YAZARLAR

Adam çantasını kaptı...

Bir adam üçüncü kez geçti önümüzden, farkına varıyordum böyle şeylerin. Eski alışkanlık. Yerleşik devlet fobisi bu.

Arkadaşlar Caracas da bir bar açmıştı, Venezuelalı devrimciler. Öğlenleri yemeği hepsi orada yiyordu. Geceleri içki içip dünyayı değiştiriyorlardı. ‘Paris Komünü barlarda örgütlendi. Che de, Fidel’le barda tanıştı’ dedim. Bira içiyorduk bir yandan. ‘Önemli olan sabahları hiçbir şeyi unutmamaları!’ dedi Ricardo. Şilili arkadaş. Güldüler. Sonra ‘Belfast’da barların çoğu IRA’nın kontrolü altındaydı’ diye ekledim. Hepsi sevindiler bu benzetmeye. Daha devrimci bir örgüt kurmaya uğraşıyorlardı o sırada. Chavez hükümetinin birkaç bakanı da vardı aralarında. Pek kravat filan takmıyorlardı. Bakanlık yerine sokaklarda takılıyorlardı. İşçiden esiyordu o günlerde rüzgar…

Bir adam üçüncü kez geçti önümüzden, farkına varıyordum böyle şeylerin. Eski alışkanlık. Yerleşik devlet fobisi bu.

‘Zaten biz, her gece bir yere gidip bir şeyler içiyorduk’ dediler, ‘burada içiyoruz şimdi’. Hep böyle açılırdı barlar. Beyoğlu’ndan biliyordum. Sonra pek kimse gelmeyince, yeni ortak alınıyordu. Onun parası bitince başkası. Beyoğlu’nu müşteriler değil, ortaklar ayakta tutardı. Caracas biraz değişikti. En azından o sıralarda.

İki kişi daha geldi gecekondu mahallesi, La Vega’dan. Gecekondu radyosunda çalışıyorlardı. Tam bitmemiş bir inşaattaydı radyo. Duvarları yumurta kaplarıyla kaplanmıştı ses yalıtımı olsun diye. Devrimci şarkılar ve salsa çalıyorlardı daha çok radyoda. İkisi de dünyayı değiştirmek içindi. 

Adam bir daha geçiyordu. Önde masada oturanların birisinin çantasını kaptı. Bir genç kadın çığlık attı. Peşinden fırladı sanki çanta onu yoksulluğundan kurtarabilecekmiş gibi. Sokağın başında biri, belinden silahını çıkardı. Havaya ateş etti. ‘’Polis, polis" diye bağırdılar. Polis çardağında oturuyordu. Yakalandı mı bilmiyorum. Ricardo, yeni biraları getirdi. ‘Havaya ateş eden bizim arkadaştı televizyon da çalışıyor’ dedi.  

Sonra çantası çalınan genç kadın, ateş eden adam, iki radyocu ve ben aynı masada oturup, bira içip, flamenko seyrettik. 

Güzel çalıyorlardı. Gitar ellerinde neşeli çığlıklar atıyorlardı. Gitarın gövdesini de çalıyorlardı ve bedenleri de katılıyordu coşkuya. İkisi kadın, üç kişi dans etmeye başladı. Sahne o kadar küçüktü ki biraz geniş kalçalarıyla kadınlar zor sığıyordu. Erkek olan başını eğerek dans etmeye çalışıyordu. Topuklarını yere vurmak için kaldırdığında, aynı anda kafasını eğmek zorundaydı. İki şarkı arasında alkıştan hemen sonra ‘masalar büyük’ dedim Ricorda’ya. Bir yorumda bulunmak gerekirdi açtıkları bar hakkında. Kadının aklına çantası geldi galiba.

Üzüntülü baktı masaya. Teselli edilmesi gerekecek kadar güzeldi. Havaya ateş edilecek kadar değil. Kurtarıcı arkadaş bir biradan sonra kalktı, sokağa çıktı. Yeni bir maceraya yol alırmış gibi geldi bana. Eliyle şöyle bir yokladı silahını çıkarken.

Onunla birlikte çıktı radyocular, dans eder gibi yürüyorlardı.

Ricardo teselli için bir bira daha ısmarladı kadına. Gece uzundu ve çanta çalınması bazen iyi bir şeydi…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...