2023 Bir başka cumhuriyet için

Farklı olduklarını iddia eden kültürel-siyasal gövdeler, Cumhuriyet hakkında aynı tarihi hafızaya, aynı hatırlama tarzı ve hikayesine sahiptirler. Hafıza-hatırlama konusundaki zihniyet kalıpları aynıdır. Bunu “tek-tür ve rekabetçi” hafıza-tarih hatırlaması olarak tanımlamak isterim. Geçmişe ilişkin sahip olunan bu “tek-tip ve rekabetçi hafıza” geldiği noktada dışlayıcıdır ve birleştirici olma özelliğine sahip değildir. Demokratik bir gelecek vaat edemez ve bu şansını da kaybetmiştir.

Google Haberlere Abone ol

Taner Akçam*

2023 Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü kuruluş yıldönümü. 2023’e devrilirken nasıl bir cumhuriyet istiyor, özlüyoruz? Bu konuda çok beylik tanımlamalar yapmak mümkün. Eşitlikçi, özgürlükçü, insan haklarına saygılı vb. Bu tür genel geçer sözlerin veya “toz pembe gelecek” tasvirlerinin çok önemi yok.

Bunun yerine daha somut bir tespit yapmak ve bir başka öneride bulunmak istiyorum: Cumhuriyetin, birleştirici olma iddiasındaki kolektif hafızası, bu birleştirici özelliğini artık kaybetmiştir. Cumhuriyetin yeni (farklılıklara imkân tanıyan) birleştirici bir hafızaya ihtiyacı vardır. Bu birleştirici toplumsal hafızanın ne olması ve nasıl inşa edilmesi gerektiği üzerine toplumsal bir sohbet kaçınılmazdır.

Bir başka deyişle, yeni bir cumhuriyet oluşturmanın düşünsel arka planının olup olmadığının imkanlarına yakından bakma çağrısı yapıyorum.

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Türkiye’de Osmanlı’dan bu yana oluşmuş büyük düşün, kültürel-siyasi damarlar (İslami-muhafazakâr, Batıcı-modernleşmeci ve/veya ilerici) vardır. Kültür ve siyasi hayatımız esas olarak bu büyük damarlarca belirlenmiş ve şekillenmiştir. Mevcut politik partiler bu iki ana gövdenin ürünü veya siyasi temsilcileridirler.

Bu düşünsel-kültürel damarlar ve onların siyasal temsilcileri (sağcı-solcu, milliyetçi, İslamcı-laik) kendilerini nasıl tanımlıyor olurlarsa olsunlar, aralarındaki tüm farklılık iddialarına ve kavgalara rağmen, birbirlerine çok benzer özellikler taşırlar. Burada sol kelimesini çok geniş anlamda kullandığımı ve onun birçok farklı (Marksist, sosyalist vb.) versiyonunu da dahil ettiğimi özellikle eklemeliyim.

Birbirlerini kültürel-siyasi hasım olarak gören tarafların birbirleri ile büyük benzerlikler taşıdıklarını iddia etmek şaşırtıcı gelebilir. Çünkü bu siyasi akımlar kendilerini, ötekinin negatifi olarak tanımlamaktadırlar.

Bu kültürel damarların aydınlarına ve/veya onların siyasi temsilcilerine, bu ülkenin en temel problemi nedir, diye sorarsanız, muhtemel alacağınız cevap da aynı olacaktır: Kendilerinden farklı başka damar ve akımların var olması…

Bu nedenle, her bir damar ve siyasi temsilcilerinin önerebildikleri çözüm ise, diğer damarların ya var olmaması ya da diğerlerinin kendilerine benzemesini istemek olacaktır. Ötekinin öteki olarak ortadan kalkmasını istemek ulaşabilecekleri en uzak görüşlü vizyondur.

İddiayı tekrar edeyim: Tanzimat’tan bu yana oluşmuş bu “İslami-muhafazakâr” ve “Batıcı-modernleşmeci ve/veya ilerici” olarak tanımlanan kültürel gövdelerin (ve onların siyasi temsilcilerinin) aralarında farklar değil benzerlikler daha önemlidir.

Bu iddiayı kanıtlamak için bu kültürel-siyasi damarların kültürel kodlarına ve/veya her gövdenin içindeki “gen yapısına” yakından bakmak gerekir. Burada bu kodlardan sadece bir tanesinin altını çizmek isterim: Farklı olduklarını iddia eden bu kültürel-siyasal gövdeler, cumhuriyet hakkında aynı tarihi hafızaya, aynı hatırlama tarzı ve hikayesine sahiptirler. Hafıza-hatırlama konusundaki zihniyet kalıpları aynıdır.

Bunu “tek-tür ve rekabetçi” hafıza-tarih hatırlaması olarak tanımlamak isterim.

Geçmişe ilişkin sahip olunan bu “tek-tip ve rekabetçi hafıza” geldiği noktada dışlayıcıdır ve birleştirici olma özelliğine sahip değildir. Demokratik bir gelecek vaat edemez ve bu şansını da kaybetmiştir.

Mevcut kültürel-siyasal yapıların “hafıza-hatırlama” tarzları üzerine kafa yormadıkça, Türkiye’nin yarına ilişkin “olumlu,” “demokratik” bir cumhuriyet inşası mümkün değildir.

O halde, nasıl bir cumhuriyet tartışmasının önemli bir ön koşulu var: Hem mevcut düşün-kültür yapılarının tümünü içermek hem de onların “hafıza-hatırlama” tarzlarının ötesine geçmek.

Hiçbir kültürel gövdenin tek başına üstesinden gelemeyeceği bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu söylüyorum.

Cumhuriyetin mevcut “hafıza ve hatırlama” pratiklerinin iki önemli ayağı üzerine çok açık bir sohbet kaçınılmazdır. Birisi cumhuriyetin kuruluş yılları ile, ikincisi 1960-90 toplumsal kabarması ile ilgilidir…

Bu iki döneme ilişkin oluşturulmuş hafıza ve hatırlama tarzlarının, yarınki cumhuriyetin çoğulcu-demokratik temellerde kurulmasının önünde engel olduğunu söylüyorum.

O halde öneri: Farklı bir cumhuriyet için, sözü edilen dönemlere ilişkin farklı bir hafıza inşasının gerekli ve şart olduğudur.

Eğer farklı kültür-siyasi damarlar arası açık ve samimi bir diyaloğu başlatabilirsek, ne dediğim daha da iyi anlaşılacaktır.

Bu diyaloğu-sohbeti başlatacak olanlar ise, bu farklı kültürel damarlardan gelen ve ama kendilerini bu damarlardan “kısmen” bağımsızlaştırmış aydınlardır.

Bugün, farklı kültürel-siyasal arka planlara sahip ama kendilerini bu arka plandan ‘kısmen’ özgürleştirmiş milliyetçi, İslamcı ve laik-sol gelenekten gelen ve/veya kendilerini (Alevi, Kürt vb.) kimlikleri ile tanımlamış aydınlar vardır ve bu aydınlar bir başka cumhuriyetin düşünsel arka planını yaratmanın imkanları olup olmadığını araştırmak amacıyla birbirleriyle diyaloğa girebilirler ve girmeleri şarttır.

Bunu, yeni bir birleştirici (ama farklılıklara imkân tanıyan) “hafıza ve hatırlama tarzının” inşası olarak tanımlamak da mümkün.

Üzerinde yükseleceğimiz yeni bir hafıza-hatırlama zemini oluşturulamazsa özlenen yarın da kurulamaz.

Mevcut hatırlama-hafıza tarzları birleştirici olma özelliklerini ve meşrutiyetlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir ve cumhuriyetin bugünkü krizinin önemli nedenlerinden birisi budur. “İflas eden nedir”, ve “yerine konulacak nedir” tartışmasını yapmaya devam edeceğim ama burada konuşma ve tartışmanın geçmişe ilişkin bir konuşma olmadığının altını özellikle çizmek isterim.

Bu geleceğe ilişkin bir tartışmadır. Gökhan Yavuz Demir’in muhteşem tanımlamasıyla, "Geçmişimiz sadece tarih değil, aynı zamanda bugünümüzün geleceğidir de".

 

*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi