YAZARLAR

Kürdistan ne zaman?

Bağımsız bir Kürdistan’ın, Kürtleri “dış tehditlerle” karşı karşıya bırakacağına dair korku isyanları hiçbir zaman dizginlemedi ama bağımsız Kürdistan, Kürtlerin zihninde hep “korkutucu hülya” olarak kaldı. Ancak artık o “dış tehdit” aktörleri kendi aralarında tarihte benzeri görülmemiş ihtilaflar içinde.

25 Eylül’de, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ani bir geri adımı söz konusu olmazsa Kürtler bağımsızlık referandumu için sandık başına gidecek. Ekonomik, sosyal, etnik, siyasal ve coğrafi açıdan Irak’la sadece kâğıt üstünde bir zoraki “evliliği” olan Kürdistan’ın 25 Eylül referandumunda ezici çoğunlukla “Evet” diyeceği çok açık. Kürtleri bu evliliği sonlandırmaya zorlayan bizzat Bağdat yönetiminin yüzyıla dayanan faşizmi, ırkçılığı, katliam ve aşağılamaları.

Daha 1910’da Abdülselam Barzani önderliğinde gerçekleşen ayaklanmalar silsilesi, yüz yıl boyunca büyük katliamlara, soykırım girişimlerine, aşağılama ve toplu göçertmelere rağmen devam etti. Çünkü Kürtler onurlu bir hayat için talep ettikleri temel haklarının gasbına sessiz kalamazdı.

Şeyh Abdülselam Barzani daha 1910’da Bağdat’a isyan bayrağı çekmiş fakat 1914’te Musul’da idam edilmişti. 1943’te Mela Mustafa Barzani isyana 1943 tarihinde başlamış, 1946’da Partîya Demokrat a Kûrdistan’ı (PDK-KDP) kurmuştu. Bundan bir yıl önce Qazî Muhammed önderliğinde Mahabad Kürt Cumhuriyeti kurulmuş, ancak bir yıllık bu devlet, 1947’de Qazi’nin Tahran yönetimi tarafından idam edilmesiyle ortadan kaldırılmıştı.

BAĞDAT PAKTI VE ANTİ-KÜRT İTTİFAK

ABD’nin desteğiyle Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan, esas amacı Sovyetler’in Ortadoğu’daki etkinliğini dizginlemek olsa da fiilen Türkiye, İran ve Irak devletlerinin anti-Kürt ittifakını sağlayan Bağdat Paktı 1955 tarihinde imzalandıktan sonra bağımsız Kürdistan girişimleri mutlak bir biçimde engellendi. Kürtler tutuldukları hudutlar içinde uğradıkları ağır saldırılara rağmen birbirlerine bile sahip çıkamadı.

Irak Kürtleri, Bağdat Paktı’na karşı ilkin Şeyh Mahmud Berzenci’nin 1956’daki cenaze töreninde protesto gösterisi yaptı. İki yıl sonra, 14 Temmuz 1958’de Kürtlerin de destek verdiği Ulusal Birlik Cephesi Bağdat’a girip krallık rejimini devirince yeni hükümette iki Kürt bakana da yer verildi. Irak tarihine “Temmuz Devrimi” olarak geçen bu gelişmeden sonra Bağdat hükümeti Kürtlere çeşitli vaatlerde; otonomi konusunda bazı beyanatlarda bulundu. Ancak Bağdat yönetimi kısa süre içinde bu vaatlerini geri çekti ve General Abdülkerim Kasım yönetimi Kürdistan’a yoğun askeri operasyonlar başlattı, IKDP güçlerini yasadışı ilan etti.

Ocak 1960’ta Abdülkerim Kasım hükümeti “Partiler ve Dernekler Yasası” çıkararak KDP’nin faaliyetlerine tekrar icazet verdi. Ancak KDP ve diğer sol örgütlerin talepleri kısa süre sonra tekrar operasyonlarla yanıt buldu. General Kasım bu operasyonlarda Türkiye’den de destek aldı. Bu desteği o dönem Bağdat büyükelçisi olan Fuat Bayramoğlu şu sözlerle açık etmişti: “Kasım, komünistlerin baskısına karşı koymak ve Irak’ın bağımsızlığını korumak niyetindedir. Bunu gerçekleştirmek için bizim desteğimize ihtiyacı var.” (Iraklı komünistler Kürtlerin müttefikiydi.)

Aynı yıl Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesi gerçekleşti. Çeşitli Kürt aşiret reisleri ve aileler Çorum, Isparta, Denizli, Antalya, Muğla gibi yerlere sürüldü ve bazı Türklerin hayırla yâd ettiği 27 Mayıs darbesi, Kürtlere acı dışında bir şey getirmedi.

'KÜRTLER GERÇEĞİN EMRİYLE ARAPTIR'

Bağdat’taki General Kasım yönetiminin Kürtlere özerklik tanımamasının en önemli sebeplerinden biri İran ve Türkiye yönetimlerinin baskıları ve içerideki Arap milliyetçileriydi. Bağdat’ın resmi basın organı Es-Sewre gazetesi Kasım’a açıkça “Kürtlerle flört etmeye bir an önce son ver” diyordu. Aynı makale, Bağdat yönetimini “Kürt ulusunu Arapların içinde eritmeye” çağırıyordu: “Kürt, zenci ya da Ermeni ırkına mensup, ama Arap ülkelerinden herhangi birinde yaşayan bir kimse, gerçeğin emriyle Arap’tır.”

Kasım’ın bu basınçtan sonra ulaştığı nokta “Tek millet”ti: “Irak Araplığın son anayurdudur.” Mela Mustafa Barzani bu tür milliyetçi-ırkçı beyanatlara 1962’de şu sözlerle yanıt verdi: “Kürtler, Araplara karşı savaşmak istememektedirler. Sadece Abdülkerim Kasım’ın baskısına direnmekte ve tek bir Irak devletinin çerçevesinde Kürtlerin otonomi haklarını tanıyacak anayasal bir hükümetin kurulması için mücadele etmektedirler.”

Siyasi kariyerini Kürt düşmanlığıyla taçlandıran Kasım, 8 Şubat 1963’te devrildi ve öldürüldü. Darbeci Abdülselam Arif’in başında bulunduğu Devrim Komuta Konseyi de iktidara ilk geldiğinde Kasım’ın yaptığı gibi Kürtlere çeşitli vaatlerde bulundu. Ancak Arif de Kasım’ın anti-Kürt politikasını sürdürdü ve operasyonlara başladı.

Şubat 1964’te Bağdat, Kürtlerin bazı taleplerini kabul etti. Buna göre bazı tutukluların serbest bırakılacağı, Kürtlerin kültürel ve siyasal hakların tanınacağı öngörülüyordu. Tabii bu anlaşmaya da sadık kalınmadı. Bu yıl KDP içinde Talabani ve arkadaşlarının ayrışmasına da tanıklık edildi. Talabani, Barzani’yi Bağdat’ın güdümüne girmekle suçladı ve bin adamıyla birlikte İran’a sığındı. Bu, İran ve bölge ülkeleri açısından olumlu bir gelişmeydi. Kürt hareketi bölünmüştü.

KÜRT KASABI SADDAM’IN SAHNEYE ÇIKIŞI

Abdülselam Arif 1966’da bir uçak kazasında ölünce, yerine kardeşi Abdülrahman Arif cumhurbaşkanı oldu. Kürtlere yönelik kıyım sürdü. Kardeş Arif, kısa süre içinde Kürtlerle bir anlaşma imzalayıp Mela Mustafa Barzani’yle görüşünce Arap milliyetçilerinin tepkisiyle karşılaştı. İki yıl sonra ipler yine koptu: 17 Temmuz 1968’de Baasçı Ahmed Hasan El Bekir’in başkanlığında darbe yapıldı ve Saddam Hüseyin, cumhurbaşkanı Bekir’in yardımcısı olarak sahneye çıktı.

Saddam’ın gölge yöneticisi olduğu Baasçılar iktidara gelip 1970’te Kürt sorununun barışçıl çözümü için deklarasyon yayınlasa da saldırılar 1974’te tekrar alevlendi. Bu isyan-bastırma silsilesini 1986-1989 arasında süren ve 1988’deki Halepçe soykırımını da içeren, ismini Kur’andaki Enfal Suresi’nden alan El-Enfal harekâtı izledi. Kürt kasabı Saddam Hüseyin, yüz bini aşkın insanı bu harekât sürecinde katlederken Kürtlerin imdadına koşan tek bir devlet olmadı. Uluslararası Af Örgütü sadece 1988 yılında 17 binden fazla kişinin kaybedildiğini isimleriyle birlikte kayıt altına aldı. Başta bölge devletleri olmak üzere tüm dünya bu vahşetin lehlerine doğuracağı sonuçların değerlendirmesini yapmakla yetindi.

Uzun lafın kısası, Bağdat’ta her yeni iktidar namzeti işe Kürtlerin desteğini alarak başlarken, devlet yönetimi işine de Kürtlere saldırarak koyuldu. Mesele Irak yönetimindeki kişilerin karakteri değil, bir ulus devletin bir halkı yok ederek kendini yeniden inşasıydı. O yüzden gelen gideni aratmadı. Irak şu an güçlü olsa, Haydar El İbadi’nin General Kasım’dan veya Saddam’dan farklı bir politika güdeceğini düşünmek kendini aldatmak olur.

BAAS KAFALILARIN YENİ BAĞDAT PAKTI ÖNERİSİ

Netice itibariyle 1991 Körfez Savaşı ve sonrasında 2003’teki ABD’nin Irak işgaliyle birlikte Irak sınırlarına hapsedilmiş Kürtler yok edilme girişimleriyle dolu bir tarihi kısmen de olsa arkalarında bırakıp federasyon hakkını elde etti.

Şimdi acılı tarihin kısmi telafisi için yeni bir aşamaya girilirken Türkiye’deki bazı Baas kafalılar yeni bir Bağdat Paktı öneriyor, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin anti-Kürt politikada yeniden bir araya gelmesi gerektiğini salık veriyor.

Tarih boyunca bu dört devlet aynı masaya her oturduklarında, Kürtler için kanlı bir harita çizildi. Oysa artık bu devletlerin aynı suda da aynı kanda da yıkanma ihtimali kalmadı. Bağdat ve Şam’ın acizliği, İran ve Türkiye’nin sıkışmışlığı ortada.

Bağımsız bir Kürdistan’ın, Kürtleri “dış tehditlerle” karşı karşıya bırakacağına dair korku isyanları hiçbir zaman dizginlemedi ama bağımsız Kürdistan, Kürtlerin zihninde hep “korkutucu hülya” olarak kaldı. Ancak artık o “dış tehdit” aktörleri kendi aralarında tarihte benzeri görülmemiş ihtilaflar içinde. Kürtlerin Irak’taki zoraki evliliğe son vermek için 25 Eylül’deki referandumdan vazgeçmeleri halinde bir daha böyle bir fırsat yakalamamaları ise muhtemel. Kürdistan yönetiminin referandumdan geri dönmemesi için tüm Kürt hareketlerinin ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına saygı duyan herkesin yüksek sesli desteği elzem.

Bağımsız bir Kürdistan’ın yapısı, demokratik olup olmayacağı tartışmaları da ancak Kürdistan’ın bağımsızlık ilanından sonra gündeme getirildiğinde anlamlaşabilir. Aksi sadece acılı tarihin sürmesine sebep olur.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.