AB'nin antidemokratik bir Türkiye lüksü yok

AB, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve Batı’ya olan bağımlılığını kullanıp Türkiye’deki çoğulculuğun lehine geliştirilebilecek politikalar üretmek zorundadır. AB’nin güney sınırında istikrarsız ve otoriter bir Türkiye olması birliğin bölgedeki tüm ilişkilerini çok zorlayacaktır. 

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - Beş yıl önce, 18 Mart 2016'da Akdeniz'in kuzeydoğusundan Avrupa’ya gelen mülteci sayısını sınırlandırmak için Avrupa Birliği ve Türkiye arasında Mülteci Anlaşması imzalandı. İmzalandığı ilk günden bu yana da bu anlaşma insan hakları örgütleri tarafından defalarca eleştirildi.

2015 yılında, çoğu Doğu Akdeniz‘den ve Balkan rotasından yaklaşık 1,8 milyon insan Avrupa'ya geldi. AB’nin Ankara ile yaptığı anlaşmanın AB açısından pozitif bir etkisi olduğu yadsınamaz. Türkiye'den Yunanistan'a geçmek mülteciler için artık çok daha zorlaştı. 18 Mart 2016 ile 31 Mayıs 2020 tarihleri ​​arasında Yunan adalarına sadece 151 bin 755 kişi geldi. 2017 ile 2020 arasında, Yunanistan'a Ege Denizi üzerinden ortalama yüzde 96 daha az mülteci geldi.

AB Komisyonu'na göre Mart 2016'dan bu yana toplam 2 bin 140 mülteci Türkiye'ye geri gönderildi. Ancak Ankara, AB'nin anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmemesi nedeniyle geri alım işlemini geçen yılın yazında askıya aldı. 

Türkiye'ye 2016'da mültecilere yardım etmesi ve Avrupa'ya geçenleri geri alması için yaklaşık 6 milyar euro vaat edildi. O zamandan beri AB Türkiye’ye 4 milyar euro ödedi. AB için bu anlaşma iyi bir yatırımdı. Hala da öyle görünüyor ki AB dışişleri temsilcisi Josep Borrell, geçtiğimiz hafta anlaşmanın "yenilenmesine" açık olduklarını söyledi. Aslında bu anlaşmanın yenilenmesini en çok Türkiye ve AB’nin motor gücü olan Almanya istiyor. Brüksel’de diğer üye devletler arasında anlaşmanın yeniden açılması konusunda çok da ciddi bir talep yok. Özellikle Türkiye'nin Suriye’nin kuzeyinde konuşlandığı topraklara yeniden Suriyeli mültecileri yerleştirme planlarına Avrupa Birliği içerisindeki çok sayıda parlamenter şüpheyle yaklaşıyor.

AB devlet ve hükümet başkanları Türkiye ile Mülteci Anlaşması’nın yenilenmesine ilişkin rotayı bu ayın sonunda yapılacak zirvede belirleyecekler.

2016 ANLAŞMASI NE VAAD EDİYORDU?

Ankara, Yunan adalarına yeni gelen tüm mültecileri geri alma ve insan kaçakçısı çetelerine karşı harekete geçme sözü verdi. 6 milyar euronun yanı sıra Türkiye vatandaşları için vizelerin kaldırılması göndeme gelecek, AB üyeliği ve gümrük birliğinin genişletilmesi için müzakereler de devam ettirilecekti.

Vize serbestisi konusunda hiçbir ilerleme olmadı çünkü Türkiye terörle mücadele yasasını değiştirmeyi istemedi. Bu süre zarfında AB üyelik müzakerelerini genişletti, ancak Erdoğan'ın Temmuz 2016'daki darbe girişimine tepkisi bu durumu da değiştirdi. Hükümetin muhaliflere karşı aldığı sert tutum nedeniyle, AB devletleri önce genişlemeyi ve nihayet bir bütün olarak müzakereleri durdurdu. Gümrük birliğinin modernizasyonunu da beklemeye aldı.

AB devlet ve hükümet başkanları Aralık ayında "Suriyeli mültecilere mali destek sağlamaya devam etmeye hazır olduklarını" duyurdular. Ancak, milyar euroluk yeni bir paket için somut planları yok. Bununla birlikte geçen yıl AB, belirli programların 2021'de devam etmesine izin vermek için 535 milyon euro daha taahhüt etti.

TÜRKİYE İLE MÜLTECİ ANLAŞMASI YENİLENEBİLİR Mİ?

Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 19 Mart'ta Cumhurbaşkanı Erdoğan'la bir video konferans gerçekleştirdiler. 

Görüşmede 25-26 Mart tarihlerinde düzenlenmesi planlanan AB liderler zirvesi öncesinde, geçen aralık ayındaki zirve sonrasında yaşanan gelişmelerle ilgili durum değerlendirmesi yapıldığı, Kıbrıs'ta çözüm için yeniden başlatılması planlanan görüşmeler dâhil olmak üzere Doğu Akdeniz'deki durum ve AB-Türkiye ilişkilerinin de masaya yatırıldığı ifade edildi.

Türkiye'deki tüm anti demokratik gelişmelere rağmen AB tarafı, Türkiye ile arasında daha pozitif bir gündem oluşturmak istiyor. Yapılan görüşmenin en önemli konusu Suriyeli sığınmacıların durumuydu. İlgi çeken bir başka sonuç da mart ayındaki AB liderler zirvesi sonrasında Türkiye'ye ziyaret düzenlenmesi olasılığının görüşülmesiydi.

AB’nin mülteciler nedeniyle Ankara hükümeti ile koşulsuz yeniden müzakereler yapmaya başlaması AB açısından her ne kadar anlaşılır olsa da bu AKP iktidarına ve onun ittifakına farklı bir güç verecektir. AB bu yaklaşımıyla iktidarın otoriterliğini daha da güçlendirecektir. AB, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve Batı’ya olan bağımlılığını kullanıp Türkiye’deki çoğulculuğun lehine geliştirilebilecek politikalar üretmek zorundadır. AB’nin güney sınırında istikrarsız ve otoriter bir Türkiye olması birliğin bölgedeki tüm ilişkilerini çok zorlayacaktır. 

Türkiye resmi olarak hala aday bir ülke olduğundan AB, Türkiye’deki sivil ve siyasi haklardaki ağır kısıtlamalardan dolayı Ankara üzerinde baskı kurabilir. Bu baskı eninde sonunda AB’nin çıkarına da olacaktır. Ancak AB hala kendi gücünü nasıl kullanabileceğine karar verebilmiş değil. Özellikle Türkiye ile ilişkilerde belirleyici ülke konumunda olan Almanya maalesef Türkiye’deki otoriterleşmeyi inatla görmezden gelmeye devam ediyor. Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın HDP’nin kapatılması talebine ilişkin yaptığı yazılı açıklamada AKP ve ittifaklarının kullandığı dili kullanarak “HDP’den PKK ile arasına net bir çizgi çekmesini bekliyoruz” cümlesini de eklemesi ciddi talihsiz bir durum oldu. Türkiye’nin AB ile müzakere yapan ülke standardına geri dönebilmesi için AB’nin ve Almanya’nın muhalif demokratik kesime destek vererek Ankara ile görüşmeleri devam ettirmesinin dışında atılacak her adım iktidarın anti demokratikleşme yönünde ekmeğine yağ sürmek olacaktır. AB’nin Türkiye’yi idare ederiz lüksü kalmadı.