YAZARLAR

AB ile 'ilişki durumu karışık'

Aralık 2020’deki AB Zirvesi’nden bu yana uzayıp duran ve bir yere de “eremeyen”, bağlanamayan bir gündem var... Ne de olsa kilit kelimelerimiz; “aşamalı, orantılı ve geri dönülebilir”.

Avrupa Birliği’nin zirvelerini son dönemlerde hep merakla bekliyoruz: Acaba Türkiye ile ilgili ne olacak, bir kriz yaşanacak mı diye... Zirveden zirveye, AB üye adayı bir ülke olduğumuzu “kriz beklentisi” üzerinden fark edebiliyoruz ancak. Bu aslında sürdürülemez bir gerilim; ancak bir şekilde bugüne değin tam bir kırılma yaşanmadığı için sürdürülebilirmiş gibi geliyor.

Aradaki kopukluk ve bağlantısızlık aslında ilişkileri asıl aşındıran ve örseleyen faktör. Brüksel’de 24-25 Haziran’da gerçekleşen AB Liderler Zirvesi de çeşitli açılardan Avrupa için bir dönüm noktası teşkil ediyordu: öncelikle Almanya Şansölyesi Angela Merkel, 16 yıl AB zirvelerinin ağır toplarından olduktan sonra, artık siyaset sahnesinden çekiliyor. Almanya Şansölyesi’nin AB toplantılarına son katılımlarımdan biri gerçekleşirken verdiği mesajlar, aldığı tavırlar, “post-Merkel dönemin” ipuçlarını vermesi açısından son derece önemliydi. Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da desteğini alarak, Rusya lideri Vladimir Putin’in katılacağı bir AB Zirvesi gerçekleştirilmesini önerdi. Bu fikir, Baltık ülkeleri ve Polonya başta olmak üzere AB ülkeleri genelinde soğuk karşılandı. Diğer bir deyişle Merkel, ABD Başkanı Joe Biden’ın yapabildiğini gerçekleştirip, Putin ile Avrupa’yı bir çatı altında buluşturmayı beceremedi. Ve üstüne üstlük, eleştiri yağmuruna tutuldu.

Öte yandan Macaristan, bir kez daha AB’nin ana gündem maddesiydi; bu sefer Birlik’ten atılması bile gündeme geldi. Macaristan’da Viktor Orbán hükümetinin “LGBTİ+ karşıtı” bir yasayı benimsemesi, bazı AB ülkeleri açısından “bardağı taşıran son damla” oldu. Hollanda Başbakanı Mark Rutte’nin açıkça dillendirdiği biçimde, bu kez Macaristan’a kapıyı göstermek isteyen AB ülkeleri var.

Türkiye ise, AB Zirvesi’nde yaşanan bu hayati gelişmelerin tamamen dışındaydı. Ankara söz konusu olduğunda karar verilecek konular belli ve çok sınırlıydı. Artık AB ile aramızda iki konu var: Yeni Göç Mutabakatı yapılması ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi. O konularda da zaten, Aralık 2020’deki AB Zirvesi’nden bu yana uzayıp duran ve bir yere de “eremeyen”, bağlanamayan bir gündem var. Özetle, AB’nin de meselesi olan (olması gereken), Türkiye’deki Suriyeli savaş mağdurlarının durumu ne olacak ve çeyrek asırlık Gümrük Birliği Mutabakatı, güncel koşullara uyarlanabilecek mi? Görüldüğü gibi, bu konulara hala “soru işareti” ile yaklaşıyoruz-çünkü sonuca tam olarak bağlanmış değiller.

Çoktan yapılması gerekenlerin taahüdünün verilmesi bir ilişki yürütme biçimi mi? AB ile Türkiye arasındaki temel soru aslında bu.

Dahası, Türkiye ile ilişkilerin “aşamalı, orantılı ve geri dönülebilir” biçimde süreceğinin vurgulanması da atılan her adımın, kaplumbağa adımlarıyla kaydedilecek her aşamanın sabun köpüğü gibi bir anda yok olabileceğine işaret ediyor.

2024’e kadar 3 milyar Euro’nun, Türkiye’deki Suriyelilere destek amacıyla tahsis edilmesi ise, AB’nin insani ve tamamen “kendine faydacı” bakış açısıyla yerine getirmesi gereken bir minimum idi. Suriye Savaşı’nın yıkım boyutunda Avrupa ülkelerinin de vebali malum. AB, “ya bizim sınırlarımızdan içeri girerlerse” diye vebalı gibi yaklaşıyor Suriyelilere. Dolayısıyla AB’nin, Ürdün ve Lübnan’a da Suriyeliler için 3 milyar Euro’ya yakın destek verme kararı alırken, Türkiye’yi göz ardı etmesi mümkün değildi.

Avrupa Parlamentosu’nun, AB Zirvesi’nden çıkan bu kararı bloke etme yetkisi var. Ki, Avrupa Parlamentosu'nun, Türkiye’deki insan hakları meselelerini gerekçe göstererek tam üyelik sürecinin resmen bitirilmesini talep eden kararı almasının üzerinden sadece bir ay kadar bir süre geçti.

Ancak, Türkiye’nin giderek artan ölçüde ekonomik kriz ile yüzleştiği bu dönemde AB’nin, üyelik adayı ülkenin halkına sırtını dönen bir siyasi tavır benimseyip de sadece Suriyelileri destek olunacak hedef kitle olarak benimsemesi ne derece mantıklı? Türkiye kamuoyu genelinde zaten Suriyelilere yönelik algılar son derece negatifken, AB’nin sadece onları hedef kitle seçmesi tamamen ters sonuçlar doğuracaktır. Tam da siyaseten sadece Türkiye’de iktidar değil, tüm halk sorumlu tutulurcasına “öteleyici” tavırlar alınırken...

Gümrük Birliği konusuna gelince; daha o meselede hiçbir teknik altyapı, çalışma şimdiye kadar hiç söz konusu değilmiş gibi, “teknik çalışmaların” başlaması salık verildi. Diğer bir deyişle Ankara, 2021 yaz dönemini dış politika açısından sakin geçirirse, Gümrük Birliği'nin güncellenmesi çalışmaları belki başlar-belki de başlamaz.

Ne de olsa kilit kelimelerimiz; “aşamalı, orantılı ve geri dönülebilir”.

Türkiye’nin AB ile asıl arka plan gündemi, 23 Haziran’da Berlin’de gerçekleşen uluslararası toplantıda karara bağlandığı üzere, “Libya’dan yabancı savaşçıların çekilmesi” gibi “sert” konular. Daha önce Suriye’de savaşan o “yabancı paralı askerlerin” bir yere çekilmesi gerek; ve orası neresi meçhul.


Sezin Öney Kimdir?

Gazeteci ve siyaset bilimci. Yeşil ve çevreci olmak hayatının odağındadır. Uluslararası ilişkiler, tarih, siyaset bilimi, milliyetçilik çalışmaları ve çatışma çözümü ve analizi üzerine Türkiye’nin yanısıra, ABD’de ve Avrupa’da birçok üniversitede eğitim görmüştür. Dil hakları, uluslararası hukukta kendi kaderini tayin hakkı ve 2010’dan beri de ağırlıklı olarak, popülizm üzerine çalışmaktadır. Gazetecilik çalışmalarında, Avrupa Birliği ve Avrupa siyaseti üzerine odaklanmaktadır. Son yıllarda, kamuoyu araştırmaları üzerine branşlaşmaya başlamıştır. Orta ve Doğu Avrupa tarihi, politikası da ilgi alanları arasındadır. Budapeşte ve Selanik ile beraber İstanbul-Ankara-İzmir’de ikamet etmektedir. Duvar English’te de yazmaktadır.