyorum. Tanıtımında "üç beyaz yakalı arkadaş" olarak geçse de, içlerinden yalnız birinin istifayı basıp kurumsal yaşamdan ayrıldığına emin olduğumuz kafadarları farklı kaygılar bir araya getirmiştir. Merve (Zeynep Çamcı) tatlı tariflerine güvenmektedir, Sinan (Burak Serdar Şanal) yıllardır çalıştığı ofis ortamından usanmıştır. En zıpırları Emre'nin (Emrah Kaman) ise ne yaptığı, ne yapmak istediği bilinmemektedir. Muhasebesini tuttuğu şirketlerin battığı belirtilirken, açılışta mehter takımından arkadaşlarını izleriz. Kafadarlar ilkin herkese aynı mülkü kiralayan emlakçı oyununa aldansa bile kendisi de restoran işleten mal sahibi insaflı çıkınca mekânı tutarlar. Tadilat ve dekorasyonun ardından kafe açılır. İlerleyen bölümlerde kafadarların başından geçenleri izleriz.

ŞİMDİ REKLAMLAR YARIM SAAT VE EĞLENCELİ!

Konuyu bu denli kısa aktarabildiğimize göre sıkıştırılmış, hatta hap haline getirilmiş bir anlatı ile karşı karşıyayız. Bir "şehir efsanesi"ni aktarıyor bize "Adım Başı Kafe"... Seslendiği seyirci kitlesinin az çok bildiği, bilmekle yetinmeyip abarttığı şeyleri süsleyerek sunmanın peşinde... Nedir bunlar? Beyaz yakalılar sıkıldı, sıkıştı, ezildi büzüldü... Kurumsal samimiyetsizlikten bunalanlar doğaya kaçtı, kalanlar kafe açtı falan... Karaköy'ü istila eden kahvecisinden mutfağına yeni nesil hizmet sektörü kendine yeni lokasyonlar arıyor vs. Kuşkusuz çevrimiçi yerli komedilerin eğilimlerini de yansıtıyor "Adım Başı Kafe". Dilerseniz sınıflandırmamızı kolaylaştırmak adına bu eğilimlere numara verelim.

Bir: Depresyona girmiş, tükenmiş oyuncu (Bartu Ben). İki: Komedyen olmaya çalışan, zorlu yollardan geçen komedyen (Doğu, Bir Yeraltı Sitcom'u vs.). Üç: Paralel evrende komedyen olamamış komedyen (İBO: İlginç Bazı Olaylar). Dört: Reklamını yapan kafe işletmecisi (Bonkis). Beş: Ofis ortamında sahte belgesel esintileri (Acans).

"Adım Başı Kafe", dört ve beş numaranın sentezi gibi duruyor. Öyle ki bu ismi taşıyan bir kafe sahiden var ve dizi en başta kafenin reklamına (tanınırlığını artırmasına) hizmet ediyor. Buradan ne çıkar? Reklam içermesi, daha doğrusu bizzat reklam işleviyle öne çıkması diziyi değerlendirmemizi engeller mi? Engellemez belki ama gölgede bırakacağı muhakkak... Asıl üzücü nokta ise bir reklamın "dizi" süsü verilerek pazarlanması... 90'larda, dönemin dizileri kadar ilgi gören, bir sonraki bölümü/macerası merakla beklenen reklamlar izlerdik. Marmara Bira, Yapı Kredi, İş Bankası vb. ünlü oyuncuların boy gösterdiği bu reklamlar bir devamlılığa, espriye sahipti. Günümüzde reklamlar tam anlamıyla hedefe kitlendi ve başka vasıflar öne çıkmaya, reklam süreleri kısalmasa bile öyküler önemsizleşmeye başladı. Ancak ne gam, çevrimiçi platformlar imdada yetişti! Dizileşmiş reklamlardan reklamlaşmış dizilere geçtik ve kafeler artık kendi öykülerini anlatıyor, kendi tarihlerini yazıyorlar!

Önce "Bonkis" yayınlandı peşi sıra "Adım Başı Kafe" geldi. Biri Kadıköy diğeri Üsküdar Selimiye'de, bulundukları şehrin ve semtin seküler müşterilerine hitap eden, hizmet veren iki kafe. "Bonkis" halihazırda kafenin ayakta kalma sürecinde yaşananları eğlenceli ve gerçekçi bir dille anlatmaya niyetlenmişti, "Adım Başı Kafe" ise diziye mekân sağlamış. Yine beyaz yakalı ofis muhabbeti de "Acans"ta çıkmıştı karşımıza. Bir reklam şirketinde yaşananlar, sevimli patron, ayak kaydırmayan çalışanlar, muzip çaycı doğrultusunda işlenmişti. "Adım Başı Kafe" de anlaşıldığı üzere ofise tepkinin trend haline gelmesinden hareketle o kültürden kopamayışın hazırcı/köşe dönmeci bir yaklaşımla harmanlanıp kısa sürede iş bilmeyenlerin sanatına dönüşen "kafe batırma sanatı"nı ele alıyor. Aslında buna da tamamız! Mesela 90'ların dizi tadı veren reklamlarında usta oyuncuları izliyorduk, cezbedici unsurlar vardı. Nedir ki "Adım Başı Kafe", ne öyküsü ne oyunculuğuyla göz dolduramıyor.

PLATFORMA İŞLEMEYEN TELEVİZYON TAKTİĞİ, YAN ETKİ YAPAN KISA SÜRE VE BAŞARISIZ OYUNCULUKLAR

Öyküyü kabaca andık. Bir şablondan yola çıkılmış, yenilik, özgünlük hak getire... Fakat dikkatimi çeken bir noktaya değineceğim. "Kısa süre, anlatıya dinamizm katar" ezberi başarısız örnekler geldikçe bozuluyor. Selçuk Aydemir, televizyona ve gişe sinemasına iş yapmış, mahalle mizahında rüştünü ispatlamış bir isim. Yönettiği "Düğün Dernek" filmiyle gişede de başarı yakalamıştı hatırlarsanız. Sürenin kısalması (açıkçası muadillerine göre çok kısalmamış, yarım saatlik bölümler izliyoruz) yarardan çok zarar getirmiş. Belki lafı sündürse, ezberin aksine daha düzgün bir dizi izleyeceğiz ama sahneden sahneye geçiliyor, daldan dala atlanıyor. Ağaç deseniz meyve vermeyen bir ağaç! Neden taşlayalım? Beyaz yakalılık eleştirerek genç seyirciyi yakalama formülü her zaman tutmaz. Üstelik bunda sorumluluk sadece yönetmene mi ait bilinmez fakat oyunculukların döküldüğünü de ekleyelim.

Emrah Kaman, Zeynep Çamcı, Burak Satıbol açıkçası sınırlı oyuncular sergiliyor. Oyuncular, kariyerleri boyunca sınırlarını aşmaya yanaşmamışlar, yatkın oldukları komediden devam edip kısıtlanmışlar. Örneğin Çamcı tek kaşlı bir konfeksiyon süper kahramanını canlandırdığı saçma filminin ("Feride") havasından sıyrılamamış, benzer hareketleri tekrarlayıp duruyor. Kendi ekseni etrafında salındığı, ileri geri sallandığı vücut dili tam bir facia! Jest ve mimikler "Feride" kalmış, diyaloglar Merve'ye yazılmış... Kaman, başından beri tek bir tip (abartıya kaçan komedyen) ama bu kez o tipin standartlarını da karşılayamamış. Kendisi olsun diye inisiyatif tanınmış ancak bunu değerlendiremeyip itici bir enerji yaydığını görüyoruz. Şanal, şiveli ve samimi güldürü "Yeşil Deniz"de iyiydi fakat Kaman'ı dizginleyemiyor. Hatta bırakın dizginlemeyi çoğu sahnede oyunun parçası bile olamıyor. Yoldan geçerken çağırmışlar sanki! Satıbol ise lamba cinimsi dilenci kılığında epey sırıtmış. Onu o kılığa sokmak kimin fikriydi acaba, esprisi ne bu adamın? Niçin "Ekmek Teknesi"ndeki Heredot Cevdet gibi hikaye anlatıyor? Neden Amerikan filmlerindeki gibi mukavva sarınıp dileniyor? Neden feminen bir ayakkabı giyip Noel Baba şapkası takıyor? İlk bölümlerde Satıbol'un "kilolu komedyene makyaj yapalım, nasılsa tutar" mantığına kurban gittiğini söyleyebiliriz. Devamında geçmişi aydınlatılıp kafe batıra batıra sokaklara düşmüş hipster baristaya evrilse ve saçı sakalı düzeltse de en baştan özensiz işlendiği için merak uyandırmak bir yana seyircinin hevesini kırıyor. Sırf bu tercih, dizinin tamamına yönelik fikir vermekte...

Öykü seçiminden olay örgüsüne, oyunculuklardan mekâna, tüm bir sanat yönetimine üstünkörü yaklaşım her kareye hakim. Bu emeksizliği eğilimlerden şablonlar üretip o şablonlara uyma pratiğine başka bir deyişle kendi yalanına inanma, kendi kof gerçeğine bağlanma hatasına yoruyorum. Platform komedilerinin sayısı arttıkça öyküler yaratıcılıktan uzaklaşıyor, giderek aynılaşıyor. Hani böyle de olabilir. Olmaz ya, olmamalı ya hadi oldu diyelim! Yaratıcılıktan uzak bir komedi çıktı bahtımıza, bari güldürsün istiyoruz! "Adım Başı Kafe" onu da beceremiyor. Çiğ anlatımı, kötü oyunculukları ve sahte belgesel serpiştirmeleriyle sınıfta kalıyor. Çıta ise düştükçe düşüyor. Serbest bir düşüş bu... Kafesi olanın dizi çektirdiği bir düşüş... Adım başı set, adım başı heba edilen emek...