Adem Sözüer: Genel af masasında suçtan zarar gören mağdurlar da oturmalı

Prof. Dr. Adem Sözüer, mevcut kanunlar uygulanmadan ilan edilecek bir genel affın boşa çaba olduğunu söyledi. Sözüer, olası bir affın nasıl hazırlanması ve kimleri kapsaması gerektiğini anlattı.

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Seçimlerin ardından gündeme gelen konulardan biri de 'genel af' ya da 'kısmi af' çıkarılmasına yönelik iddialar oldu. Ülke tarihinde dönemsel ihtiyaçlara göre çıkarılan genel veya kısmi afların yanı sıra, İnfaz Kanunu'nda yapılan düzenlemeler, affın sürekliliğini de sağlayabiliyor.

En son Covid 19 salgını sırasında 2020 yılının nisan ayında infaz kanununda yapılan değişikliklerle 120 bin kişi hapisten izinli olarak çıktı. Bu izin şimdiye kadar iki kez uzatıldı. Mahkumlara verilen Covid-19 izni, 31 Temmuz 2023'te bitecek.

Eski HDP milletvekili Müslüm Doğan, 16 Haziran'da yaptığı açıklamada Cumhuriyet'in 100. yılı nedeniyle 29 Ekim'de çıkartılacak bir af çalışmasının sürdüğünü iddia ederek “Çalışma henüz tamamlanmamış ama genel af adli mahkumların yanında siyasi mahkumları da kapsayacak. Burada ‘eline silah almamış’ ifadesi konularak onlarda bu genel affın kapsamı içine alınacak" ifadesini kullanmıştı. 

İktidardan henüz af konusuna yönelik net bir açıklama gelmiş değil. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, partisinin yetkili organlarında af konusunun gündeme gelmediğini söylüyor. Ancak tutuklu ve hükümlü yakınları af konusundaki beklentilerini sosyal medyadan yüksek sesle dile getiriyor.

Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nun üç mimarından biri olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Sözüer'le, gündemdeki af tartışmasını konuştuk. Sözüer'in af konusundaki tespitlerinin yanı sıra yanı sıra dikkat çektiği önemli bir konu var:

"Çok önemli bir uyarıda bulunmak isterim. Tecavüzcülere evlenme yoluyla af getirilmesin. Bu bir kaç kez denendi. Şimdi yine dikkatler başka tarafa çekilip, tecavüzcü ile evlendirme gibi insan onuruyla bağdaşmayan bir uygulama kanunlaşmasın."

Prof. Sözüer, affın toplumsal barış projesi olması gerektiğinin altını çiziyor ama bu denli kutuplaşmış bir Türkiye'de çıkarılacak affın toplumsal barış amacına hizmet edemeyeceğini savunuyor.

Prof. Sözüer'e göre, aftan terör suçluları da şartlara bağlı olarak yararlanabilir. Mensubu olduğu örgüt adına herhangi bir öldürme veya yaralama suçu işlemeyenlerin serbest bırakılabileceğini söyleyen Sözüer, AİHM kararlarının uygulanmadığına vurgu yapıyor ve tutuklamanın bir terbiye etme biçimi olduğunu ifade ediyor.

Af çıkarılması için bir çalışma yapılması halinde, işlenen suçların mağdurlarının da masada olması gerektiği görüşünü dile getiren Prof. Sözüer'in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Sorularızı yanıtlayan Adem Sözüer, olası bir afta, kadınların tecavüzcüleriyle evlendirilmesine yönelik bir düzenleme yapılmaması için uyarıda bulundu.

Gündemde af var.  Cumhuriyetin 100. Yılında bir genel af ya da kısmi af olacağı ileri sürülüyor. Sizce bir ihtiyaç var mı?

Af, Türkiye’nin gündeminden hiçbir zaman düşmemiştir. Sadece cumhuriyetin 100. yılında değil, Cumhuriyetin 10. 50. ve 75. yıllarında da gündeme gelmiş ve aflar çıkarılmıştır. Ama Cumhuriyetin çeşitli yıldönümlerinin dışında da aflar var, hatta şu anda bile Türkiye’de işleyen bir af mekanizması mevcut.

'İNFAZ İNDİRİMİ DE AF'

Nisan 2020’deki infaz düzenlemesinden mi bahsediyorsunuz?

Evet, Covid-19 affı dediğimiz af bugün bile uygulanıyor. Türkiye’de affın gündemde olmadığı ve yapılmadığı zamanlar çok nadirdir. Örneğin 2020'den önce, 15 Temmuz 2016’dan sonra bir af yapıldı. Ondan önce de cezaların ertelenmesi, şartla alıverme veya infaz indirimi adıyla çeşitli aflar yapıldı.  Ülkemizde çok sık af yapılıyor. Ama toplumun bundan her zaman tam haberi olmuyor. Çünkü ismine af denmiyor. Hükümlülerin cezaları tam infaz edilmeden serbest bırakılmasına biz af demiyoruz. Ama onlara infaz indirimi gibi başka ad verdiğimizde onlar af olmaktan çıkmıyor.

Neden af olarak isimlendirilmiyor?

Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararları oluyor. Eğer af kanunu çıkaracaksan eşitlik ilkesine uygun hareket etmelisin diyor. Veya af kanunu olacaksa anayasaya göre TBMM’nin beşte üç gibi nitelikli çoğunluk ile karar vermesi lazım. Yani af kanunu çıkarmak öyle kolay değil. Peki, neden böyle nitelikli bir çoğunluk isteniyor? Çünkü Anayasa koyucu Türkiye’de ikide bir af çıkmasın diye böyle bir nitelikli çoğunluk öngörmüş. Hatta bazı konularda af yasağı var. Mesela orman suçları ile ilgili af yasağı vardır. Ama orman suçları da bir yolu bulunup esasında affedilir.

Fakat dediğim gibi bunlara af adı verilmez. Kanun koyucu, Anayasadaki nitelikli çoğunluk şartını dolanmak ve kamuoyunun da tepkisini çekmemek için erteleme, infaz indirimi adı altında aflar yapmaktadır. Aslında bunların hepsi aynı sonuca varır. Eğer bir kişiyi mahkûm edildiği hapis cezasından kanun değişikliği yapıp infazı tamamlanmadan daha önce serbest bırakıyorsanız bu bir aftır.

'RAHŞAN AFFI HALA UYGULANIYOR'

İnfaz Kanunu’ndaki düzenlemeler de buna dâhil mi?

Asıl mesele de burada çıkıyor. İnfaz Kanunu ile ikide bir oynayarak bunu yaptığınız zaman mesele daha da karmaşıklaşıyor.

Mesela 4616 sayılı meşhur Rahşan affı diye adlandırılan kanunun adı şöyleydi "23 NİSAN 1999 TARİHİNE KADAR İŞLENEN SUÇLARDAN DOLAYI ŞARTLA SALIVERİLMEYE, DAVA VE CEZALARIN ERTELENMESİNE DAİR KANUN"

Düşünün ki bu kanun bugün bile etkisini göstermekte, uygulanmaktadır. Çünkü Anayasa Mahkemesi onu çeşitli açılardan iptal etti ve genişletti. İptalin bir gerekçesi de eşitlik ilkesiydi. Bu nedenle daha sonra kanun koyucu bir takım düzenlemeler yaptı, başka gelişmeler oldu. Ve o af kanununun uygulaması bir türlü bitmedi.

'100. YIL AFFIN BAHANESİ'

Rahşan Ecevit “Ben böyle olmasını istemezdim” demişti…

Rahşan affına duyulan tepki nedeniyle, sonraki hükümetler af konusuna pek yaklaşmak istemediler. Ama dediğim gibi adı af olmayan kanunlar çıkmıştır. Aslında Türkiye’deki af uygulamaları gerçek anlamda affın gerekli olup olmamasından kaynaklanmamaktadır. Türkiye’deki af uygulamalarının ana sebebi, kanun koyucunun ceza adaleti ilkeleri ile bağdaşmayan popülist tutumudur. Kanun koyucu, bir yandan halka döner ve popülist söylemlerle belli suçların cezalarını arttırır. 'İşte suçla mücadele ediyorum' der. Ama sonra öbür taraftan da bugün olduğu gibi 'Cezaevleri çok doldu, içinde yer kalmadı boşaltalım' der. Çünkü böyle aşırı doluluk sürdürülemez bir durumdur. Bu sefer de cezaevlerinin boşaltılması için çareler aranır. Buna her zaman bir bahane bulunur. Şimdi de 100. yıl bahanesi var.

'AFTAN YARARLANANLARIN ÖNEMLİ BİR KISMI SUÇ İŞLİYOR'

Devletin vatandaş ile barışması böyle mi olur?

Burada hiçbir şekilde toplumsal barışa hizmet olmuyor zaten. Nitekim ülkemizde dolaylı veya doğrudan aflardan yararlananların çok önemli bir kesimi tekrar suç işleyip cezaevine dönüyor. 2020 örneğinde de diğer örneklerde de hep bunu gördük. Ama Adalet Bakanlığı maalesef bunların istatistiklerini tam olarak açıklamıyor. Aynı yanlışları sürdürüp farklı sonuçlara varmak mümkün değil.

Af hukuk sisteminin değil de siyasetin ihtiyacı diyebilir miyiz?

Evet, siyasetin yaptığı yanlışları giderme ihtiyacı diye de tarifleyebiliriz. Aslında siyaset, yargının verdiği kararlara af kanunları yoluyla bu kadar müdahale etmese bunun yerine cezaevlerini doldururken yapılan hataları giderse cezaevlerini boşaltma ihtiyacı ortaya çıkmayacak.

Önce cezaevlerini doldururken yapılan hatalardan vazgeçmek lazım. Aralık 2022 itibariyle 290 bin yatak kapasitesi olan tüm infaz kurumlarımızda 340 bin kişi var. Ancak 2022 yılında Covid-19 izniyle dışarıda olan kaç kişi bilmediğimiz için şu an net bir kapasite aşımı sayısı vermek güç. Nüfusa oranla dünyada cezaevinde kalabalıklığı bakımından ilk sıralardayız. Çok aşırı bir cezaevi nüfusu var ülkemizde. Almanya’nın nüfusu bizimkiyle nerdeyse aynı ama orada tutuklu ve hükümlü sayısı 55 bin civarında, bizde 340 bin.

'TUTUKLAMA HER DÖNEM TERBİYE ETME BİÇİMİ OLMUŞTUR'

Tutukluluğun istisna olmaktan çıkıp bir ‘terbiye etme’ biçimi olduğuna yönelik tespitler var. Tutuklu sayısının artışı ‘terbiye etme’ ihtiyacından mı kaynaklanıyor?

Tutukluluğun tedbirden ziyade asayiş düşüncesi ile uygulama yanlılığı çok sık yapılmakta. Bu da doluluğun nedenlerinden biri. Türkiye’deki cezaevleri esasta 10 tane suçla ilgili mahkumiyet ve tutuklamalar dolayısıyla doluyor. Bunlardan ilk sırada uyuşturucu maddeyle ilgili suçlar var. Bu suçtan infaz kurumlarında olan kişi sayısı Aralık 2022’de 130 bini geçti. Niye böyle oldu? Çünkü biz ‘Bonzaiyle mücadele edeceğiz’ diyerek uyuşturucu kullanıcılarının cezalarını arttırdık. Daha önce Türk Ceza Hukuku reformunun uygulamaya geçtiği yıllarda kullanıcılar için esas uygulama tedavi ve terapiydi. Sonra bundan vazgeçildi, cezalandırma ve cezaları arttırma yoluna girildi. Her ay binlerce uyuşturucu madde kullanıcısı tutuklanıyor. Kullanıcı kişi kendi sağlığını düşünmüyor, kendine zarar veriyorsa devlet onu hapse atmamalı. Tedavisi var, terapisi var. Bilimsel yaklaşımı benimseyen tüm ülkeler bu yola gitmiştir. Devlet asıl uyuşturucu madde ticaretini örgütlü bir şekilde yapanlarla uğraşmalı. Biz kullanıcılar ile uğraşıyoruz. Şimdi tedavi ve terapi yetine cezalandırma politikası devam ettiği sürece her yıl bir cezaevi inşa etmemiz lazım. Hâlbuki biz uyuşturucu madde kullanıcılarına karşı tedavi ve terapiye geçsek ve cezalandırmayı kaldırsak cezaevi nüfusu hemen önemli ölçüde azalacak.

Tutuklama, Türkiye’de her dönem bir anlamda terbiye etme biçimi olmuştur. Bu kadar reform yapıldı, tutuklama bir terbiye, bir asayiş sağlama tedbiri olmasın diye ama oluyor maalesef… Türkiye’nin sorunu budur. Önce gayet iyi reformları yapar. Ondan sonra rafa bunları koyar, hiç uygulamaz. Onları yani hukuku raftan indirip uyguladığımız zaman bu sorunlar çözülür.

'SUÇU ÖNLEYEN ADİL CEZA VERİLMESİ VE ETKİLİ İNFAZ EDİLMESİDİR'

Siz yürürlükteki Ceza Kanunu’nun mimarlarından birisiniz. Bu tip af düzenlemeleri ceza kanunlarını da işlevsizleştirmiyor mu?

Gelişi güzel aflarla adalet duygusu zedeleniyor. Cezasızlık algısı doğuyor. Yolsuzluklar, şiddet suçları yüksek ülkemizde. Ama ne oluyor? Afların da etkisiyle, toplumda 'Suç işleyenin yanına kâr kalıyor' düşüncesi hakim oluyor ve hukuka duyulan güven azalıyor. Cezanın önleyici etkisi, bir kişiyi adil yargılayıp, kusuru ile orantılı olarak adil ceza verilmesi ve etkili bir şekilde infaz edilmesiyle olur. Toplum, ‘Suçlar aydınlatılıyor, hak ettiği ceza veriliyor ve infaz ediliyor’ derse asıl caydırıcı olan ve suçu önleyen budur. Ama bizim mevcut sistemde sadece suçlar değil her alanda af var. Trafik cezaları, vergi, sigorta primi asla ödenmiyor. Çünkü af çıkacağı biliniyor. Kanunlara saygı duyup ödeyenler azınlıkta kalıyor. Af çıkmayan hiçbir alan kalmadı. Çeşitli suçlar işlenerek, kamu makamlarının bilgisi dahilinde Türkiye'de kaçak yapılaşma devasa boyutlulara ulaştı. Sonra ne oldu? İmar affı çıktı ve sonuçlarını depremdeki büyük kayıp ve yıkımlarda gördük.

'HUKUK ARKANIZDAN GELİR' DİYENLER HUKUK VE CEZA SİSTEMİNİ ÇÖKERTTİ'

En yetkili ağızlar ‘Hukuk arkanızdan gelir’ dedi…

‘Hukuk arkanızdan gelir’ diyenler, polise 'Kırın bacaklarını' diye emir verenler hukuk ve ceza adaleti sistemini çökerttiler Türkiye’de. Türkiye, dünyada en çok şiddet suçları işlenen ülkelerden biri haline geldi. Cezaevleri de kapasite olarak o kadar yetersiz hale geldi ki, sürekli olarak cezaevi inşa eder hale geldik. Kanunlarımızı doğru ve etkili olarak uygulamıyoruz. Adil yargılanma haklarını hayata geçirmiyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına göre Türkiye’de çok sayda kişinin serbest bırakılması lazım. Herkesin bildiği isim başta Osman Kavala. Biz AİHM’in kararlarına uyacağımıza, kamu televizyonunda Kavala'yı küçük düşürüp onu suçlu olarak damgalayacak diziler yapıyoruz. Bu bakış açısı ile Türkiye’de cezaevleri boşalır mı? Türkiye'de bu bakış açısı ile ceza adaleti olabilir mi? Artık ceza adaleti sistemi siyasi iktidarların politik çıkarları doğrultusunda kullanılıyor. Örneğin bazı cezalar veriliyor, Ekrem İmamoğlu gibi bazı siyasetçilere siyasi yasaklar getirilmek isteniyor. Yargı, siyasi rakipleri tasfiye amacıyla kullanılıyor.

Böyle bir ortamda af çıkartmak hiçbir şeyi çözmeyecektir. Bu sadece belli siyasi çıkarlar için yapılmaktadır. Muhtemelen iktidarı siyaseten zor duruma düşürecek belli suçlar için yine istisnalar yapılacaktır. Adil ve eşit olmayan aflar da çok zarar verir.

'ÖRGÜT ADINA ŞİDDET SUÇU İŞLEMEMİŞSE SERBEST BIRAKILMASI MAKULDÜR'

Uyuşturucu suçlarından sonra cezaevlerinde en çok terör suçlarından hüküm giymiş ya da tutuklanmış kişiler bulunuyor. Af, terör suçu hükümlüsü ya da tutuklularını da kapsar mı? Silahlı eyleme karışmamış hükümlü ya da tutukluların yararlanabileceği bir af çıkartılabilir mi?

Sadece örgüte üye olmuş, ama üyelik dışında hiçbir silahlı saldırıya karışmamış başka suç işlememiş binlerce kişi var. Mesela Covid-19 affında gerekçe neydi? 'Salgın var, izin verelim dışarı çıksınlar' dendi. Ama üyelik gibi suçlar kapsam dışı bırakıldı. Covid-19 virüsü bu insanlara işlemiyor mu? Bu mantıksız bir şey ama Anayasa Mahkemesi halen bu konuda bir karar veremedi maalesef. Af, bir toplumsal barış, bir toplumsal uzlaşma projesi şeklinde olmalı, herkesi kapsamalıdır. Terör suçlarında da eğer bir kişi bomba koymuş, silahla saldırı yapmışsa kapsam dışı kalabilir. Ama örgüt adına öldürme, yaralama gibi bir şiddet suçu işlenmemişse serbest bırakılabilir. Bu makul olandır.

Aflarda mağdurları unutmamak lazım. Şiddete uğrayan, malı çalınan, dolandırılan veya cinsel saldırıya uğrayanların mağduriyeti var. Eğer af bir toplumsal barış şeklinde olacaksa bu mağdurların, bir şekilde rızalarının, gönlünün alınması lazım.

'KUTUPLAŞMAYI SÜRDÜREREK TOPLUMSAL BARIŞ SAĞLANAMAZ'

Bu nasıl mümkün olabilir?

Devlet, mal varlığına karşı suçlarda affı tazminat koşuluna bağlayabilir. Çok çeşitli imkânlar var. Veya devlet kendisi bu mağdurlara belli destekler verebilir. Ama bu noktada çok önemli bir uyarıda bulunmak isterim! Evlenme yoluyla, tecavüzcülere af getirilmesin. Bu bir kaç kez denendi. Şimdi yine dikkatler başka tarafa çekilip, tecavüzcü ile evlendirme gibi insan onuruyla bağdaşmayan bir uygulama kanunlaşmasın.

Suçu işleyen mağdurun zararını tazmin ederse affedilmesi mümkün olabilir mi?

Bu şekilde olabilir. Geçmişte de şartlı aflar olmuştur. Ama bütün bunların konuşulabilmesi için mağdurların da af masasında olması lazım. Onların da isteklerinin dinlenmesi lazım. Bir de bazıları ‘Biz adil yargılanmadık’ diyor. Bu kişiler bakımından yapılacak şey af değil, onların adil yargılanmalarını sağlamaktır. ‘Paralel yapı’ döneminde haksız olarak mahkum edildiğini söyleyenleri af kapsamına sokmak değildir doğru olan. Onları adil bir şekilde yargılamaktır.

Sistem bunun altından kalkabilir mi? Büyük bir yük değil mi?

Elbette kalkabilir. Cezaevlerini doldururken yapılan hatalardan dönülünce on binlerce kişi hapisten çıkacak. Af konusunda iktidarla muhalefetin bir araya gelerek dürüst bir şekilde toplumun tüm kesimlerini buna dahil edilerek yol alınabilir. Bu şekilde bir toplumsal barış projesi geliştirilebilir. Ama şimdi bu kadar kutuplaşmış bir ülkede şubat ayındaki depremlerde bile bir araya gelinemediğini gördük. Bu kutuplaşmayı sürdürerek bir toplumsal barış projesi olamaz. Öncelikle bu ortamın düzeltilmesi, hukuka dönülmesi lazım.

'SİYASİ İKTİDARIN İSTEDİĞİ KİŞİLERİN HAPİSTEN ÇIKMASI SAĞLANDI'

Terör ile suçlanan muhaliflerin bu kapsamda değerlendirilmesine yönelik bir siyasi irade görebilir miyiz sizce?

Siyasi iktidar yetkisini kullananların, toplumun geniş kesimlerini terörist diye suçlaması zaten en başta yapılan yanlış. Buradan nasıl bir toplumsal barış çıkacak? Bu ortamda barışa hizmet eden bir af yapılamaz ki. Covid-19 affında gördük; siyasi iktidarın istediği belli kişilerin hapisten çıkmasını sağlayacak bir düzenleme yapıldı.

2020’de yapılan düzenleme, Alaattin Çakıcı’yla anılıyor…

Mesele şu isim veya bu isim aftan yaralanmasın değil. Ama af olacaksa eşitlik ilkesine uygun olsun, toplumsal barışa ve adalete hizmet etsin. Ama maalesef aflarda topluma söylenenler ile arka plandaki durum başka oluyor. Topluma kader mahkûmlarını affediyoruz gibi şeyler söylenir, teröristler yararlanmayacak denir ama arka planda bir bakmışsınız, iktidarın uygun gördüğü yararlananlar vardır ve onlar da gözden ırak tutulur. Aftan önce mevcut kanunların doğru uygulanmasını, adil yargılamalar yapılmasını ve yargı bağımsızlığını sağlamak gerekiyor. Ama her şeyden önce AİHM’in kararlarını uygulayıp insanların serbest bırakılması lazım. Siz daha anayasanıza, kanunlarınıza göre yapmanız gereken şeyi yapmıyorsunuz sonra da af diyorsunuz. Böyle yaparsanız, bu gerçek anlamda bir af olmaz birilerini kurtarmak olur.

'CEZAEVLERİNİ DOLDUR BOŞALT UYGULAMASI OLUR'

Osman Kavala’yla aynı dosyada yargılanan Can Atalay milletvekili seçildi ama hala tutuklu. Atalay’ın tahliye edilmemesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Daha önce benzer durumlarda Anayasa Mahkemesi ‘Bu insanlar serbest bırakılmalı’ demiş ve bu uygulanmış. Ama şimdi ne oluyor? TBMM Başkanı topu Yargıtay’a atıyor. Ne oldu da içtihat Can Atalay için uygulanmıyor? Asıl mesele bu. Bunları düzeltmeden çıkarılacak af, arka planda sadece birilerini kurtarmaya yöneliktir. Af olacaksa iktidar muhalefet bir araya gelip önce yargı bağımsızlığını, adil yargılanmayı sağlayacak adımlar atılmalı. Yargı yoluyla Siyasi yasaklar getiren uygulamaların önü kesilmeli. Bu yasaklara yola açan kanunlar değişmeli. Böyle adımlar atılmadan, iktidar muhalefet anlaşıp af yaparsa, bu anayasaya ve hukuka karşı hilelere onay verilmiş olur.

Selahattin Demirtaş ve birçok HDP’li siyasetçinin tutukluluk halleri devam ediyor…

Evet, tüm bu örnekler için mevcut AİHM kararları uygulanır ve insanlar, ‘Türkiye gerçekten tekrar hukuk devleti rayına geçti’ der ve ondan sonra af, 100. yılda gerçekten büyük bir toplumsal barış, birlik, dirlik projesi haline gelir. Ama af, toplumsal barış, birlik ve dirlik için yapılacaklardan yalnızca biridir. Kapsamda yukarda değindiğim konularda olmalı. Aksi takdirde af, yine bir cezaevlerini doldur boşalt uygulaması olur.

Ayşegül Cora, eşi Hasan Cora tarafından sokak ortasında 6 kurşunla infaz edilmeye çalışıldı ve ağır yaralı kurtuldu. Saldırıyı düzenleyen Hasan Cora 17 yıl hapis cezasına çarptırıldı, bu ceza onandı, şu anda infaz ediliyor. Affın Hasan Cora gibi örnekleri de kapsaması durumunda devlet Ayşegül Cora’yı nasıl koruyacak?

Böyle çok örnek var. Biz İstanbul Sözleşmesi’nden çıktık. Zaten tam olarak uygulamıyorduk. Sözleşmeye göre, böyle bir durumda fail hapisten çıkıyorsa boşandığı, boşanma aşamasında olduğu eşi ya da takıntılı olduğu kişiye bu durumun haber verilmesi gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’nde bununla ilgili çok sayıda tedbir vardı. Bunların hayata geçmesi ve 6284'ün tam olarak uygulanması gerekiyordu. Ama Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’nden çıktıktan sonra kadına karşı işlenen suçlardan mahkûm olan çok sayıda kişi dilekçe verdi ve ‘Beni serbest bırakın, artık sözleşmeden çıktık’ dedi. Yani sözleşmeden çıkmak bir sanki kadına karşı şiddet suç olmaktan çıkmış ve devlet artık müdahale etmeyecekmiş gibi bir zihniyete yol veriyor.