YAZARLAR

8 Mart sonrası: Eşyaların Patriyarkası

Endler, işte eşyalardaki ve söylemlerdeki patriyarkayı fark edip dünyayı yerinden oynatmamızı öneriyor. Bizi çevreleyen düzende erkeklerin hayatını kolaylaştıran ama kadın önceliklerine kör davranan nesne, tasarım, söylem ve eylemleri “görmemiz” ve bu konudaki farkındalık ve itiraz dozunu “çevremizdekilerin sinirini hoplatacak şekilde” artırmamız gerekiyor.

Bu yıl 8 Mart’ı, depremin belirginleştiği kırılganlıklar, kadın yoksulluğu, kadın cinayetleri, şiddet gibi birçok sorun sarmalıyla birlikte geride bıraktık.

Deprem bölgesinde kadınlara hijyenik ped, tampon, iç çamaşırı gibi temel ihtiyaçların ulaştırılmasında halen sosyolojik bariyerler ve “utanç” faktöründen söz edilirken, dünyanın gelişmiş ülkelerinde ise kadınlar başka mücadeleler veriyorlar.

“Dünya kadınlara neden uymaz?” sorusunu ortaya atan Alman araştırmacı-gazeteci Rebekka Endler de onlardan biri...

Eşyaların Patriyarkası, Rebekka Endler, çev: Çiğdem Canan Dikmen, 312 syf.,İletişim Yayınları, 2022.

Kendisi, Eşyaların Patriyarkası (İletişim Yayınları, Aralık 2022, çev: Çiğdem Canan Dikmen) isimli son kitabıyla, biz kadınları çevreleyen dünyaya çok farklı bir gözle bakmak için ipuçları sunuyor. Kitap, Almanya’da geçen sene yayınlandı ve Türkçeye de Aralık ayında kazandırıldı.

Endler’e göre, kamusal alan hiçbir şekilde tarafsız değil. Kullandığınız kozmetik üründen hastalandığınızda aldığınız ilaca, bale ayakkabısının beş yıl öncesine kadar sadece pembe veya beyaz renkte üretilmesine, futbol ayakkabısının biçimine, bisiklet selesine dek her şey toplum içindeki güç dengelerinin bir uzantısı, adeta bir aynası...

Sorular muhtelif:

Neden kadınlar uzun tuvalet sıralarında beklemek zorunda? Kamusal alanlarda kadınlara yönelik özel bir pisuar geliştiren Kiel Üniversitesi endüstri tasarımı bölümünden Profesör Bettina Möllring’le birlikte “umumi tuvalet eşitliği”nin yeni yeni tartışılmaya başlanması, bu konuda ilk harekete geçenin de birkaç yıl önce Berlin Belediye Meclisi olması bu çağda normal mi karşılanmalı?

Şehirler bebek arabası kullanan kadınlar için dostça mı düşmanca mı tasarlanmış? Bir şehirde gün içerisinde bir kadının bebeğini emzirmesi veya alt değiştirmesi için yeterince kolaylık var mı? Yoksa şehir tasarımları da engelsiz, bebek arabası kullanmayan erkeklerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik mi?

Elektrikli ev aletleri neden erkeklerin daha rahat kullanacağı kolaylıkta, ergonomik sandalyeler neden erkeklerin vücuduna uyacak şekilde tasarlanmış?

Peki ofislerin ısısı, kimlere göre ayarlanıyor? Erkeklere göre ofis ısısının 5 derece daha sıcak olmasını isteyen kadınların talepleri ofis tasarımlarında karşılanıyor mu? Yoksa erkeklerin tercihleri mi ağır basıyor? Sorular çoğaltılabilir. Ama varılan sonuç şu ki; eşyalarla verili kabul ettiğimiz ilişkimiz de görünmez bir patriyarkanın / erkek egemen tasarımın sonucu.

Yazarın çok çarpıcı bir tespiti var: Dünya çapında, araçlar, 40 yaşında, 1,77 boyunda ve 75,5 kilo ağırlığında genç bir erkeğin vücuduna sahip cansız mankenlerle test ediliyor ve bütün vücut tiplerinin de olası kazalardan bu mankenin etkilendiği şekilde etkileneceği varsayılıyor. Oysa burada da cinsiyete dayalı bir güvenlik anlayışı ve eşya tasarımı söz konusu. Benzer şekilde ilk bakışta cinsiyetten bağımsız gibi görünen Tetris’in bile “GameGirl” değil bilhassa “GameBoy” için üretilmesi gibi.

Bizi çevreleyen maddi evrenin derinlerine kök salmış patriyarkal bir sistem var ve bu sistem her sektörde “devler” tarafından devam ettiriliyor.

Son yıllarda Batı’da kadın mücadelesinin ilgi alanlarından biri de bu içselleştirilmiş patriyarkal düzenin kökleşmesine karşı bir duruş niteliğinde.

Öyle ki, örneğin Apple, 2014 yazında HealthKit isimli bir sağlık uygulamasını her ne kadar “tüm önemli vücut fonksiyonlarını izlemek” amacıyla kamuoyuna sunmuş olsa da ve büyümeden kilo oranına, kan şekerine ve kandaki alkol seviyesine dek birçok bileşeni ölçmeyi hedeflese de, uygulamada kadınların adet döngüsüne dair verilerin programcılar tarafından atlanması, büyük bir eleştiri alanı doğurmuştu. Zira o dönemde Apple’da teknoloji ve geliştirme alanında çalışanların yüzde 80’i erkekti ve bu uygulamayı kullanan kadınların örneğin doğurgan oldukları günleri belirleme veya adet sancısı çekmeyecekleri günlerde toplantı ve aktivitelerini ayarlama ihtiyaçlarını es geçmişlerdi.

Endler’in de dikkat çektiği gibi, kadınların satın alma gücü arttıkça ve teknolojiye eğilimleri güçlendikçe, teknoloji firmaları da piyasaya kadınların ihtiyaç ve taleplerini dikkate alan ve cinsiyetçi olmayan ürünler sürmeye başladı. Oysa bir zamanlar aynı firmalar, kadınlar için açık pembe ve klavye tuşları uzun tırnaklarla da sorunsuzca kullanılabilen PC’ler üretiyordu.

Bununla birlikte, aynı teknolojilere patriyarkal düzenin beklentileri de eklenmeye devam etti. Anneler günü veya sevgililer gününde reklamların ayrılmaz parçası olarak elektrikle çalışan cihazlar, kadınların “ev işlerinin efendisi” olmasını sağlayan bir hedefin alt metnini de ustaca gizliyordu: toplumun kadından evde yapması gerekenlere dair artan beklentileri...

Bir yandan da “kadınsı” ve “erkeksi” olarak kodlanmış cihazlar var. Erkeksi algılanan cihazlar (İngilizce, powertools, yani güç cihazları) tehlikeyi çağrıştırırken, matkapta olduğu gibi siyah ve koyu, mat yeşil boyanır, sinyal renklerinde çok sayıda düğme olur, kaba görünümlüdür. Kadınsı cihazlar (İngilizce, assistants, yani yardımcılar) daha parlak ve açık renklidir, daha yuvarlak hatlara sahiptir. Eril kodlu teknolojik aletler hakimiyet güç kullanımı, dişil kodlu ev aletleri ise destekleyici işlev demektir.

Takım elbiseye İngilizce powersuit denmesi, bunun da bir güç kıyafeti anlamına gelmesi, kadınlarda da takım elbise giyerek eril dünyaya bir geçiş arzusu uyandırmaları, aynı mantık silsilesinin bir sonucu.

2004 yılında yunus şeklinde (yuvarlak hat) ve parlak renkli tasarlanan, üzerinde süslü bir yazı karakteri bulunan matkabın alıcılar tarafından güçsüz bulunması, buna karşın üzerinde bol düğmelerin olduğu, silah tetiğine benzeyen, koyu yeşil üretilen blender’ın da “profesyonel” olarak nitelendirilmesi oldukça manidardı. “Erkeksi olan normdur, kadınsı olan normdan sapmadır,” diyor Endler.

Bu ve kitapta ele alınan daha nice örnekte, erkekler erkekler için araştırma yaptıkça, erkekler erkekler için tasarladıkça ve erkekler erkekler için ürün geliştirdikçe toplumun yarısının talep ve gereksinimleri karşısında sağır ve dilsiz bir patriyarkal düzen kök salıyor, sorgulanamaz hale geliyor çünkü kanıksanıyor. Bunun sonucunda da kadınların ayak morfolojisine uygun futbol ayakkabısı üretme gereği ancak 2016 yılında fark ediliyor ve ayakkabı 2019’da üretiliyor.

Ancak, örneğin ilaç araştırmaları yakın zamana kadar –kadınlardaki doğurganlık ve hormonal dalgalanmalar sebep gösterilerek- ağırlıklı olarak erkek denekler üzerinde yapılıyor. Buna karşın birçok hastalıkta ve ilaçların yan etkilerinde cinsiyetler arasında tıbbi açıdan farklılıklar görülmesi, bu alanda da maddelerin patriyarkasının bazen kadınların yanlış tedavi veya yanlış ilaç kullanımına yol açtığını gösteriyor.

İçselleştirdiğimiz bir başka patriyarka unsuru da İngilizcenin aksine Almanca, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcada dilbilgisel cinsiyetin kelimelere yansıması. Örneğin Almancada “teknisyen” (Mechaniker) kelimesi değişmez eril çağrışımlı bir meslek iken, Fransızcada mutfak aletlerine ağırlıklı olarak dişil cinsiyet atfedilmiş.

Dildeki bu cinsiyetçi çağrışımlar karşısında birkaç yıldır Fransızca için bir dizi değişiklik önerisi getiriliyor ve dilsel bir kapsayıcılık hedefleniyor; çünkü Endler’in de söylediği gibi, “günlük yaşantımızda cinsiyet belirten ifadeleri kullanma biçimimiz, biz farkına varmadan algımızı şekillendiriyor.”

Kendisiyle yaptığım söyleşide, Türkiye’de bulunduğu beş aylık süre zarfında Türkçede de baskın bir eril egemen dille karşılaştığına dikkat çekiyor.

“Türkiye’de yakın bir arkadaşımın annesi önemli bir bankada üst düzey yönetici. Ama annesine halen 'Bey' diye hitap ediliyor. İnsanlar onun ismine bakarak kadın olduğunu gayet iyi biliyorlar. Ancak yönetim zincirinde o kadar üst düzeye erişmiş ki ona kadınsı hitaplarda bulunarak yeterince güç ve önem atfedemeyeceklerini sanıyorlar,” diyor Endler.  

Kendisi, “Hanım Ağa” tanımlamasını da Türkiye’de bulunduğu sırada sık sık işitmiş. “İnsanlar hem birine bu şekilde güç atfediyorlar, hem de cinsiyetine atıfta bulunuyorlar,” diyor.

Dikkat çektiği bir nokta daha var: Kamusal hayatta erkeklerin soyadlarını kadınlarınkine nazaran iki kat daha fazla kullanırken, kadınları genelde isim-soyisim birlikte kullanma eğilimindeyiz: Trump’a karşılık Hillary Clinton’ın hep ismi-soyismiyle anılması, Clara Schumann’ın müzik dünyasında kocası Robert kadar tanınmaması gibi... BioNTech şirketinin kurucu ortağı, bilim insanı Dr. Özlem Türeci’nin “Uğur Şahin’in eşi” diye takdim edildiği günleri de halen unutmadık, sanki belirli bir cinsiyete endeksli bir meslekmişçesine “kadın otobüs şoförleri”nin uzaydan gelmişçesine muamele görüp haber konusu yapılmasını da...

Endler’e göre, Türkiye’deki feminist aktivizm, Almanya’ya kıyasla çok daha “uygulamalı” şekilde ilerliyor. “Birçok kadın hakları aktivisti okurum da kitabı okuduktan sonra tuvalete gitmek için güvenli alana sahip olmanın bir insan hakkı olduğunu ancak deprem bölgesine gittiklerinde fark ettiklerini söylediler,” diye ekliyor.

Etrafımızdaki nesnelerin ve söylemlerin patriyarkal tasarımına ve kullanımına yönelik giderek artan bir farkındalık var. Gerek kamuda gerekse özel sektörde ve akademide karar verici düzeyde pozisyonlarda beyaz olmayan, azınlık gruplara mensup kadınlar var. Ancak bunlar da, Endler’e göre, “duvarları mancınıkla aşan başarı öykülerinden ibaret”. Ne de olsa BM verilerine göre 2022'de dünya genelinde 81 bin 100 kadının öldürüldüğü bir gerçeklik karşısında patriyarkal düzeni neresinden yıkmaya çalışsanız diğer taraf elinizde kalıyor.

Dolayısıyla, çevremizdeki maddi dünya patriyarkal düzenin izlerini tüm kılcal damarlarına dek yansıtıyor; ancak buna yönelik çözümler bulunması düşünüldüğü kadar karmaşık da değil. Endler’in söylediği gibi, kadınların yaşamını kolaylaştıran, onlara güvenlik hissi veren birçok tasarım mevcut, sadece onları uygulamak gerekiyor. Tıpkı Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemek için tüm yasaların mevcut olup uygulama iradesinin eksik oluşu gibi...

Nobel edebiyat ödülü sahibi dünyaca ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in geçtiğimiz gün (6 Mart) 96’ıncı doğum günüydü. “Bana bir ön yargı verin, dünyayı yerinden oynatayım,” der Márquez.

Endler, işte eşyalardaki ve söylemlerdeki patriyarkayı fark edip dünyayı yerinden oynatmamızı öneriyor.

Bununla kast ettiği, herkesin kadınlara yönelik nesne tasarlayıp üretmesi değil. Ama bizi çevreleyen düzende erkeklerin hayatını kolaylaştıran ama kadın önceliklerine kör davranan nesne, tasarım, söylem ve eylemleri “görmemiz” ve bu konudaki farkındalık ve itiraz dozunu “çevremizdekilerin sinirini hoplatacak şekilde” artırmamız...

Yani, acıyı bal eylemememiz gerekiyor.

Kadını koruyan sözleşmelere adeta savaş açılan ve İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede imza çekilen bir ortamda, kadınların dilsiz ve sessiz bırakılmasına karşın dilimizi ve sesimizi bu patriyarkal düzene karşı yeniden güçlendirmeliyiz.

Deprem bölgesinde kadınlar iç çamaşırı ve hijyenik pet talep etmek için adeta çırpınırken, kadınların kullanımına uygun banyolar ancak yeni yeni yapılırken, çadır kamp içinde yeterli aydınlatma olmadığı düşünüldüğünde güvenli bir şekilde erişilecek tuvalet eksikliği akut bir hal almışken ve bu yüzden de idrar yolu enfeksiyonu gibi hastalıklara kadınlar bölgede daha fazla yakalanırken afet sonrası süreçte kadınların ihtiyaçlarına kör ve sağır kalan eril zihniyete karşı çıkmamız gerekiyor.

Şeylerin değişme potansiyeli vardır. Ve bazı yapılar diğerlerinden çok daha kolay şekillendirilebilir,” diyor Endler.

Dr.Özgür Kaymak

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda araştırmacı / akademisyen Dr. Özgür Kaymak’la bu konuda yaptığım söyleşide, “Depremde evlerin yıkılmasıyla birlikte cinsiyet eşitsizliği çırılçıplak bir şekilde kamusal alanda tezahür etti. En temel ihtiyaçlardan tuvalet ihtiyacı ve hijyenik pede erişim, daha önce görülmeyen ancak şimdi yıkılan duvarların arasından gün ışığına çıktı,” diyor.

Tüm bunlar yaşanırken bale ayakkabısının pembesini, ilaç deneylerinde ağırlıklı erkek deneklerin kullanılmasını veya Fransızcadaki “le”, “la” eklerinin dişil-eril ayrımını düşünmek ilk bakışta kimilerine lüks gelebilir.

Ancak, Dr. Kaymak, işin aslında hiç de öyle olmadığını söylüyor çünkü çok katmanlı olan ve tüm baskı-sömürü mekanizmalarının iç içe geçtiği kapitalist-patriyarkal sisteme bütüncül bir şekilde bakmamız gerekiyor:

Feminist metodolojide buna ‘kesişimsellik’ analitik kategorisi diyoruz. İş dünyasındaki cam tavandan eşit işe eşit ücrete, kadına yönelik psikolojik ve ekonomik şiddete kadar kamusal alanda düşünmediğimiz, bize normal gelen, hücrelerimize nüfuz eden tüm eril kontrol mekanizmalarının nasıl da cinsiyetçi bir lensle inşa edildiğini görüyoruz. Tüm eşitsizlikler o yüzden katman katman iç içe geçmiş durumda. Eşyalardaki patriyarkayı önemsemeyip kadınların diğer sorunlarına odaklandığımızda, yani bu sistemin içinden bir kısmı ayırdığımızda kağıttan kule gibi her şey çöküyor.”

Nesnelerin de, kadın duyarlılığına kör politikaların da değişme potansiyeli var. Sadece bunları fark etmek, asla içselleştirmemek, “norm” olarak görmemek gerekiyor.

Toplumsal duyarlılığı ve dayanışmayı genişletmekten ve çağdaş tartışmalardan beslenmekten başka çare yok. 8 Mart 1857’de New York’ta bir tekstil fabrikasında çıkan yangın sonucu feci şekilde can veren 129 dokuma işçisi kadın grevci her yıl anılırken, aslında gayet de dişil anlam atfedilen dokuma tezgahlarının istendiğinde nasıl bir eril sömürü ve cinayet mekanizmasına dönüşebildiğini görmemiz gerekiyor.

Bu enkazı birlikte kaldıracağız, bu patriyarkal yangını birlikte söndüreceğiz.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.