2020 Amerikan seçimleri: Transatlantik ilişkilerde yeni bir başlangıç ararken

Cumhuriyetçi koalisyon, dünya olaylarına tamamen Amerika odaklı yaklaşılması gerektiğine, yabancılarla kurulan bütün ilişkilerin sadece çıkar temelli, geçici ve istenildiği zaman bozulabilir olması gerektiğine inanıyor. Diğer toplumsal koalisyonun dış politikası ise farklı temeller üzerine kurulu.

Google Haberlere Abone ol

Salih Işık Bora*

Kamusal tasavvurda, "büyük devletlerin", özellikle de ABD’nin dış politikasının görünürdeki aktörler tarafından değil, gizli muktedirler tarafından yürütüldüğü hayal edilir. Bu tasavvura göre, "devletin gerçek sahipleri" seçim sonucundan zerre etkilenmeden yönetmeye devam edeceklerdir. Yazıya başlarken, bu bakış açısının komplo teorisinden ileri gitmediğini açıklamakta yarar var.

Her ne kadar savunanları tarafından dile getirilmese de, "devletin gerçek sahipleri" tezi bazı felsefi/metafizik inançlara dayanır. Bunlardan birincisi, dünyayı yöneten belli bir takım "güçlerin" olduğu ve bunların işi şansa bırakmayacağıdır. Dolayısıyla seçim sonuçlarının neticede bir önemi yoktur. Bu dünya görüşünün bir açıdan iyimser, hatta masalsı olduğunu söyleyebiliriz, çünkü neticede dünyanın kontrol edilebilir, seyrinde ilerleyen bir yer olduğuna inanmaktadır. Dünyayı yöneten "kötüler" de olsa, bu belli bir güvenlik duygusu verir. Halbuki bunun gerçekle uzaktan yakından alâkası yoktur. Somut olarak, dünyanın kaderine büyük ölçüde etki edecek olan ABD dış politikası, birtakım tesadüfler üzerine kuruludur. Bunlardan birincisi, Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania gibi bazı kritik eyaletlerdeki elli bin küsur seçmenin belirlediği ve Joe Biden’ın kazandığı ABD başkanlık seçimidir. Aynı önemde olmasa da bir diğeri, Demokrat Parti’nin Senatoyu kazanmasını sağlayan ve birkaç bin oyla kaderi tayin edilen Georgia eyalet seçimleridir.

Hukukçular arasında günümüzde hâkim olan yoruma göre ABD anayasası yürütme yetkilerinin tamamının tek bir bireye, Amerikan başkanına ait olduğunu açık bir şekilde belirtmiştir (1). CIA, Pentagon, Dışişleri Bakanlığı gibi “derin devlet” kurumlarının en önemli yetkilileri, başkanlar tarafından atanmaktadır. Nitekim iktidar ne zaman bir partiden diğerine geçse, bu kudretli yetkililerin birçoğu kolilerini toplayıp, kendi partileri tekrar iktidara gelene kadar üniversitede ders verir veya televizyonda yorumculuk yapar. Dolayısıyla her partinin kendi “derin devleti” olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en somut örneklerinden biri, Obama döneminde dış işleri bakan yardımcılığı yapmış olan ve Biden’ın dışişleri bakanlığına atadığı Antony Blinken’dir. Doğrudan yürütmede olmayan, dolayısıyla başkanın kontrol edemediği, uluslararası anlaşmaların veya bütçenin onaylanması gibi yetkiler ise, başkanın partisinin Temsilciler Meclisi ve Senatoda çoğunlukta olmasına bağlıdır.

Anayasanın tanıdığı yetkiler bir yana, seçim aritmetiğinin önemi, aynı zamanda iktidara gelme şansı olan iki partinin, cumhuriyetçiler ve demokratların tamamen bambaşka vizyonları olmasındandır. İki partiden öte, bunların birbirine zıt iki toplumsal koalisyon olduğunu söylemek mümkün. Bir yanda Evanjelist Hıristiyanlar, sağcı gruplar, geleneksel sanayiler, kırsal bölgeler ve üniversite eğitimi almamış beyazlar. Diğer yanda ise, etnik azınlıklar, solcu gruplar, üniversite eğitimli beyazlar, büyük şehirler, teknoloji ve finans sektörleri. Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania’daki elli bin civarındaki mavi yakalı seçmenin, bu iki grup arasındaki dengenin hangi tarafa kayacağını belirlediğini söyleyebiliriz. Eskiden cumhuriyetçiler ve demokratların aynı fikirde olduğu çok az konudan biri olan ekonomik küreselleşmeye hem Trump hem de Biden işte bu seçmenleri kazanmak için temkinli yaklaştılar.

İşin özüne gelecek olursak, Biden’ın iktidara gelmesi bu toplumsal koalisyonlardan ilkinin gitmesi ve ikincisinin gelmesi anlamına gelmektedir. Bu da Avrupalı ülkelerin iple çektiği bir değişimdir. Avrupalılar açısından iki koalisyonu ayıran tek bir farktan söz etmek gerekirse, bunun uluslararası ilişkiler felsefesi olduğunu iddia ederim.

Cumhuriyetçi koalisyon, dünya olaylarına tamamen Amerika odaklı yaklaşılması gerektiğine, yabancılarla kurulan bütün ilişkilerin sadece çıkar temelli, geçici ve istenildiği zaman bozulabilir olması gerektiğine inanıyor. Bunu ahlaken doğrulayan temel faktör ise ulusal egemenliğin uluslararası kurumlara, diplomasiye veya herhangi bir “küresel elite” tâbî olmaması gerektiği inancı. İç politikanın aksine, dış politikada yasalar veya değer yargıları yoktur. Kalıcı ittifaklar veya küresel normlar bir şey ifade etmez, hatta etmemelidir. Tek gözetilmesi gereken şey ve Amerikan halkının tek güvencesi, ABD’nin dünyanın askeri, ekonomik ve teknolojik açıdan en güçlü ülkesi olarak kalmasının sağlama alınmasıdır.

Diğer toplumsal koalisyonun dış politikası ise farklı temeller üzerine kurulu. İlk olarak, ulusal egemenlik yok sayılmasa da, evrensel birtakım değerlerle ve kozmopolit bir küresel toplumla uyumlu işlemelidir. “Küresel bir devletten” bahsedilecek kadar ileri gidilmese de demokratların bu fikre cumhuriyetçiler kadar düşman olmadığını söyleyebiliriz. Belki de bu inanç farklılığını büyük şehirlerin, teknoloji veya finans gibi endüstrilerin kendilerine has bir etiği olmasıyla açıklamak mümkündür. Etnik çeşitlilik ve çoğulculuk gibi imgeler bu yaşam tarzının DNA’sına işlemiştir. Pek çok konuda ayrışsalar da, ABD’deki liberaller ve solcular bu konuda genel olarak hemfikirdir.

ABD demokratlarının Avrupa Birliği ile birleştiği nokta, tam da bu felsefi farklılıkta yatıyor. Avrupa Birliği'nin birçok ulus devletin yetkilerini devretmesi ile oluşturulmuş bir uluslararası organizasyon olduğunu vurgulamamızda yarar var. İşin aslı, İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden süreçte, Avrupa toplumları ulusal egemenlik ve kozmopolit etiğin uyuşmazlığı hakkındaki tabuyu onlarca yıllık bir süreçle yıktılar. Maddi güçleri eski imtiyazlarını sürdürmelerini sağlayamayacağı için, ulusal çıkarlarını uluslararası kurumlar ve yasalar aracılığıyla arayabilecekleri fikri, kuşaklar boyunca kök saldı. İki farklı yerden gelseler ve farklı çıkarları da olsa, ABD’de demokratların temsil ettiği toplumsal koalisyon ve Avrupa Birliği felsefi boyutta böyle bir ortak paydaya sahipler.

Elbette, ortak kurumların ve kuralların olması gerektiğine inanmak ile somut olarak böyle kurum ve kuralların içeriğinde anlaşabilmek, farklı şeyler. Dolayısıyla Joe Biden ve Avrupa Birliği'nin beraber çalışıp çalışamayacağını ancak zaman gösterecek. Fakat, küresel düzenin ulusal egemenliğin ötesinde, bir kozmopolit etiğe dayandırılması fikrinin Trump’ın gitmesiyle güçleneceğini söylemek mümkün. Bunu “iyilik” ve “kötülük” arasındaki fark olarak yorumlamak tabii fazla basit olacaktır. Belki de Çin’e karşı alınacak tutum üzerinden bir örnek vererek daha iyi açıklayabilirim. Her ne kadar ABD de AB de çıkarlarını korumak derdinde olsa da, bu çıkarları nasıl savunacakları konusundaki felsefi farklılıklar çok önemli olabilir. Trump’ın dünya görüşüne göre, uluslararası kurumlardan medet umulamaz, dolayısıyla Çin’e karşı, ikili ilişkiler düzeyinde direkt ve net bir tutum alınmalıdır. ABD’li demokratlar ve Avrupa Birliği ise, daha ziyade Çin’i kurumlara dahil ederek “disipline” etmeye çalışmaktan yana olacaklardır. Kategorik olarak karşı bir tutum almaktan çok, Çin’i uluslararası normları ve kozmopolit etiği (elbette ekonomik ve stratejik baskı araçları da kullanarak) benimsemeye zorlayarak onu kendi çıkarları ve dünya görüşleriyle daha uyumlu hale getirmeye çalışacaklardır.

Uzun lafın kısası, Biden döneminin Avrupa Birliği nezdinde veya küresel düzeyde nasıl bir etkisi olacağı sorusuna tek cümlelik bir yanıt vermem gerekirse, uluslararası kurumların ve kuralların belli bir düzeyde toparlanmaya çalışılacağını, küresel toplum fikrinin yeniden güçlendirilmeye çalışılacağını söylerdim. Tabii ki bu uğraşlar bir fayda verir mi, o ayrı mesele. Yine Çin üzerinden bu konuyu ele alacak olursak, Beijing’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne kabul edilmesinin ülkeyi “demokratikleştireceğine” inanılıyordu fakat pek öyle olmadı!

(1) Bu konuyu daha detaylı incelemek isterseniz, “Unitary Executive Theory” üzerine okumanızı tavsiye edebilirim.

*Sciences Po CERI araştırmacı/öğretim görevlisi