YAZARLAR

2021 zor geçecek, evet ama umut hep var

Diyeceğim o ki, sadece 2020’nin son ayında yaşananlara baktığımızda dahi, AKP-MHP koalisyonunun desteklediği tek adam rejiminin kendini varlığını sürdürebilmesi için daha da sertleşmek, hiçbir alanda geri adım atmamak, elini sürekli olarak artırmak zorunda hissettiğini görebiliyoruz. Bunu, kendisine benzemeyen her şeyi gayr-ı yerli, gayr-ı milli ilan ederek, düşmanlaştırarak, susturmaya yeltenerek yapıyor.

2020 nasıl bitti? 2021 nasıl başladı? Yeni yıla belki de yeni ümitler ve iyi dileklerle başladığınız bugünlerde içinizi şişirmek istemem. Niyetim o değil. Ama aralıkta ve ocak ayının bu ilk günlerinde olup bitenlere şöyle bir bakmanın ne ile karşı karşıya olduğumuzu ve bundan sonrasını nasıl getireceğimizi anlamamız bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Aşağıdaki satırlarda size son birkaç haftada neler yaşadığımızın hızlı bir özetini vermeye çalışacağım. Bu nedenle bolca gazetelerde yayınlanan haberlere link vererek ilerlemek durumunda kalacağım. Sizi bir haberden öbürüne tıklamak zorunda bırakırsam, şimdiden affola. (Bu kısımda çizdiğim karanlık tablo sizi bunaltır, yorulur, sıkılırsanız, doğrudan son paragrafa geçmenizi öneririm)

2020’yi kapatırken iktidarın hiçbir alanda nefes aldırmama, tek bir konuda geri adım atmama, aksine siyaseti, hukuku, ekonomiyi, medyayı, sanatı, sivil toplumu, eğitimi ve aslına bakarsanız toplumsal hayatın görünür her alanını, geriye her ne kaldıysa cendere altında tutma girişimlerinin ardı ardına geldiği günlerden geçiyorduk. Aralık ayının son günleri, 2021’den ne beklememiz gerektiği konusunda iktidar cenahından bizlere iletilen açık mesajlarla doluydu. “Yılbaşını dostlarınla, geniş ailenle birlikte kutlama”, diyordu örneğin. Kutlayacak olursan, evine baskın düzenleriz. Evde tek başına, çekirdek ailenle kutlayabilirsin tabii. Buna bir şey demeyiz, ama içki içmeni istemeyiz, sen içersen de marketten, büfeden yenisini satın almana izin vermeyiz. Yılbaşında evde oturduğuna göre, televizyon izleyebilirsin. Ama RTÜK’ün uygun gördüğü, ailenle, çoluğun çocuğunla hep birlikte izleyebileceğin programları seçmelisin. Aile değilsen, zaten hükümsüzsün. İlla ki izleyeceksen de, biz sanatçının slogan atmayanını, şikayet etmeyenini, polemik yapmayanını severiz. Zaten iktidarın izni ve onayı olmadan, bu ülkede televizyon yayıncılığı, habercilik de yapamazsın. Sadece izin vermek değil, kimin çalışacağına da biz karar veririz. Gerekirse patronuna çalışacaklar ve çalışamayacaklar listesi veririz. Başına da kayyum atarız. Kabul ederse ne âlâ. Etmeyen, tıpkı OLAY TV patronu gibi, dükkânı kapatır gider... 2020 böyle bitince, 2021’in ilk günü de öncekileri aratmadı. Sözcü Gazetesi’nin “2020’nin torbasından felaket ve gözyaşı çıktı” manşeti iktidar cenahından tepki görünce açıklama en yukarıdan geldi: “Ben okumuyorum, kimse lüzumsuz yere buna para verip almasın!” Türkçesi, hangi gazeteyi okuyacağınızı da ben bilirim. Hemen ardından Basın İlan Kurumu 'mâşeri vicdanı yaraladığı' açıklamasıyla bu haber hakkında işlem başlattığını ilan etti.

2020 selefleri gibi kadınlar için zor, çok daha zor bir yıldı. Salgın koşullarında eve kapalı kalmak, mesleği ile çocuklarının bakımı arasında seçim yapmak zorunda bırakılmak bir yana, erkekler en az 419 kadını öldürmüş, yılın ilk dokuz ayında 715 kadına şiddet uygulamıştı. (Kadınlara yönelik şiddetten bahsederken cümle yapılarını böyle kullanmalıyız. Öldürülmüş, şiddete uğramış değil, failin erkek olduğunu apaçık ifade ederek yaklaşmalıyız kadın katline). Sadece 30 Aralık gününde erkeklerin dört kadını öldürdüğünü öğrendik. Daha bir gün öncesinde Diyanet İşleri Başkanı, hiçbir meslek ya da hedef, anne olmaktan, aile olmaktan daha önemli değildir, buyuruyordu. 30 Aralık’ta erkekler tarafından öldürülen, doğru ifadesiyle cinskırıma uğratılan kadınlardan biri evli olduğu erkek, bir diğeri oğlu tarafından katledilmişti. Erkek şiddeti de, erkek katli de, 2020’de ev içinde çoğalmaktaydı. Öldürdükleri kadınların yüzde 48’i ev içinde katledilmişti. Katillerin yüzde 65’i kadınların evli olduğu erkek, eski eş, eski sevgiliydi. Buna karşılık her fırsatta aileyi yücelten iktidar, kadına aile dışında ne bir varlık alanı, ne de bir hak tanımaya istekliydi. Sadece bu değil, bir kadının başörtüsü takması da iktidarın tasavvuru altında bir konu olarak görülüyordu. Bu yüzden yılın ilk gününde, başörtüsü takan CHP’li kadınlar, rahatça “vitrin mankeni” olmakla suçlanabiliyordu.

2020, pandemi bahanesiyle iktidara pek çok açıdan bitmeyen bir “OHAL”i olağanlaştırmak için imkânlar sundu. Sokağa çıkma yasakları hayatımızın olağan bir parçası oldu. 30 Aralık günü, erkek şiddetini protesto için sokağa çıkan kadınlar gözaltına alındılar. Protestonun bir hak olmaktan çıktığı, sokağa çıkmanın yalnızca iktidar yandaşlarının gövde gösterisi için meşru görüldüğü pandemi uygulamaları altında, kadınların da diğer pek çok sivil toplum örgütü gibi, muhalif gruplar, çalışanlar, insan hakları savunucuları gibi hak aramaları suçtu çünkü. Yılın son günlerinde, İçişleri Bakanlığı’nın sivil toplum örgütlerine kayyum atayabilmesine, mal varlıklarına el koymasına imkân tanıyan kanun teklifi, apar topar bir torba yasanın içinde Meclis'ten geçirilerek yasalaştı. Hak savunuculuğunun yalnızca sokakta değil, daha ilk örgütlendikleri anda önünü kesmek için kestirme bir yol açılmış oldu böylece.

Yıl başlarken, AİHM’nin verdiği hak ihlalinin ardından şubat ayında yargılandığı Gezi davasından beraat eden Osman Kavala en yetkili ağızdan sarf edilen “dün onu beraat etmeye kalktılar” sözleriyle, tahliye işlemleri sürerken başka bir dosyadan tutuklanmıştı. Üstelik yeniden tutuklanmasına yol açan bu dosyadan, birkaç ay önce zaten tahliye edilmişti. Yıl biterken, 10 Ocak’ta emekliliğe ayrılacak üyesinin yerine Gezi davası ve Osman Kavala iddianamelerini yazan savcının seçildiği Anayasa Mahkemesi, Kavala’nın bu uzun tutukluluğunda bir hak ihlali olmadığına kanaat getirdi. Aynı Anayasa Mahkemesi 2020’nin haziran ayında tutukluluktaki makul sürenin aşıldığı kanaatiyle Selahattin Demirtaş hakkında hak ihlali kararı vermiş, yerel mahkeme Anayasa Mahkemesi’nin kararını adeta “bizi bağlamaz” diyerek uygulamamıştı. 22 Aralık’ta AİHM Büyük Daire Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasına karar verdi. Karar kesindi. Cumhurbaşkanı “bizi bağlamaz” dedi. Demirtaş’ın tahliyesi beklenirken, yılın son günü, 31 Aralık’ta zaten tutuklu bulunduğu Kobane dosyası ile ilgili yeni bir iddianame hazırlandı. Aynı iddianame ile aralarında eski HDP milletvekillerinin de bulunduğu 108 kişi hakkında 37 kez adam öldürme 31 kez öldürmeye teşebbüs suçlamasıyla ceza isteniyordu.

2020 bir tür “kayyumlar yılı” olmuştu. Ekim ayında Kars Belediyesi'ne kayyum atanmasıyla HDP’nin 31 Mart 2019'da kazandığı 65 belediyeden 52'sine kayyum atanmış oldu. HDP’nin yönettiği il belediyesi kalmadı. Mazbatası verilmeyen ve el değiştiren belediyelerle birlikte yalnızca beş belediye HDP'de kaldı. Aralık ayında ise iktidar ortağı Devlet Bahçeli’nin HDP kapatılsın çağrısı gündeme geldi. Yılın ilk günlerinde, gazetelere Cumhur İttifakı’nın HDP’ye yapılan hazine yardımını kesmek için hazırlık yaptığı haberi düştü. Aynı günlerde Cumhurbaşkanı partisinin meclis grubunda yaptığı konuşmada “Her şey gibi muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır” diyordu.

Diyeceğim o ki, sadece 2020’nin son ayında yaşananlara baktığımızda dahi, AKP-MHP koalisyonunun desteklediği tek adam rejiminin kendini varlığını sürdürebilmesi için daha da sertleşmek, hiçbir alanda geri adım atmamak, elini sürekli olarak artırmak zorunda hissettiğini görebiliyoruz. Bunu, kendisine benzemeyen her şeyi gayr-ı yerli, gayr-ı milli ilan ederek, düşmanlaştırarak, susturmaya yeltenerek yapıyor. Böylece yıllardır arzuladığı şeyi, kültürel hegemonyasını kurduğunu sanıyor. Aslında hegemonya sanarak kurmaya çalıştığı, totaliter rejimlerin toplumu her alanıyla kuşatmayı hedefleyen ortak unsurları. Ne var ki hegemonya bir kez kurulup sağlama alınan, sabitlenen bir şey değil. Totaliterlik hegemonya oluşturarak değil, ancak baskı ve yıldırma yoluyla, güç kullanarak sabitlenmeye kalkışılacak bir durum. Bugünlerde her konuda açıklama yapmayı seven İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un 2018’de “siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” sözleriyle çizdiği yol, bugün sözcüsü olduğu hareketi kaçınılmaz bir krize sürükledi. Çünkü hegemonya, içinde mücadeleyi barındıran, kaygan bir zemin. Baskı, korkutma ve yasaklamayla kazanılabilecek bir konum değil. Bakın, yıl biterken neler neler yaşandı, bugün Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve öğretim elemanları Cumhurbaşkanı’nın atadığı kayyumu rektör olarak kabul etmiyorlar. Diyebilirsiniz ki, sıra Boğaziçi’ne gelinceye kadar neredeydiniz? Evet ama, “bakın şimdi buradalar” diyebilmek de önemli. Hem sonra kadın hareketi bütün baskıya, şiddete rağmen 2020’yi güçlenerek çıkardı. İstanbul Sözleşmesi’ne yönelen saldırılar, kadınların seslerini daha fazla duyurmasına, daha çok güç birliği yapmasına sebep oldu. Muhalefet bloğu yapılan onca plana rağmen bir arada kalabilmeyi başardı. Evlerde de olsa, emin olun “beyler”, 2020’de yaşanan tüm acılara, kayıplara rağmen, yeni yıl coşkuyla kutlandı. Evet, 2021 zor, eşitlikçi, demokratik, laik bir ülkede bir arada barış içinde yaşamayı hedefleyenler, şiddete, düşmanlaştırmaya, nefrete karşı birleşenler açısından çok daha zor geçecek. Ama aynı şekilde bunun tam tersini isteyenler, toplumu kutuplaştırmaya devam ederek giderek daralan kendi oy tabanına tutunmayı, hamasi çıkışlarla, hayali düşmanlarla oy devşirmeyi planlayanlar açısından da kolay bir yıl olmayacak.

 

 


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.