1922’de Büyük Taarruz Harekâtı için kimden borç alındı?

Vekil Kâzım [Özalp] "Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde ve Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilen paradan 600.000 lira verilmesi için müsaade istedim. Hemen bankaya emir verdi ve eksiklerimizi tamamladık."

27/28 Temmuz 1922 gecesi Akşehir’de Büyük Taarruz kararının alındığı toplantıdan çıkanlar: Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi [Çakmak], Batı Cephesi Komutanı İsmet [İnönü] ve diğer komutanlar (Foto: ATO, Türk Kurtuluş Savaşı, s. 284)
Google Haberlere Abone ol

Taarruzun 26 Ağustos 1922’de başlamasına karar verildiği günlerde gündemdeki en önemli konu finansmanıydı. Meclis’te Nisan ve Temmuz aylarında günlerce süren müzakereler yapılmıştı, ama her seferinde başa dönülüyordu. Maliye Vekili söz aldığında yalın gerçeği tekrar ediyordu: “Kasada kuruş yoktur.” İçeriden ya da dışarıdan borçlanmak mümkün değildi. Sonunda Müdafaai Milliye Vekili [Millî Savunma Bakanı] Kâzım [Özalp], harekât için gerekli finansmanı Başkumandan Mustafa Kemal’den istedi. Böylece 26 Ağustos’ta harekâta başlandı. Sonrasında alınan para başkumandana ödendi. 26 Ağustos taarruz kararı alındığında Mustafa Kemal [Atatürk] TBMM Reisi ve Başkumandan, Rauf [Orbay] Başbakan, Kâzım [Özalp] Milli Savunma Bakanı, Fevzi [Çakmak] Genelkurmay Başkanı ve İsmet [İnönü] Batı Cephesi Komutanıydı.

Meclis, Ankara’da açıldıktan ve hükümet belirlenip çalışmaya başladıktan sonra finansman arayışı hep gündemdeydi. Hükümet, yıllık bütçe yapamadığı koşullarda harcamayı avans kanunuyla finanse etti. Hükümet 11 Eylül 1920’den 15 Nisan 1923’e kadar çıkardığı 15 avans kanunuyla bütçelendirildi. 15 kanunla hükümete toplam 208,3 milyon lira avans harcama yetkisi verildi. Kanunlarla harcama yetkisi alınsa da vergi gelirleri yetersizse yapılacak olan borçlanmaydı. O günkü koşullarda içeriden veya dışarıdan borçlanmak da kolay değildi.

15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal eden Yunanistan’la 1921 başına kadar cephe savaşı yapılmadı. Yunan ordusunun işgali yaygınlaştı, İç Anadolu’ya doğru. Yunanistan’la ilk kez Birinci İnönü’de (6-11 Ocak 1921) karşı karşıya gelindi. Sonrasında, İkinci İnönü (23 Mart-1 Nisan 1921), Aslıhanlar-Dumlupınar (8-15 Nisan 1921), Kütahya-Eskişehir (8-21 Temmuz 1921) ve Sakarya (23 Ağustos-13 Eylül 1921) muharebeleri yapıldı. TBMM Reisi Mustafa Kemal, Sakarya öncesinde 5 Ağustos 1921’de 144 sayılı kanunla Başkumandan seçildi. Kanun gereği Meclis’in konuyla ilgili yasama yetkisi de başkumandana verildi (madde 2). Bu yetki, hep tartışma konusu oldu. Mustafa Kemal’in Başkumandanlık süresi üç ayla sınırlandırıldı. Sonrasında ilgili tarihlerde kabul edilen yasalarla süre uzatıldı. Mustafa Kemal’e, Başkumandan/Başkomutan olarak yer aldığı Sakarya Muharebesi zaferi ardından altı gün sonra 19 Eylül 1921’de kanunla Gazilik unvanı ve Mareşallık rütbesi verildi.

İNGİLTERE, FRANSA VE İTALYA

Sakarya savaşından bir ay sonra Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandı; böylece güneyde Adana dâhil işgal edilen bölgelerin kurtarılması ve Fransa’yla düşmanlığın dostluğa dönüşmesi sağlandı. Fransızlar, Anadolu’yu terk ederken Ankara hükümetine bir miktar silah ve cephaneyi hediye olarak verdi, bazı malzemeyi parası ileride ödenmek üzere satmayı kabul etti. Beş altı ay öncesinde Nisan 1921’de de İtalya, Antalya ve çevresindeki işgal bölgesinden çekilmişti. İlişkilerin düzeltilmesiyle Fransa ve İtalya’dan silah ve teçhizat da alındı.[1]

Ankara’nın Fransa ve İtalya ile antlaşmasıyla, ikili ilişkilerinde sorunlu ülke olarak İngiltere yalnız kaldı. Ankara, İngiltere ile hiç cephe savaşı yapmadı. O dönem İngiltere’nin bölgesel politikası analiz edildiğinde anlaşılıyor ki, asıl derdi Ankara değil Moskova’ydı. İngiltere 1920 sonuna kadar Sovyet iktidarını yıkmak için sadece teçhizatla değil, bizzat askeriyle savaşsa da yereldeki güçleriyle Kızıl Ordu’ya yenildi ve pılını pırtısını toplayıp kaçtı. Moskova’yı düşüremeyen İngiltere’nin Ankara’yla teması, bu dönemde genellikle Malta tutukluları ve Ankara’nın elindeki 29 esiri kurtarmak özelindeydi. 29 esir İngiliz’den biri Erzurum’da tutuklanan Yarbay A. Rawlinson’du ve ağabeyi Lord Rawlinson, kardeşini hep kurtarma derdindeydi. Yarbay A. Rawlinson, Mustafa Kemal ve Kâzım Karabekir’in birlikte kararlaştırdıkları planla tutuklanmıştı. Mayıs 1921 sonunda Hintli Mustafa Sagir’in idamını önleyemeyen ve Malta’da tutukların hiçbirini yargılamayan İngiltere, Ankara ile anlaşma yoluna gitti ve tutuklularla esirler karşılıklı serbest bırakıldı, Kasım 1921’e kadar.[2]

Büyük Taarruz öncesinde yed-i düvel diye bilinenlerden Fransa ve İtalya ile sorunların çözümlendiği, İngiltere ile ikili ilişkide hayli yol alındığı anlaşılmaktadır. Bu halde Anadolu’da askeriyle bulunan işgalci güç Yunanistan’dı. Cephe savaşı da Yunanistan’la yapıldı. İşgalini Anadolu’da yaygınlaştıran Yunanistan ordusunun, bölgesinde Hıristiyan ahaliyle özellikle Rumlarla ilişkisi, resmî zevatın ve tarihçilerinin iddia ettiği düzeyde değildi ki Büyük Taarruz’la iki haftada Ege’den kovalandı.

SOVYETLERDEN YARDIM

Lenin önderliğinde Sovyetler, Ankara’ya özel önem verdi. Sovyetleri ezmek için İngiltere’nin bizzat askeriyle savaştığı koşullarda, Ankara’ya teçhizat yardımına başladı Sovyetler. Sivas Kongresi’nden sonra giden heyet, Temmuz 1920’de 100 bin lira değerinde altınla Moskova’dan ayrıldı. Sovyet yardımıyla Mustafa Kemal, ilişkisini o kadar ileri götürdü ki, 18 Ekim 1920’de resmî Türkiye Komünist Partisi’ni (TKP) kurdu. Oysa bir ay öncesinde 10 Eylül 1920’de Mustafa Suphi, Bakü’de Türkiye Komünist Partisi’ni kurmuştu. Resmi parti kurmakla kalınmadı, vilayetler düzeyinde (yoruma göre) özerkliği/federasyonu öngören (madde 11) 1921 Anayasası’nın teklifi TBMM’ye sunuldu. 1921 Anayasası, 20 Ocak 1921’de kanunlaştıysa da işlerlik kazandırılmadan ilga edildi. 28 Ocak 1921’de Suphi ve yoldaşlarını, Ankara’nın onayladığı planla Erzurum ve Trabzon Kuvayı Milliyecileri Karadeniz’de imha etti. Oysa Suphi başkanlığında TKP heyeti, bizzat TBMM Reisi Mustafa Kemal’le yazışma sonrasında yola çıkmıştı. Suphi ve yoldaşlarının imhasıyla, amaç hasıl olmuştu ve resmî TKP de kapatıldı.[3]

Moskova, Suphi ve yoldaşlarının katline sessiz kaldı ve ardından 16 Mart 1921’de Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşmasını imzaladı. Böylece Ankara hem antlaşmaya imza atmakla hem de yardım almaya devam etmekle amacına ulaşmıştı. İkili ilişkide, aynı durumun Moskova için geçerli olduğu söylenemez. Sonuç olarak Lenin önderliğinde Sovyetlerin, Mustafa Kemal önderliğindeki Ankara’nın emperyalizmle mücadelesini ve resmî TKP kurmasını abartılı değerlendirdiği anlaşılmaktadır.

16 Mart’taki antlaşmayla Sovyetlerin, teçhizat ve para yardım akışı artarak sürdü. Temmuz 1920’de başlayan Sovyetlerin yardımı, Mayıs 1922’ye kadar devam etti. Nakit ve cephane yardımı kalem kalem biliniyor. Bu dönemde Sovyetler 80 milyon lira nakit olmak üzere, 39 bin 275 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, yaklaşık 63 milyon tüfek mermisi, 147 bin 79 top mermisi, 1000 atımlık top barutu, 4000 adet el bombası, 4000 şarapnel mermisi, 1500 kılıç ve 20 bin gaz maskesi gibi teçhizat yardımında bulundu. Teçhizat hariç sadece Sovyet nakit yardımı, 1921 yılı bütçesinden (79,2 milyon lira) fazla ve neredeyse Müdafaai Milliye’nin 1920 ve 1921 yılı gider bütçesi (81,8 milyon lira) kadardı.[4]

4 MAYIS KRİZİ AŞILDI

Mustafa Kemal, 5 Ağustos 1921’de Başkumandan seçildikten sonra görev süresi 5 Kasım 1921 ve 5 Şubat 1922’de ilgili kanunla uzatıldı. 5 Mayıs 1922’den itibaren görev süresinin üç ay daha uzatılmasıyla ilgili teklif kabul edilmedi. 4 Mayıs 1922’de teklif gizli ikinci ve üçüncü celsede müzakere edildi. Başkumandanlığa Meclis salâhiyeti veren 2’nci maddenin lağvıyla ilgili teklif de reddedildi. Ardından Başkumandanlık teklifinin maddeleri oylandı ve kabul edildi. Devamı aleni 4’üncü celsede teklif oylandı. Maddeler tek tek oylamada kabul edildi ve Başkumandanlık süresinin uzatılmasıyla ilgili teklifin tümü için toplu oylamaya geçilirken, oylamanın isimler okunarak yapılmasıyla ilgili teklif oya kondu ve bunun sayımı yapılırken, Erzurum mebusu Salih’in teklifi okundu ve oylandı. Ve reis mebus sayısının müzakere için yeterli olmadığını belirterek celseyi kapattı.[5] Böylece Başkumandanlık süresinin uzatılmasını sağlayacak teklif toplu oylanmadığı için kabul edilmemiş olduğundan Mustafa Kemal’in Başkumandanlığı sona erdi. 5 Mayıs itibariyle Mustafa Kemal, Başkumandan değildir.

6 Mayıs’ta, yasalaşmayan teklif yeniden gündeme alındı ve gizli 1’inci celsede görüşüldü. Geçen müzakeredeki (4 Mayıs’taki) bütün sözleri tetkik ettiğini belirterek söze başlayan TBMM Reisi Mustafa Kemal, her bir konuşmacıya cevap verdi ve “komedya oynatmak için toplanmadık” dedi. Sert geçen müzakerede Mustafa Kemal, başkumandanlığın muhafazasının çok önemli olduğunu ifade etti. Teklif yeniden oylandı ve kabul edildi.[6] 6 Mayıs’taki müzakereyi, reis Mustafa Kemal’in Meclis’le ilişkisi ve hukuki açıdan sorgulamak gerektiğini belirtmekle yetiniyorum. Başkumandanlık süresi, 5 Mayıs 1922’den itibaren üç ay uzatıldı, 229 sayılı kanunla.[7] Başkumandanlık süresinin dördüncü kez uzatılması 20 Temmuz 1922’de gündeme geldi. Mustafa Kemal’in Başkumandanlık görev süresi, 245 sayılı kanunla 5 Ağustos’tan itibaren üç ay daha uzatıldı.[8] 20 Temmuz’daki müzakerede, sürenin uzatılması içeriğindeki teklif, görüşülürken değiştirilerek sanki Başkumandanlık makamı yeniden kuruluyormuş gibi ele alındı ve öyle de kanunlaştı.

9 EYLÜL’DE İZMİR’E VARILDI

5 Ağustos 1921’de Başkumandan seçilen Mustafa Kemal’in 7-8 Ağustos’ta Tekâlif-i Milliye Emri (Milli Vergi Buyruğu) adı altında yayımladığı 10 emriyle, ordunun insan ve araç-gereç gücünün arttırılması, yiyecek ve giyeceğinin sağlanması amaçlandı.[9] 10 emrin 6’ncısı, doğrudan emvâl-i metrûkeyle yani sürülen ya da kovalanan Hıristiyan milletlerin geride kalan mallarıyla ilgili olup, emirle Hazine’nin idaresindeki emvâl-i metrûkeden yararlanılması hedeflendi. Yeterli bulunmamış olmalı ki 1922’nin ilk yarısında Meclis’in müzakere ettiği en önemli gündemi, askeriyeye bütçe sağlanmasıydı. Bununla ilgili 11-13 Nisan’da gizli celsede, 15-18 Nisan’da ve 22 Nisan’la 2 Mayıs’ta aleni celsede, 17, 19 ve 24 Temmuz’da gizli celsede, 27 Temmuz’da aleni celsede müzakereler yapıldı. Müzakere bütçede tasarruf, Roma ve Berlin’e teçhizat almak için gidenlerin gelmemesi, askeriyenin ihtiyacı, taarruza hazırlık konularında yoğunlaştı. Maliye vekilinin anlattığı yalın gerçekse kasada para yoktu. Askeriye adına konuşan Müdafaai Milliye Vekili Kâzım’dı. Bu kadar müzakerenin sonunda herhangi bir karar alınamadı. Peki, para nasıl bulundu da Büyük Taarruz harekâtı yapılabildi?

Vekil Kâzım, gerekli paranın Başkumandan Mustafa Kemal’den alındığını yazdı, kısaca aktarıyorum: “Büyük Taarruzu, Vekiller Heyeti’nde [hükümette] müzakere ettik. İhtiyaç duyulan kaynak 600.000 liraydı. Maliye Vekili Hasan Fehmi’ye başvurduk. Maliye’de görünürde tahsisat vardı, ama kasada hiç para yoktu. Maliye Vekili bir çare bulamayacağını kati olarak söyledi. Mustafa Kemal Paşa’nın emrinde ve Osmanlı Bankası’nda muhafaza edilen paradan 600.000 lira verilmesi için müsaade istedim. Hemen bankaya emir verdi ve eksiklerimizi tamamladık. Böylece 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’un başlamasını kararlaştırdık.”[10]

600 bin liranın hikayesini Reisicumhur Umumi Kâtibi Hasan Soyak da yazdı. Alınan para Mustafa Kemal’e ödendi. Paranın kaynağı, Hindistan Hilafet Komitesi’nin gönderdiği yardım parasıydı. Paranın hem Mustafa Kemal’in şahsına hem de Anadolu’daki millî harekete gönderildiği iddia edildi. Celâl Bayar’a göre, para Mustafa Kemal’in şahsına aitti. Hatta üç yıl sonra 1925’te, paradan Şark İstiklâl Mahkemesi’ne de 40 bin lira gönderilmişti. Hindistan Hilafet Komitesi’nin gönderdiği bu para, Büyük Taarruz’un ikinci yılında Reisicumhur Mustafa Kemal’in de hissedarı olduğu 26 Ağustos 1924’te kurulan İş Bankası’nın kuruluş sermayesi olacaktır.[11]

Harekât için gerekli paranın bulunmasıyla 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz’a başlandı ve devamında 9 Eylül’de İzmir’e varıldı ve hâkim olundu. Dört gün sonra başlayan yangınla, İzmir sadece Yunan askerinden değil, Hıristiyan ahaliden de "temizlendi"!

NOTLAR

[1] Kâzım Özalp, Millî Mücadele, 1919-1922, cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara-1998, s. 218-222; Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1990, s. 508-512; Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, cilt: 2, Temel Yayınları, İstanbul-2002, s. 19-20.

[2] Bilâl N. Şimşir, Malta Sürgünleri, Milliyet Yayınları, İstanbul-1976; Martin Gilbert, Churchill Bir Yaşam, Çeviren: Süha Sertabiboğlu, T. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2011; Vartkes Yeghiayan, Malta Belgeleri, çeviren: Julide Değirmenciler, Belge Yayınları, İstanbul-2007.

[3] Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-1 (1908-1925), BDS Yayınları, İstanbul-2000; Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul-1960; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hâtıraları, Temel Yayınları, İstanbul-2000; Feridun Kandemir, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası, Yakın Tarihimiz Yayınları, İstanbul-1965; Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu, Ankara-1997; Hamit Erdem, Mustafa Suphi, 3. Baskı, Sel Yayıncılık, İstanbul-2010; Dönüş Belgeleri-1, TKP MK 1920-1921, çeviren: Yücel Demirel, TÜSTAV, İstanbul-2004; TBMM Gizli Celse Zabıtları (GCZ), cilt: 1, 22 Ocak 1921, s. 325-339.

[4] Stefanos Yerasimos, Kurtuluş Savaşı’nda Türk-Sovyet İlişkileri 1917-1923, Boyut Kitapları, İstanbul-2000, s. 613-620; Alptekin Müderrisoğlu, age, s. 542-550.

[5] TBMM GCZ, cilt: 3, s. 310-331; TBMM Zabıt Ceridesi (ZC), devre: I, cilt: 19, s. 519-522.

[6] TBMM GCZ, cilt: 3, s. 334-354; TBMM ZC, devre: I, cilt: 19, s. 527-530.

[7] DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 3, Milliyet Matbaası, İstanbul-1929, s. 78.

[8] TBMM ZC, devre: I, cilt: 21, s. 430-435, 458 ve Fihrist-s. 3.

[9] Fikret Ünal, Muzaffer Tıraş, Zafer Kükrer, 1920-1929 Bütçe Kanunları, Başbakanlık Basımevi, Ankara-1979, s. 11-13; Nutuk, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1987, cilt: 2, 2. baskı, s. 822-825; Alptekin Müderrisoğlu, age, s. 378-380.

[10] Kâzım Özalp, age, s. 233.

[11] Türkiye İş Bankası Tarihi, hazırlayan: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, T. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2001, s. 4-5, 87-98; Alptekin Müderrisoğlu, age, s. 559; Fikret Ünal, Muzaffer Tıraş, Zafer Kükrer, age, s. 19; Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası, Dünya Yayınları: 8, İstanbul-1964, s. 170.