'Acı gerçek, sahte umut kadar cani değildir'

Peter Hobbs'ın 'In the Orchard, the Swallows’ kitabı, 'Bostanda, Kırlangıçlar' adıyla, Ketebe Yayınları tarafından Talha Aydın’ın çevirisiyle raflarda yerini aldı.

Google Haberlere Abone ol

Kariyerinde iki romana ve bir öykü kitabına imza atan Peter Hobbs, şimdilerde ödüllü bir yazar olarak anılsa da aslında onun kitapla, yazarlıkla olan ilişkisinin trajik bir hikâyesi var. Hobbs İngiltere Dış İşleri Bakanlığı’nda görevli bir bürokrat olarak 1997’de Pakistan’a gider ve orada resmî olarak çalışmaya başlar. Ancak sebebi tam olarak anlaşılmasa da bir süre sonra viral bir hastalığa yakalanır ve İngiltere’ye dönmek zorunda kalır. Yaklaşık 10 yıl boyunca bu hastalıkla mücadele eder. Onu kitaplara, yazmaya yaklaştıran süreç de böylece başlar.

İlk romanı 'The Short Day Dying’in (2005) hemen ardından ve 'I Could Ride All Day in My Cool Blue Train' (2006) adlı bir öykü kitabı yayınlar. Üçüncü kitabı 'In the Orchard, the Swallows’un (2012) ise 'Bostanda, Kırlangıçlar' adıyla, Ketebe Yayınları etiketi ve Talha Aydın’ın çevirisiyle raflara girdiğini söyleyelim.

'BENİ UNUTMUŞ OLMADAN KORKUYORUM'

'Bostanda, Kırlangıçlar', Pakistan’da geçen kısa bir romandır. Hobbs, kısa bir süre yaşayıp, katıldığı irili ufaklı turlarla keşfettiği Pakistan’ı, Pakistanlı bir adamın ağzından anlatmayı ilk etapta kendisi de yadırgar. Zira aklında hiç böyle bir şey bir şey yazmak yoktur. O sıra farklı bir kitap üzerine çalışmaktadır. Ancak sonra, ismini dahi bilmediği bu adamın sesini içten içe duymaya başladığını söyler. Farhana Shaikh’e verdiği röportajda, bu sesin “başka bir yazara ait olması gerektiğini, yolunu kaybettiğini düşündüm,” der. Bir zaman sonraysa elindeki kitabı bırakıp 'Bostanda, Kırlangıçlar'a çalışmaya başlar.

Kitabın başkarakteri, ailesiyle beraber Pakistan’ın bir köyünde yaşamaktadır. Babasının koca bir bostanı vardır, durumları iyidir. Ancak başkarakter, aynı köyden yerel bir politikacının kızına âşık olunca işler sarpa sarmaya başlar.

İlk etapta başkarakterle, isminin Saba olduğunu öğrendiğimiz bu kız, aşklarını doğru düzgün iletişim kurmadan bakışarak yaşarlar. Bir düğün günü başkarakter Saba’yı bostana çağırır. Orada yan yana oturup ilk kez sohbet ederler, hatta dayanamayıp öpüşmeye bile yeltenirler. Ne var ki Saba’nın ailesine çalışan bir uşak tarafından görüldüklerinde kıyamet kopar. Esas fitili çakan şeyse, babasının Saba’yı odunla dövdüğü an gerçekleşir. Sevdiği kızın acı çekmesine dayanamayan başkarakter araya girip odunla kızın babasını dövmeye başlar. Sonra da tutuklanıp cezaevine atılır.

'YAZACAK ŞİİRİM KALMADI'

Yukarıda geçen bütün hikâye aslında bir flashback’tir. Roman, başkarakterin yıllar sonra cezaevinden çıkıp köyüne dönmesiyle açılır. Ancak ne o eski genç adamdır, ne köyü eski köydür. Her şey berbat bir haldedir.

Başkarakter, çocuk denecek yaşta girdiği cezaevinden 29 yaşında, bin bir fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkla çıktığında kendini bile tanıyamaz durumdadır. Elinde sadece geçmiş vardır. O da geçmişine takılıp köyüne gelir, gelir ama ailesi ortalıkta yoktur. Nerede oldukları da belli değildir. Üstelik bostana da birileri bir şekilde çökmüştür…

Bostanda Kırlangıçlar, Peter Hobbs, Çevirmen: Talha Aydın, 112 syf., Ketebe Yayınevi, 2022.

Ona başından beri yardımcı olan tek kişi “emekli” bir şair olan Abbas’tır. Başkarakter neden emekli olduğunu sorduğunda, “Yazacak şiirim kalmadı,” der Abbas.

'Bostanda, Kırlangıçlar' bu minvalden değerlendirildiğinde acı dolu bir aşk romanına dönüşür. Acı çeken âşıklar, kavuşulmayan kollar, heba olan ömürler… Peki kitabı sadece buradan değerlendirmek yeterli midir?

'KALBİME GÜVENİYORUM ÇÜNKÜ BAŞKA HİÇBİR ŞEYİM KALMADI'

Hobbs, kurduğu bu aşk serüveninin yanında Pakistan’ın sosyal ve siyasal hayatından da bahsetmeyi ihmal etmez ki böylece roman daha derinlik bir hal alır. Bu minvalde karşımıza çıkan ilk sosyal gerçeklik köyse, ikincisi cezaevidir.

Cezaevi, en az geçmiş kadar önemli bir yer tutar. Başkarakter buraya getirildiğinde öyle kötü bir koku ve atmosferle karşılaşır ki günlerce öğürmekten başka bir şey yapamaz. Kötü beslenme, kötü sağlık hizmeti ve barınma gibi nice temel ihtiyaçtan yoksun olması bir yana, bütün mahkûmlar gibi sürekli işkence ve kaba dayak tehdidi altında yaşar.

Bu kısımlarda zaman zaman diğer mahkûmların hikâyelerine girer Hobbs. İnsanların nasıl değişim geçirdiklerini, cezaevinin insanları “ıslah” etmediğini, onları karaktersiz kılıp değersizlik hissiyle baş başa bırakmaya çalıştığını görürüz. Üstelik bütün bunlara karşın mahkûmların hak arayacakları hiçbir yer de yoktur.

Bir diğer önemli gösterge ise Amerika’nın Taliban’la giriştiği savaştır. Arkadan arkaya işleyen, arada birkaç paragrafla karşımıza çıkan savaş, ne bir karşıtlık ne bir taraf olma havası taşır. Hobbs bu tavrıyla savaşın iki tarafını da benzer nedenlerle eleştirir.

Örneğin bazı mahkûmların Amerikalılara satıldığından bahsedilir. Amerikan ordusu bunları satın alıp Talibanlı diye başka bir cezaevine koyar, diğer bir değişle iç politika malzemesi haline getirir. “Tam sınırı geçmek üzere olan”, “tam bomba saldırısı yapacak” bu insanlarsa kendilerini asla inandıramazlar.

Bütün bu gerçeklik ise bize Abbas’ın şu sözlerini hatırlatır: “Öğrenmek iyi bir insanı daha iyi yapar, kötü bir insanı ise daha kötü.”

Hobbs, 'Bostanda, Kırlangıçlar'ı bilerek kısa bir roman formunda tasarladığını belirtir. Bir kitabın uzun olması için özellikle çaba sarf etmenin kötü sonuçlar doğuracağını, aslolanın “dilin sadeliğine, saflığına” güvenmek olduğunu söyler.

Başta da söylediğim gibi, 'Bostanda, Kırlangıçlar' yazarın üçüncü kitabı. Ketebe, Hobbs’un diğer kitaplarını da çevirir mi bilmem, ama 'Bostanda, Kırlangıçlar' akılda tutulması gereken bir kitap.