YAZARLAR

2021’e girerken: Davalar, davalarımız

Erdoğan’ın davası, parlamentoda ağızları bir karış açık biçimde poz vererek yolsuzlukları aklayan vekillerin, ihlallere ohh çeken bakanın, millete küfür ederek semiren sermaye çetesinin, mezarları bile rahat bırakmayan, katliamları alkışlayan faşist çetelerin, hakkını arayan madencinin karşısına tüm gücünü koyan alay komutanının, yargısını hukukun değil “dava”nın üstünlüğüne göre belirleyen yargıcın, her kritik gündemde davanın sahibinden haber bekleyen penguen medyasının da davası tabii.

AKP iktidarının ikinci yılında, 2004’te büyük şovların ardından başlatılan “hızlandırılmış tren” Ankara-İstanbul seferini yaparken Pamukova’da raydan çıkmış, 41 yurttaş hayatını kaybetmiş, 89 yurttaşımız yaralanmıştı. Dönemin yüksek tirajlı gazeteleri, “Şov uğruna öldüler”, “seri cinayet” gibi manşetlerle olayı duyurmuşlardı. Yayın yasağı henüz icat edilmemişti. Kurulan bilimsel komitenin açıkça ortaya koyduğu gibi altyapısı hazırlanmadan, raylar düzenlenmeden hızlandırılan tren bir katliama yol açmıştı. Kazanın ardından açılan soruşturma asıl olarak sorumlu olan kimseye dokunmadı. Bakan Binali Yıldırım, bürokratına soruşturma açılmasına izin vermedi. Makinist ve yardımcı makinist yargılandı, ceza aldılar; Yargıtay iki defa kararı bozdu, zamanaşımı beklendi, sonra dava düşürüldü. Bu karar da temyiz edildi. Ailesini kaybeden iki yurttaş, 2015 yılında yıllarca süren yargılama sürecinde yaşama hakkına ilişkin usuli gereklerin yerine getirilmemesi gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, 30 Ekim 2018 tarihli kararında ihlal buldu ve aileye tazminat verilmesine hükmetti. 14 yıl sonra asıl sorumluların asla yargı önüne çıkmadığı bir sürecin sonunda. Pamukova katliamı ve ardından yaşanan yargı süreci 2020 yılına kadar yaşanan AKP dönemi davalarının ilkiydi. Aslında iki dava: Erdoğan’ın davası ve bizim davalarımız…

ERDOĞAN’IN DAVASI

Erdoğan’ın her parti kongresinde vurguyla üzerinde durduğu bir davası var. Onun davası ve yandaşları semirdikçe biz zayıfladık, davalarımız mahkeme salonlarına sıkıştı. Davalarımızın onun davasının karşısına çıkacağı her politik sürecin önü kesildi; demokratik protesto hakkı kriminalize edildi, hak arama özgürlüğü kısıtlandı, yurttaşlık haklarımız ortadan kaldırıldı, gerçeğe ulaşma ve gerçeği yayma hakkının zemini olan medya Erdoğan’ın davasınca temellük edildi. Seçtiğimiz belediye başkanları görevden alınarak yerlerine “dava adamları” getirildi. Seçtiğimiz milletvekilleri tutuklandı. Belediye başkanı seçilme hakkımız elimizden alındı. 2020’nin son günlerinde demokratik kitle örgütlerini bütün olarak temellük etmek için davaya içkin fırsatçılıkla yasa çıkarıldı. Atı alanın yolunun nerelerden geçtiğini biliyoruz artık.

Hızlandırılmış tren katliamı; hızlandırılmış madenci cinayetlerinin, hızlandırılmış özelleştirme peşkeşlerinin, hızlandırılmış savaş süreçlerinin, hızlandırılmış rejim değişikliğinin, hızlandırılmış TÜİK verilerinin, hızlandırılmış yolsuzlukların, hızlandırılmış işkence ve kaybetmelerin, hızlandırılmış Kanun Hükmünde Kararnamelerin, hızlandırılmış kadın cinayeti rejiminin; 2004’ün gazetelerinin manşetlerinde kullandığı ifadeyle seri cinayetlerin başlangıcıydı belki de. Erdoğan’ın davası, parlamentoda ağızları bir karış açık biçimde poz vererek yolsuzlukları aklayan vekillerin, ihlallere ohh çeken bakanın, millete küfür ederek semiren sermaye çetesinin, mezarları bile rahat bırakmayan, katliamları alkışlayan faşist çetelerin, hakkını arayan madencinin karşısına tüm gücünü koyan alay komutanının, yargısını hukukun değil “dava”nın üstünlüğüne göre belirleyen yargıcın, her kritik gündemde davanın sahibinden haber bekleyen penguen medyasının da davası tabii. Peki bizim davalarımız kimin?

HAYATTAYIZ İŞTE VE HAYAT OLMAK İSTİYORUZ

2020 yılının son gününde de hayatta kaldık. Erdoğan’ın davası ya da “kavga”sı tüm haklarından soyulmuş, Giorgio Agamben’in ifadesiyle çıplak hayatlar olarak yaşamaya terk etmeye çalışıyor bizleri. Ağaç kabuğuna, kuru ekmeğe, medeni olarak öldürmeye mahkum etmek istiyor. Erdoğan’ın davasına, kavgasına bağlanmayan; ona sadık olmayan herkes yaşamaya terk edilme politikasının nesnesi. Egemen karşısında çıplaklaştırılmış durumda. Mahkemeye erişme hakkı anlamını yitirmiş, örgütlenme hakkı yok edilmiş; yurttaşın eli kesilmek, gözü dağlanmak, bacakları felç edilmek isteniyor. Güçsüzleşmemiz, birlikte olmamamız için. Çünkü tarihteki tüm muadilleri gibi sadece güç kullanıyorlar ve sadece karşılarına çıkan gücü ciddiye alıyorlar.

“Bizim davalarımız kimin?” sorusu; bizim gücümüz nerede toplanacak sorusunun yanıtını verecek. Zihnimizi, bedenimizi politik olarak kullanmamıza, zihin ve bedenlerimizi ortaklaştırmamıza zemin olabilecek bir örgütlenmeden söz ediyorum. Davasına karşı davalarımızı, kavgasına karşı barışımızı politik olarak koyabileceğimiz, gücümüzü edimselleştirebilecek bir politik form…

2020’de de hayatta kaldık, bazen utanarak, bazen inadına. Az bir şey değil.

Hayat olmak, çok olmak için başladığımız bir yıl daha geçti. Olmadı. Fakat madem hayatta kaldık, hayat olmaktan, davalarımıza sahip çıkmaktan da vazgeçemeyiz… Bu da size dert olsun. Yeni yılımız kutlu olsun.

 


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.