Açık Radyo: 68’den kalan bir fikirdi, oluverdi

Açık Radyo 25 yıldır yayında. Radyonun muazzam bir ses arşivi oluşmuş durumda. Editörleri, “Yakın zaman önce kaybettiğimiz filozof, yazar Oruç Aruoba’nın, 2000 yılında Ferhat Taylan'la beraber hazırladığı ‘Felsefe Gevezelikleri’ programını tekrar yayınlamaya başladık. Geçen yıl kaybettiğimiz sinema yazarı dostumuz Cüneyt Cebenoyan’ın sinema programı ‘Erguvani İstimbot’ için ise bir kitap çalışması yaptığımızı müjdeleyebiliriz” diyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İlk yayınını 1995'te yapan Açık Radyo, 25 yıldır dinleyicilerinin desteği ile istikrarlı bir şekilde yoluna devam ediyor. Mecralar bir bir dağılırken bu kadar uzun süre devam edebilmesinin bir formülü olmalı. 

Açık Radyo fikri nerden doğdu? Pandemi döneminde ekonomik zorluk çekildi mi? Podcast, bildiğimiz anlamıyla radyoculuğa çalım atabilir mi? Muazzam ses arşivlerinde bugün hayatta olmayan kimler var? 

Açık Radyo'nun kurucularından Ömer Madra, editörleri Didem Gençtürk, İlksen Mavituna, Ufuk Tanişan’la konuştuk.

'GECE UÇUŞU' PROGRAMI MI? ONU BİR TÜRLÜ YAPAMADIK

 Fikir nerden doğdu? Ömer Madra anlatıyor: 

“İkinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrası neslinin en büyük özelliklerinden biri bence, taptaze bir özgürlük ruhuna sahip olmasıydı. Yani bu çocuklar ve gençler, kısa bir süre içinde baş döndürücü bir hızla ana babalarından, nene ve dedelerinden bağımsız, ‘özerk’ bir ruh haline geçiverdiler. Aile içindeki o biraz feodal emir-komuta zincirinden -hatta onun ötesinde tüm zincirlerinden- kurtulup evden erken yaşta ayrılarak kendi ayakları üstünde durmayı, kendi başına çalışmayı, yaşamayı ve eğlenmeyi hedefleyen özgürlükçü ve barışçı yeni bir kuşaktan bahsediyoruz.

İşte bu insanların özgürlük ve barış tutkusunu, ateşini körükleyen en önemli araçlardan biri de radyo idi bana kalırsa. Orta hallilerin, hatta yoksulların dahi kolayca sahip olabileceği, o ucuz ve pratik eğlenceli icat, evin içinde ve fakat ev ahalisinden bağımsız olarak 24 saatte devriâleme çıkmanıza, aynı gün içinde dünyanın binbir kentini gezip, olup bitenlerin haberlerini izleyip, ayrıca binbir konserie, maçlara filan gitmenize imkân veriyordu. Üstelik, ertesi gün ve ondan sonraki bütün günlerde yeni devriâlemlere çıkmanıza hiçbir engel de yoktu!

Özgürlük ve barış deyince, 1950 ortalarında filizlenip dünya yüzüne pıtrak gibi yayılan Rock’n Roll devrimi ve onun ardından önce Berkeley California’da başlayıp Fransa başkenti Paris meydan ve sokaklarında doruğa çıkan, sonra da dünyanın dört bir yanına yayılan 68 devrimci isyanları da bana sorarsanız, radyo yayınlarının yaygınlığına çok şey borçluydu.

Türkiye savaşa girmemiş olsa bile gene de bu savaş sonrası 68 kuşağının nâçiz bir neferi olan bendeniz de Radio Luxembourg gibi ‘korsan’ İngiliz radyolarını dinlemek suretiyle Beatles’ı dünyanın geri kalanından resmen aylar önce keşfederek, ilk gençlik aşklarımdan Jane Fonda’nın savaş karşıtı eylemlerinden ve bilumum dünya ahvalinden gene radyo yayınları sayesinde sürekli haberdar olarak yaşadım. Tabii İstanbul ve Ankara devlet radyolarının o zamanlar kültür, sanat, müzik, edebiyat, tarih ve hatta felsefeye ağırlık veren unutulmaz yayınlarının da hakkını yememek lazım. Aklıma ilk ağızda gelen Emil Galip Sandalcı, Adalet Ağaoğlu, Neşet Ertaş, Çetin Altan, Orhan Hançerlioğlu gibi sıradışı insanların doğrudan veya dolaylı radyo yayınlarının katkılarıyla, ‘duygusal eğitimimi' hayli ilerlettim. İyi bir radyo dinleyicisiydim diyebilirim yani.

Gene de 1994’te ülkedeki özel radyo tartışmalarının birden canlanması, araba antenlerine siyah kurdele bağlanması eylemleri sırasında bile bir radyo kurma gibi delice bir fikrin aklımın köşesinden bile geçmesine yol açmadı benim bu birikimim. Sadece, pilot, yazar ve şair şahane insan Antoine de Saint Exupéry’nin dünyadaki ilk posta pilotlarının olağanüstü cesurca uçuşlarını konu edinen 'Gece Uçuşu' adlı müthiş novella’sından esinlenen bir 'Gece Uçuşu' programı yapma fikri aklımıza düşmüştü büyük oğlum Cem Madra’yla. ‘Fırtınada gökyüzünde sonsuza kadar kaybolup giden pilotu yeryüzüne bağlayan o cılız radyo dalgası’ bizi fena halde cezbetmişti. O adla bir sözlü-müzikli serbest çağrışım programı yapmak üzere İzmir’deki ilginç bir radyo olan Radyoaktif’le anlaştık. Ne var ki, bunu gerçekleştiremedik. 

Derken, neredeyse birdenbire, bir tuhaf dönüşüm gerçekleşiverdi işte. Nasıl olduğunu hâlâ, bugün bile tam anlayabilmiş değilim. Oğlum, ‘O zaman biz de kendi radyomuzu kuralım’ deyiverdi. Ben de hayatımda bir radyonun kapısından içeri sadece bir kere adım atmış olduğum halde bu fikri benimseyiverdim. Sonra dostlarımıza, sevdiğimiz insanlara, çevremizdeki meraklı, iyi insanlara söyleyiverdik. Ve oluverdi! 

Bundan 25 yıl önce yayına geçtiğimizde 100’den fazla dostumuzun her hafta 100 kadar program hazırladığı, programcılarımızın yüzde 99’unun bir kuruş para almadan bunu yaptığı, dünyanın neredeyse bütün müziklerini, kültürlerini, dillerini, fikirlerini, ritimlerini, hayat tarzlarını kapsamayı hedefleyen, savaş ve barış, demokrasi ve temel haklar, gezegenin geçmişi ve geleceği gibi kozmik ve evrensel meseleleri her gün, her saat konuşan bir radyo oldu. Ve öyle de devam ediverdi!

Böylece: ‘Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo’ bugün de tümüyle aynı ilke ve hedeflere tümüyle bağlı kalarak, binlerce dinleyicinin kesintisiz desteğinden beslenerek ve dünyanın dört bir yanında yüzbinlerce dinleyicisine sürekli seslenerek bağımsız yayıncılığını sürdürüyor. Oluveriyor!

‘Gece Uçuşu’ programı mı? Onu bir türlü yapamadık. Canım, olur o kadar!”

‘DİNLEYİCİLER SPONSOR OLMAK ÜZERE HAREKETE GEÇTİ’

Ömer Madra’nın sesinden Açık Radyo editörleri Didem Gençtürk, İlksen Mavituna, Ufuk Tanışan’a geçiyoruz. Evlere kapanıldığı dönemde dinleyicilerde neler değişti? Ufuk Tanışan yanıtlıyor:

Pandemi sürecinde zorunlu olarak evlere kapanan insanlar, diğer iletişim araçlarına olduğu gibi, radyoyla olan ilişkilerini artırdı. Açık Radyo özelinde de bir artıştan söz edebiliriz tabii. KONDA’nın yaptığı araştırmaya göre Açık Radyo dinleyicilerinin yüzde 57’si pandemi öncesinde de radyoyu her gün dinliyordu.

Türkiye’deki medyanın içinde bulunduğu ortamı da denklemin bir faktörü olarak kabul edersek, pandemi döneminde Açık Radyo dinleyicilerinin, radyoya sıkı sıkıya sarıldığından rahatlıkla söz edebiliriz. Bunun en büyük göstergesi, geçen mayıs ayında gerçekleşen geleneksel Dinleyici Destek Günleri oldu. Bu sene, her sene alışkanlık olduğu üzere, yayınımızda müzisyen, yazar ve tiyatrocu dostlarımızla bir şenlik yapmak imkânımız olmadı. Yine de sessiz sedasız diyebileceğimiz bir çağrının ardından sadece bir hafta içerisinde Açık Radyo dinleyicisinin Açık Radyo programlarına sponsor olmak üzere harekete geçtiğini ve neredeyse bizi geçen yılın -pandemisiz- rakamlarına ulaştırdığını gördük. Bu, dinleyicinin radyosuyla kurduğu sıkı ilişkiye iyi bir örnek oluşturuyor olsa gerek.  Bu da tabii bizi yayınımızı sürdürmeye yönelik şevk ve sorumluluğa taşıdı ve taşıyor.

Açık Radyo’nun dinleyicilerine sadece karasal yayından ulaşmadığını da belirtmeliyiz. Uzun yıllardır süregelen podcast yayıncılığını, pandemi öncesinde podcast hizmeti sunan müzik platformlarına taşıdık. Karantinanın yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladığı mart ayından şu ana kadar Açık Radyo podcastleri 2 milyona yakın dinlenme sayısına ulaştı.

‘KARARLARI TEKNOLOJİ DEĞİL, İNSAN VERİR’

Podcast yayınların bildiğimiz anlamıyla radyoculuğu etkileyeceğini düşünüyor musunuz? İlksen Mavituna anlatıyor: 

Pod yayıncılığının en önemli özelliği, çok farklı ifade biçim ve olanaklarını üzerinde taşıyabilmesi. Bugün bakıldığında birbirinden çok farklı pod formatları var. İlk çıkışında sesli mesaj iletiminden pek öteye gitmeyen pod yayıncılığı bugün hayli farklı bir kapsama kavuşmuş durumda;  derinlemesine mülakatlar, yuvarlak masa sohbetleri, günlük haber bültenlerinin yanı sıra diğer mikro formatlarda türlü çeşit pod yayıncılığı var. Bakıldığında burada, podcast mecrasına özgün denilebilecek bir formatın henüz oluşmadığı görülebiliyor. Bunda şüphesiz pod yayıncılığını domine eden büyük şirketlerin yaratıcılığın önünde kimi zaman bir engel olabilen formatlama ve pazarlama taktiklerinin de etkisi var. Bu bambaşka bir konu ama öyle ya da böyle pod yayıncılığıyla birlikte değişen temel şeyin teknolojiye dayalı bir davranış olduğu söylenebilir. Radyo-iletişim tarihçisi Matthew Lasar’ın 'Radio 2.0 - Uploading the First Broadcast Medium' (Radyo 2.0 - İlk Yayın Mecrasını Upload Etmektedirler ) isimli podcast tarihinde işaret ettiği bir hakikat vardı: Kararları teknoloji değil, insanlar verir. İşte bu manada, pod yayıncılığının da kendisinden önceki media biçimlerinden farklı olduğu söylenemez. Önemli olan insanlar ve insanlarla olan iletişim; bir topluluk olup olamamak, esas problemi teşkil eder. Bu manada da Açık Radyo’nun, yıllardır yanında yöresinde olan dinleyicisiyle iletişim kurmak için pod yayıncılığına başvurması kaçınılmazdı. 2020’nin dünyasında çok farklı yaşayışlardan insanların ihtiyaçlarına cevap verebilmek için pod yayıncılığı bir yöntem ise bu yöntemin gelişmesi için 25 yıllık geleneğimize başvurmamız, kendimize olduğu kadar hitap ettiğimiz ve parçası olduğumuz topluluğa karşı olan sorumluluğumuza tekabül eder.  

‘RADYO NEYLE YAŞAR? DİNLEYİCİSİYLE’

Çoğu mecra hem ekonomik olarak hem de hikâye biriktirme, yol alma anlamında uzun bir geçmişe sahip olamadan dağılıyorken Açık Radyo'nun sırrı ne? İlksen Mavituna anlatıyor: 

Açık Radyo’nun dinleyicisi ile kurduğu ilişki bu soruya pek çok açıdan cevap olabilir. Başta birbirimize karşı duyduğumuz sorumluluğumuz var. Canlı bir örnek verebiliriz; pandeminin burnumuzun dibine kadar geldiği mart ayında, Açık Radyo çalışanları ve programcıları olarak tek odaklanma noktamız, yayını nasıl sürdüreceğimiz oldu. Büyük bir muammanın içinde, ülkenin büyük bir kesimi evlere kapandığında, öncelikle doğru bilgiyi insanlara sunmak için işimizin başında olmamız gerektiğinin çok iyi farkındaydık. Ve Açık Radyo pandemiye ilişkin yayınını bugün kesintisiz sürdürüyor. Kamuoyunu bilgilendirmenin ne büyük bir öneminin olduğu resmî otoritenin pandemi karşısında gösterdiği (ya da göstermediği) tutumla açıkça ortaya çıktı. İşte bir de pandeminin ikinci ayında sessiz sedasız geçirdiğimiz Dinleyici Destek Günleri’ne dinleyicilerimizden gelen muazzam cevap var. Tüm o belirsizliğin içinde, binlerce kişi Açık Radyo yayınının aksamadan eksiksiz devam etmesi için sessiz sedasız ama hızla harekete geçti. Denklem bizim için burada tamamlanıyor. Açık Radyo 16 yıldır dinleyicisinin kesintisiz moral ve mali desteğiyle bağımsız yayınını sürdürüyor. 'Radyo neyle yaşar?' diye sormuştuk bir seferinde, yıllar önce. Sorunun cevabı çok basit aslında: dinleyicisiyle.

‘ARAMIZDAN AYRILANLARIN SESLERİNİ KAİNATA YAYMAYA DEVAM EDİYORUZ’

Muazzam bir ses arşiviniz var. Bugün hayatta olmayan ama Açık Radyo'nun arşivinde sakladığınız seslerden kimler var aklınızda? Ve yine o seslerden ilerisi için bir şeyler yapma planınız var mı? Didem Gençtürk yanıtlıyor:

Mütevazı radyomuzun arşivi, bir programcımızın ifadesiyle, bir define sandığı gibi. Bir programı aramak için girdiğimiz bu arşivde her seferde bambaşka kayıtlara rastlıyoruz. Yayına başladığımız 13 Kasım 1995 gününden 2 Kasım’da başlayan 52 yayın dönemine kadar toplam 1277 programcı 1169 farklı program yaptı/yapıyor. Son yayın döneminde 144 farklı programı 212 farklı programcı gerçekleştiriyor. Bu muazzam topluluğun oluşturduğu hazineden, her yayın dönemi keşfettiğimiz, hafızamızda kalan unutulmaz programlardan birkaçını elimizden geldiğince yayın akışına taşımaya gayret ediyoruz. İçinde bulunduğumuz yayın döneminde yakın zaman önce kaybettiğimiz filozof, yazar Oruç Aruoba’nın, 2000 yılında Ferhat Taylan'la beraber hazırladığı "Felsefe Gevezelikleri" programını tekrar yayınlamaya başladık. Serol Teber ve Şenol Ayla’nın 2004 yılında hazırlayıp sundukları o efsanevî "Didik Didik Freud" programı podcast kanallarımızda mevcut. Geçen yıl kaybettiğimiz sinema yazarı dostumuz Cüneyt Cebenoyan’ın sinema programı "Erguvani İstimbot" için ise bir kitap çalışması yaptığımızı müjdeleyebiliriz. Engin Geçtan ile Timuçin Oral'ın "Dünya Hali" programı da kitap olma yolunda. Biz yaşarken aramızdan ayrılan programcılarımızın seslerini farklı mecralarda kâinata yaymaya devam ediyoruz.