18 ay sonra okullar açıldı: Türkçe bilmeyen Kürt çocuklar için her şey daha zor

Türkçe bilmeyen ve anadilde eğitim alamayan Kürt çocukları, 18 aylık aradan sonra daha zorlu bir okul dönemine adım attı. Eğitimci Cemil Güneş: Eğitim sürecinin mağduru, sanığı ve tanığı konumundalar.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Mart 2020 tarihinden beri kapalı olan okullar, 18 ay aradan sonra 1 Eylül’de açıldı. 2020’de kayıt olan ilkokul öğrencileri pandemi nedeniyle okula gidemedi. Öğrenciler oluşturulan online uygulamalar aracılığıyla derslerini takip etti. İmkanı olmayan binlerce çocuk ise derslerden tamamen uzak kaldı. Birinci sınıfı bu şekilde geçen öğrenciler, ikinci sınıflara dezavantajlı olarak başladı. Bu durum Türkçe bilmeyen ve anadilde eğitim göremeyen Kürt çocuklar için daha zor bir sürecin de kapısını açtı. 

Bu durum karşısında çocuklar neler yaşıyor? Hangi psikolojik sorunlarla karşılaşıyor? Eğitim-öğretim sürecine nasıl katılmaları gerekir? Aileler ve öğretmenler neler yapmalı? Çocuk Psikiyatristi Doç. Dr. Veysi Çeri ve Çift Dillilik Çocuk ve Eğitim kitabının yazarı eğitimci Cemil Güneş değerlendirdi… 

‘ÇOCUKLAR ÇÖZÜMÜ ZORLAŞAN CİDDİ SORUNLAR YAŞIYOR'

'Çift Dillilik Çocuk ve Eğitim' kitabının yazarı eğitimci Cemil Güneş, anadili eğitim dilinden farklı olan milyonlarca Kürt çocuklarının eğitimde yaşadığı, yaşayabileceği sorunları sadece eğitim-öğretim dönemlerinin başlarında konuşup tartışıldığını söyledi. Güneş sözlerine şöyle devam etti:

“Çoğu zaman sadece birkaç boyutuyla ele alıp, hayati öneme sahip başlıklara değinmeden, sürecin kabul edenleri ya da sürece göz yumanlar konumuna geçiyoruz. Oysa anadilinde eğitim hakkı ve bu hakkın bir soruna dönüşmesi sokakta Kürtçe konuştu diye vurulan ya da televizyon kanalında Kürtçe konuştu diye küçük düşürülen bir insanın yaşadığı sorundan bağımsız değildir. Anadilinde eğitim göremeyen çocuklar, eğitim sürecinde gerçekten trajik boyutlara ulaşan ve çözümü gittikçe zorlaşan çok ciddi sorunlar yaşamaktadır. Bu eğitim sürecini sadece okul boyutu ile düşünmek doğru olmaz. Bu süreç çocuğun bebeklikten çıkış sürecinde ve sosyal hayata katıldığı andan itibaren başlar. Bu çocuklar sadece okulda değil, okul öncesi ve okul sonrası süreçte de dil yasaklarından kaynaklı birçok sorunla karşılaşıyorlar. Yani aynı zamanda evde, dışarda, pazarda ve oyun alanlarında bile dil yasağıyla karşılaşıyorlar. Eğitim sürecinin bu öğeleri aynı zamanda eğitimin tamamlayıcı unsurları olarak da değerlendirebilir. Bunlardan birinin kesintiye uğraması sonucunda bile eğitimde eksiklik yaşanıyorken, anadilinde eğitim görmeyen çocuklar bu sorunların tümüyle yüz yüze kalmış durumdalar. Deyim yerindeyse bu çocuklar ve aileleri çaresiz bir şekilde karşımızda duruyorlar.” 

'TOPLUMSAL TRAVMANIN YAŞANMASI KAÇINILMAZ OLUYOR'

Türkiye'de yaşayan ve anadilinde eğitim göremeyen her birey, bu eğitim sürecinin sadece mağduru değil, aynı zamanda sanığı ve tanığı konumunda olduğunu belirten Güneş, şunları söyledi:

“Bu acı gerçeklerden dolayı yaşanan sorunları az çok biliyor bu insanlar. Bunların yanında yapılan birçok araştırmaya göre anadilinde eğitim alamayan çocukları eğitim sürecinde akademik başarısızlık, okuyamama, okuduğunu anlamama, okuduğunu değerlendirememe ve bunlardan yeniden bir şeyler üretememe, kendisini okula ait hissetmeme, sosyal fobi, kendisine yönelik şiddet, arkadaş, aile ve öğretmeninden şiddet görme, içine kapanıklık, konuşma becerilerinde gerileme, yarım dillilik, özgüven eksikliği gibi onlarca sorun yaşamaktadır. Maalesef saydığımız ve sayabileceğimiz her bir sorun çocuklarda ciddi bir şekilde travmaya yol açmaktadır. Çocuklarda görülen bu travma ilerleyen süreçlerde toplumsal travmaya dönüşebiliyor. Çünkü eğitim süreci sadece çocuğun katıldığı bir süreç değildir, çocuk ile birlikte aile üyelerinin ve çevrenin de katıldığı bir süreç olduğu için toplumsal travmanın yaşanması kaçınılmaz oluyor. Bu travmanın topluma yansıması ne şekilde oluyor? Ailelerin kendileri ve çocuklarının can güvenliği için anadilini terk etmesi, kültüründen ve toplumsal hafızasından uzak durması, yaşadığı şehri terk etmesi ve bunun karşısında ikinci dil diye adlandırdığımız dili iyi kullanamayıp bir sıkışıklık yaşaması.”

'1'İNCİ SINIFTAN KAZANIM ELDE EDEMEDEN 2'İNCİ SINIFA BAŞLIYOR'

Eşitsizliklerin süreci çıkmaza soktuğuna dikkat çeken Güneş, şöyle devam etti: “Yine yapılan araştırmalardan biliyoruz ki anadilinde eğitim gören çocuklar okuma-yazma, konuşma-dinleme, analitik becerilerde daha çok başarılı olmaktadır. Bunun yanında üçüncü ve daha çok dilin öğrenilmesinde anadilin gücünden faydalanma, kendisini eğitim sürecine ait hissetme ve bu aidiyetliğin getirdiği üretkenlik, özgüven ve psikolojik rahatlama avantajlarından faydalandığı bilinmektedir. Paulo Freire der ki 'Eğitimin özgürleştirici bir yanı vardır ama bu anadili ile mümkündür'. Bu söz aslında çözümün adresini o kadar da zor olmadığını bize göstermektedir. Online eğitim sürecinin çok zor olmasının yanında bir de anadilinde eğitim görmeyen çocukların uzaktan eğitimdeki yerini de çok az tartıştık. Dil sorunu, okullarla başlayan bir sorun değil. Anadilinden farklı bir dilde okuma-yazma becerileri kazandırmak birinci sınıfta başlıyor ve zor bir süreç. Yazma becerisi birinci sınıfta karşılaşılan en zoru. Çocuklar güçlü bir dinleme-konuşma ve anlama becerilerine sahip olması gerekirken, kıt imkanlar ile televizyon başında ya da tabletlerle bu süreci aşmaya çalıştılar. Çocuklar 1'inci sınıfın kazanımlarını almadan ikinci sınıfa başladılar. Son yıllarda çocuklarda Kürtçe konuşma oranları düştü. Ailelerin kendi aralarında ve çocukları ile Kürtçe konuşmayı bırakması yarım dillilik sürecini daha da derinleştiriyor. Bunun üzerine pandemi sürecinde yaşanan imkansızlıklar ve eşitsizlikler bu süreci içinden çıkılamaz bir hale getiriyor.”

'BİLMEDİKLERİ BİR İNSANIN DİLİNE MARUZ KALMALARI STRESİ ARTIRIR'

Çocuk Psikiyatristi Dr. Veysi Çeri, Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının durumunun kronik bir sorun olduğunu söyledi. Çeri şöyle konuştu:

“Türkiye'de gerek Kürtçe gerekse Arapça anadili olup, evde bu dilin konuşulduğu, okula başlayana kadar sadece bu dilleri bilen çok sayıda çocuk var. Çocuklar eğitim ve öğretime alınırken bu durumların mutlaka göz önünde bulundurulması gerekiyor. Bu çocuklara mutlaka dil bariyerinin olduğunu bilerek, ana dillerinde farkında olan öğretmenlerin de bu konuda eğitimli olduğu bir okul öncesi eğitime başlamaları gerekiyor. Okula başladıklarında bunun göz önünde bulundurularak, mutlaka çocukların kendilerini çok kopuk hissetmelerinin engellenmesi gerekiyor. Yoksa çocuklar birden evden koparak bilmedikleri bir insanın diline maruz kalması stresi artırır. Çocuklarda okula karşı isteksizliği, kaygıyı, güvensizliği arttırabiliyor.”

'KONUŞTUKLARI DİLLERİN OKULLARDA YASAKLANMASI GÜVENSİZLİĞİN ARTMASINA NEDEN OLUYOR'

Türkçe bilmeyen çocukların durumunu göz önünde bulundurularak, pedagojik bir yaklaşımla iki dilli bir eğitimi sentezleyip Türkçeyi öğrenmelerini kolaylaştıracak bir sistem olması gerektiğinin altını çizen Dr. Çeri, şunları söyledi: “Aksi taktirde çocuklar çok yoğun stresle karşılaşabiliyorlar. Dil eğitimi vermekten uzak birisinin kendi dillerini bilmeyen çocuklara eğitim vermesi çok yanlış. Olumsuz bir çocukluk yaşantısı olduğu için kalıcı bazı sorunlar bırakabiliyor. Çocukların konuştukları dillerin okullarda sert bir şekilde yasaklanması, tolere edilmemesi, cezalandırılması çocuklarda anksiyete ve güvensizliğin artmasına neden oluyor. Öğretmenlerin tutumu çok önemli. Öğretmenlerin bu durumun farkında olup, bunun yanlış, kötü ve cezalandırılacak bir durum olmadığını, mevcut şartlar içerisinde çocukların öğrenmesi gereken bir dil olmasından dolayı öğrenmeleri için yardımcı olmaları gerekiyor. Çocuklarla direk Türkçe konuşmak, aynı sistemi, aynı şartlara, müfredata sokmak hem insani hem de pedagojik değil. Çocuklarda izleri asla silinemeyecek olumsuz izler bırakabiliyor. Çocukların dillerine karşı aşırı negatif tutumu olan öğretmenlerin çocuklarda travma yaratmasına neden olacaktır. Kendinizi ifade edemediğinizde çok ciddi bir travmadır.”