ABD Başkanlık seçimlerinde ön seçim ve CHP’ye öneriler

Demokrasiyi yegâne hedef olarak gördüğünü iddia eden siyasi partilerin en azından Cumhurbaşkanı adaylarının belirlenmesinde ön seçim yöntemini neden kullanmadıklarını açıklamaları gerekir.

Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayını ön seçim ile belirleme kararı hem CHP’deki parti içi demokrasinin gelişmesi hem de ülkemizde bir ilk olması nedeniyle oldukça önemli. Siyasi Partiler Kanunu’nda düzenlenen bağlayıcı bir ön seçimden ziyade bir tür istişari ön seçim yapılacağını söylememiz mümkün. Elbette bu ön seçimle ilgili henüz elimizde yeterli bilgi olmadığı için kapsamlı bir değerlendirme yapamayız. Ön seçim süreci tamamlandıktan sonra düzenlemeleri ve uygulamayı bir bütün halinde değerlendirip yargıda bulunmamız gerekir. Bununla beraber başkan adaylarının ön seçimle belirlendiği Amerika Birleşik Devletleri örneği CHP’nin yapmayı planladığı ön seçimin kurgulanması için bize kimi ipuçları verebilir. Bu yazıda önce ABD örneğine yer verip ardından CHP için bir kaç öneri sunacağız.

ABD’den oldukça büyük farklılıklar içeren (Başbakanlık makamı, bir defa seçilme sınırı gibi) Kore sayılmazsa, ki Kore’de de son yaşananlar başkanlık sisteminin taşıdığı tehlikeleri bir kez daha göstermiştir, başkanlık sisteminin hem demokratik hem de ekonomik açıdan olumlu sayılabilecek yegâne örneği, Amerika Birleşik Devletleri’dir. Hemen bu cümleyi takiben bu örneğin dahi ne kadar olumlu olduğu hususundaki şüphelerimizin altını çizmek; ABD’de var olan siyasi partilerin siyasi yelpazede birbirine yakınlığı, seçimlere katılımın düşüklüğü, uygulanan çoğunlukçu seçim sistemi, gelir dağılımındaki devasa eşitsizlikler, sosyal devletin neredeyse hiç kurulmamış olması karşısında başkanlık sisteminin uygulandığı diğer örnekler arasında en olumlusu olduğunu ancak bir hedef olmaktan ziyade bir uyarı niteliği taşıdığını belirtmek isteriz.

Başkanlık seçimlerinde yarışan adaylar neredeyse tüm örneklerde siyasi partiler tarafından belirlenmektedir. Hiçbir siyasi parti ile bağlantısı olmayan, parti üyesi olmasa da bir siyasi parti ya da partiler tarafından desteklenmeyen bir adayın başkanlık seçimlerine katılması mümkün olmakla beraber seçimleri kazanması bir yana seçim sonucunu etkileyecek kadar dahi oy alması şaşırtıcı olacaktır. Tam bu noktada Duverger’in eskimeyen tespitini Ergun Özbudun’un kaleminden bir kez daha anımsamak gerekir; “Klasik anayasa hukukunu bilen, fakat partilerin rolünü bilmeyen bir kimse, çağdaş siyasi rejimler hakkında yanlış bir fikir sahibidir; partilerin rolünü bilen, fakat klasik anayasa hukukunu bilmeyen bir kimse ise, çağdaş rejimler hakkında eksik fakat doğru bir fikir sahibi olur”. Başkanın halk tarafından seçilmesi, sahip olduğu yetkiler ve sert kuvvetler ayrılığı elbette hukuki olarak başkanlık sistemini tanımlar. Bununla beraber ABD’de başkanlık sisteminin bugün neden diğer rejimler arasında ilk akla gelen, örnek alınan rejim olduğunu açıklamaya yetmez. Diğer tüm örneklerde başkanlık sistemleri zaman içinde otoriter yönetimler doğurmuştur. ABD’de bunu engelleyen birincil etken ABD’de siyasi partilerin disiplinsiz oluşu, ikincisi ise iki büyük siyasi partinin başkan adaylarını oldukça çetin mücadelelere sahne olan ön seçimlerle belirlemesidir.

PARTİ DİSİPLİNİ

ABD’de siyasete egemen olan iki büyük parti Avrupa’da ve Türkiye’de hiç alışık olmadığımız disiplinsiz/serbest siyasi partilerdir. Her ne kadar son birkaç dönemdir kongre gruplarında kısmi bir parti içi tutarlılık gelişmiş ve parlamenterler parti çizgileri ile uyumlu oy kullanmaya başlamış olsa da ABD’deki partilerin Türkiye’deki partiler ile kıyaslanmayacak derecede gevşek bir örgütlenmeye sahip olduğu hala kuşku götürmez. Dahası ülkemizdeki çok partili sistemin karşısında ABD’de iki partili bir sistem süregelmektedir. Doğal olarak parti sisteminin iki önemli farkla birbirinden ayrıldığı iki ülke arasında karşılaştırmalı bir inceleme yapmak oldukça zordur. Buna karşın ABD sisteminin incelenmesi sonucunda büyük bir ihtimalle daha uzun yıllar kullanmaya devam edeceğimiz başkanlık sistemine dair dersler çıkartmak mümkündür. Başkanlık sisteminin ABD’de diğer örneklerin karşılaştığı otoriterleşme tuzağına düşmemesinin kanımızca birincil nedeni ideolojik açıdan zayıf, disiplinsiz ve örgütsüz siyasi partiler ile başkan adaylarının ön seçimle belirlenmesi usulünün birleşmesidir. ABD’deki parti sistemi kopyalanması ve hukuki tedbirlerle yaratılması oldukça güç ve kendine özgü bir örüntü sunarken, ön seçimlerin başkanlık sistemini benimseyen diğer ülkelerce de uygulanması mümkündür. İlerleyen satırlarda görüleceği üzere ABD’de uygulanan ön seçim sistemi iyi bir örnekten ziyade bir tecrübe birikimi olarak ele alınmalıdır.

PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezi olarak kabul edilen siyasi partiler elbette ki her şeyden önce kendi iç işleyişleri demokratik ilkelere dayanan partilerdir. Demokratik olmayan siyasi partiler arasında yapılacak olan bir tercihin, seçim süreci ne kadar serbest olursa olsun demokrasiyle bağdaşmayacağı açıktır. Nasıl ki kerpiç tuğlalarla bir kale inşa edilemezse demokratik olmayan partilerle de demokrasinin inşa edilmesi veya yaşatılması mümkün değildir. Siyasi partilerin ne kadar demokratik olduğunu tespit etmemizin en kolay yolu partinin aday belirleme süreçlerinin incelenmesidir. Partinin adayları bir kişi tarafından mı? Genel merkez bürokrasisi tarafından mı? İl örgütleri tarafından mı? Yoksa üyeler tarafından mı belirlenmektedir? Bu yöntemler arasında en demokratik olanı elbette partinin adaylarının partinin asıl sahibi hatta kendisi olan parti üyeleri tarafından belirlenmesidir. Parti üyeleri tarafından adayların belirlenmesi işlemi bir ön seçim sürecini zorunlu kılacaktır. Ön seçim yapılıyor olması tek başına partinin aday belirleme süreçlerinin demokratik olduğunu göstermeye yetmez. Partinin adayları belirlenirken ön seçim yapılıyorsa bu ön seçimde kimler oy kullanabilmektedir? Ön seçimlerde propaganda eşit şartlarda mı gerçekleştirilmektedir? Ön seçimlerde kullanılan seçim sitemi çoğulcu mudur? Çoğunlukçu mudur?

ÖN SEÇİM SİSTEMLERİ

Yöntemleri arasında nüanslar bulunmakla birlikte adaylar arasındaki nihai seçim, partilerin başkanlık seçimi yapılacak yıllarda toplanan ulusal kongrelerinde (convention) yapılmaktadır. Ülkemizdeki siyasi partilerin kongrelerini andıran ve ABD’deki siyasi partilerin en önemli organı olan bu toplantılarda eyaletlerden gelen delegeler oy kullanmaktadırlar. Bununla beraber eyalet seviyesinde yapılan ön seçimlerin ardından ulusal kongre neredeyse önemsiz bir aşama haline gelir. Ulusal kongre çağrısı her partinin ulusal komitesi tarafından gerçekleştirilir. Ulusal kongrenin eyaletler arasındaki sandalye paylaşımını tarihi ve daha önemlisi delege seçim kurallarını da içeren bu çağrısı başkan aday adaylarının kazanma şanslarını etkileyebileceği için oldukça önemlidir.

Binlerce delegenin katılacağı ulusal kongrelerde sandalye kazanacak delegelerin belirlenmesi için iki farklı yöntem kullanılmaktadır. Bunlardan ilki dilimize kabaca “aday yoklaması” ya da “yoklama” olarak çevrilebilecek olan “caucus” yöntemidir. Aday yoklaması yöntemi koloniler zamanından bu yana uygulanmıştır. Bu yöntemde siyasi parti teşkilatının duyuracağı yer, gün ve saatte partiye kayıtlı olan tüm seçmenlerin katılabileceği bir toplantı yapılır ve bu toplantıda gerçekleştirilen şekle bağlı olmayan sıradan açık bir oylama ile hangi delegelerin ulusal kongreye katılacağı belirlenir. Yoklama yönteminin yerini 1900’lerden itibaren ön seçim yöntemi almaya başlamıştır. İlk kez 1903 tarihinde Wisconsin’de kanuni düzenlemeye konu olan ön seçimlerde amaç parti ileri gelenlerinin aday belirlemedeki etkisini kırmaktır. 1900’lü yılların başında ortaya çıkmaya başlayan ön seçimler 1960’lara kadar ülke geneline yayılmamıştır. 1968’de sadece 17 eyalet ön seçim yaparken bu sayı 2008’de 40’a çıkmıştır. Günümüzde çoğu eyalette ön seçim uygulanırken sadece birkaç eyalet yoklama yöntemini kullanmaktadır. Hayatta kalan az sayıdaki yoklama ise eski yoklama süreçlerinden ziyade sahip oldukları geniş katılımla ön seçimi andırmaktadır. Mahalle yoklamalarıyla başlayıp en nihayetinde eyalet yoklamasına doğu uzanan bir piramit oluşturan yoklama sistemi günümüzde partiye kayıtlı tüm seçmenlere açıktır. Partilerin ulusal kongre delegelerinin belirlenmesi her partinin eyalet örgütünün takdirinde olmakla birlikte kimi eyaletler bu süreci düzenlemektedirler.

1913’te Woodrow Wilson tarafından önerilen ve geçtiğimiz yıllarda yeniden gündeme gelen ancak henüz uygulama bulamamış bir sistem ise eyalet ön seçimlerinin yerine başkan adayının doğrudan seçileceği bir ulusal ön seçim yapılmasıdır. Ülkemizde yapılacak seçim de doğrudan üyelerin oy kullandığı ulusal bir ön seçim olmalıdır.

Ön seçim (primary) yönteminde seçmenler partilerin aday gösterecekleri kişileri tıpkı genel seçimlerde olduğu gibi gizli oyla belirlemektedirler. Ön seçim sadece başkanlık için değil diğer tüm kamu görevlerine partilerin gösterecekleri adaylar için uygulanabilmektedir. Partiden partiye ve eyaletten eyalete değişiklik gösteren ön seçim sisteminde ilk ayrım partilerin düzenledikleri ön seçimlere katılabilecek seçmenler açısından yapılmaktadır.

Ülkemizde gerçekleştirilen ön seçimlerle en çok benzeyen ve hukukumuzda hiçbir değişiklik yapılmadan kullanılabileceğini düşündüğümüz yöntem “kapalı ön seçim”dir. Kapalı ön seçimlerde sadece bir siyasi partiye üye olan seçmenler üye oldukları siyasi partinin ön seçimlerinde oy kullanabilirler.

Açık ön seçimlerde ise parti üyeliğine bakılmaksızın her seçmen istediği siyasi partinin ön seçimlerine katılabilmektedir. Örneğin CHP üyesi bir seçmen AKP’nin, AKP üyesi bir seçmen ise CHP’nin ön seçimlerinde oy kullanabilmektedir. Açık ön seçimlerde getirilen tek sınırlama her seçmenin sadece bir siyasi partinin ön seçimlerinde oy kullanabilmesinden ibarettir.

Karma ön seçim sisteminde ise herhangi bir partiye üye olmayan seçmenler istedikleri partinin ön seçimlerinde oy kullanabilirken parti üyelerinin üyesi oldukları parti dışında oy kullanmaları yasaklanmıştır.

Son ve oldukça ilginç yöntem ise her seçmenin hiçbir sınırlama olmaksızın istediği siyasi partinin ön seçimlerinde oy kullanmasına izin veren “kapsayıcı” (blanket) ön seçim yöntemidir.

Ön seçimlerde seçime konu makam dahi değişkendir. Kimi ön seçimlerde doğrudan aday adayına oy verilirken kimi ön seçimlerde ise adaya değil ulusal kongreye katılacak olan delegelere oy verilmektedir. Adayların belirlendiği ön seçimler doğrudan, delegelerin belirlendiği ön seçimler ise dolaylı olarak adlandırılmaktadır. Doğrudan ön seçimlerde delegeler belirli bir adaya oy vermeyi taahhüt etmektedirler. Cumhuriyetçi Parti’de belirli bir adaya oy vermek üzere emredici vekâlet altına giren delegelere “bağlı” (bound) delegeler adı verilirken, Demokrat Parti “yeminli” (pledged) delege tabirini kullanmaktadır. Aday adaylarından yarıştan çekilmesi durumunda, ya da yapılan oylamalarda salt çoğunluğun sağlanamaması halinde delegeler serbest hale gelmektedir.

Yapılan yoklama ve ön seçimlerde partilerin kullanmış oldukları seçim sistemi de değişmektedir. Cumhuriyetçi Parti kazananın her şeyi aldığı çoğunlukçu bir sistem kullanırken, Demokrat Parti bir seçim barajının uygulandığı orantılı sistemi tercih etmektedir. Orantılı seçim sistemi Demokratik Parti’nin ön seçimlerinde adayların küçük farklarla çok sayıda delegeyi kontrol ederek erken zafer kazanmasını engellemektedir. Bu nedenle Demokrat Parti adayları Cumhuriyetçi partiye göre daha geç belli olmaktadır. Ne var ki kimi eyaletlerde eyalet hukuku orantılı sistemi zorunlu kılmaktadır.

Eğer bir görevdeki başkan tekrar aday olacaksa ön seçimler genellikle ciddi bir mücadelenin olmadığı bir sürece dönüşür. Görevdeki başkanın yeniden aday olmasını sağlayan bu teamül 1951 yılında yapılan 22. değişiklikle getirilen iki dönem seçilme şartıyla dengelenerek otoriter eğilimleri ve siyasi iktidarın şahsileşmesini engellemektedir.

İLGİLİ HUKUK YA DA HUKUK BOŞLUĞU

ABD’de partilerin başkan adaylarını nasıl belirleyeceklerine dair anayasada düzenleme bulunmamaktadır. Bununla beraber iki parti de zaman içinde geliştirdikleri sistemleriyle başkan adaylarını ulusal kongrelerinde demokratik yöntemlerle belirlerler.

ABD’de başkanlık seçimlerinden aylar önce siyasi partiler başkan adaylarını belirleme çalışmalarına başlarlar. Aday adayları arasında geçecek yarış belki de başkanlığa giden yoldaki sonraki aşamadan, seçimlerden daha zorludur. Aday adayları ise başkanlık seçiminden neredeyse iki yıl önce aday adaylıklarını Federal Seçim Komisyonuna bildirerek seçim kampanyalarına başlarlar. Ülkemizdekinin aksine iki egemen siyasi parti de başkan adayını demokratik yöntemlerle belirlemektedirler. Önce eyaletler ardından da ulusal arenada gerçekleşen çetin bir mücadelenin sonunda partilerin adayları belirlenmektedir.

Yapılan ön seçimler hem partiden partiye hem de eyaletten eyalete değişik yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle ABD tek başına çok geniş bir örneklem sunmaktadır. ABD’de gerçekleştirilen ön seçim tıpkı başkanlık seçimlerinin kendisi gibi iki derecelidir. İki partide önce eyalet örgütleri tarafından ulusal kongrede yer alacak delegeler belirlenmekte ardından ulusal kongre tarafından başkan adayı seçilmektedir.

ABD’nin ilk elli yılında başkan adayları partilerin senato ve temsilciler meclisindeki grupları tarafından yapılan bir aday yoklaması ile belirlenmekteydi. Bu sistemin parti üyelerinin görüşlerine yeterince yer vermediği eleştirisiyle, ulusal kongre sistemine geçilmesi talep edildi ve Demokrat Parti ilk ulusal kongresini 1832 yılında topladı.

İkinci Dünya Savaşı’na kadar ise ulusal kongreye katılacaklar, parti üyelerinin katılımıyla değil eyaletlerdeki parti liderleri tarafından belirlenmekteydi. Günümüzde ulusal kongreler parti ileri gelenlerinin başkan adayları üzerine tartışıp pazarlık ettiği toplantılar olmaktan tamamıyla çıkmış, ön seçimlerden gelen delegelerin tercihlerini onaylayan bir kurul haline gelmiştir. Yerel parti liderlerinin gücünün zayıflamasında ulusal medyanın ve tartışılan sorunların yerel değil ulusal olmasının da etkisi olmuştur. Ulusal kongrede sandalye hakkı kazanan delegeler genelde tecrübeli ve ağırlığa sahip politikacılar değil elde ettiği sandalyeyi başkan adayının etkisine borçlu kişilerdir. Ulusal kongrenin temel işlevi başkan ve başkan yardımcısı adayını belirlemek olsa da aynı zamanda partinin en üst karar organıdır.

CHP'YE ÖNERİLER

Ülkemizde ise siyasi partiler birkaç istisna dışında ister milletvekili ister belediye başkanı ister cumhurbaşkanı olsun adaylarını ön seçim ile belirlememektedir. Ülkemizde demokrasinin tam anlamıyla yerleşmesinin önünde büyük bir engel olduğuna inandığım bu yerleşik uygulama herhangi bir hukuki zorunluluktan kaynaklanmamaktadır. Siyasi partiler kendi tercihleri doğrultusunda aday belirleme süreçlerini üyelerinin katılımı olmaksızın sonuçlandırmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı adaylarının parti üyelerinin katılımı olmadan doğrudan genel merkezler tarafından belirlenmesi hukuka uygun olsa da ülkemizde demokrasinin gelişmesi açısından sakıncalıdır. Demokrasiyi neredeyse yegâne hedef olarak gören ya da en azından gördüğünü iddia eden siyasi partilerin en azından Cumhurbaşkanı adaylarının belirlenmesinde ön seçim yöntemini neden kullanmadıklarını açıklamaları gerekir.

Cumhurbaşkanlığı adaylığı için ön seçim yapılması halinde ABD örneğinden çıkartılabilecek başlıca dersler şunlardır:

  1. Doğrudan aday adayları için yapılacak olan ön seçimler doğal olarak Cumhurbaşkanlığı seçiminin kendisi gibi ülke seçim çevresinde yapılmalı, tek dereceli olmalı, seçmenler doğrudan oy kullanmalıdır.
  2. Ön seçim CHP’nin de açıkladığı üzere elektronik ortamda gerçekleştirilmeli, olabildiğince fazla seçmenin katılımı sağlanmalıdır.
  3. Adayları belirleme yetkisi doğrudan parti üyelerine verilmeli; aday adayı olarak başvuranlar arasından üyelerin %5 ila %10’nunun desteğini alanlar aday olmalıdır. Bu aşamanın sağlıklı işlemesi, adaylara verilen desteğin seçim aşamasını etkilememesi ve aday sayısının azalmaması için %10’a ulaşan adaylara üyelerin destek vermesi CHP Genel Başkanlık seçimlerinde olduğu gibi engellenmelidir.
  4. Yukarıdaki biçimde belirlenen adaylara yeterli propaganda süresi ve imkanı tanınmalı, adayların belirlenmesi ile ön seçimlerin birbirine çok yakın olmaması sağlanmalıdır. Propaganda süresinin çok uzun olmasının partiye ve adaylara zarar verme ihtimali olduğu da akıllardan çıkartılmamalıdır.
  5. Propaganda süresinde adayların uyması gereken fair – play kuralları sıkı bir biçimde belirlenmelidir.
  6. Bir sandalye için yapılacak olan seçim çoğunlukçu yöntemle yapılmak zorundadır. Bu nedenle basit çoğunluk sisteminden kaçınılmalı ve tıpkı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi bir adayın tek başına salt çoğunluğu sağlayamadığı durumlarda iki turlu ön seçim yapılması zorunludur.
  7. Ön seçimler tüm illerde aynı günde yapılmalı ve sonuçları aynı anda açıklanmalı böylece ABD’de meydana gelen erkene yığılma sorunu engellenmelidir.
  8. Anayasal bir zorunluluk olmasa da siyasi partilerin Cumhurbaşkanı Yardımcısı için de ön seçim yapması makamın önemi göz önünde bulundurulduğunda ABD uygulamasının örnek alınabilecek bir yönüdür. Bu nedenle en çok oyu almış olan iki adayın Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak belirlenmesi tercih edilebilir.
  9. Uygulama üzerinden parti üyesi olmayanların da oy kullanması sağlanabilir ve yukarıda yer verilen “Kapsayıcı” ön seçim sistemi işletilebilir. Bu durumda parti üyesi olmayan kişilerin oyları ayrıca gösterilebilir ve parti üyesi olmayan kişilerin oyları için farklı bir ağırlık (Örneğin 4 üye dışı oy = 1 Parti üyesi oyu gibi) belirlenebilir. Bu yöntem ön seçimin daha geniş kitlelere ulaşmasını ve adayın sadece CHP’nin değil daha geniş bir tabanın adayı olarak kabul görmesini sağlayabilir.

* Av. Doç. Dr. (Attorney at reLaw)