YAZARLAR

Aldatmak da evliliğe dahil mi?

Tek eşliliğin erkeğin değil toptan insanın doğasına aykırı olup olmadığı uzun ve alengirli bir konu. Evlilik içinde olup bitenlerse bir noktada bence her çiftin kendi bileceği şey. Sene olmuş 2017 iken aldatan kadınla erkeğe apayrı toplumsal suçlama departmanlarında bilet kesilmesi ise hepimizi ilgilendiriyor.

“Bunca yıllık evlilikte böyle bir şey yaşanabilir. Sona ermesi ricasıyla ben bunu unutmaya hazırım. Ama ona gerçekten aşıksan gitmeye de hazırım.”

Bu sözleri iki- üç yıl önce bir arkadaşımdan duymuştum. Evli bir kadınla altı aydır süren bir ilişkisi vardı. Klasik, yazgısı baştan belli kaçak göçek aldatma vaziyeti değil, önü alınamayan bir aşktı bu. Kadın sonunda kocasına durumu anlatmış, karşılığında duyduğu bu sözleri arkadaşıma iletmişti.

“Ricasıyla,” demiş. “Rica demeyeydi iyiydi, rica demiş.” Arkadaşım birkaç kadeh içkinin de katkısıyla iyice duygusallaşmış, bunu tekrarlayıp duruyordu. Bu ifşa karşısında adam bağırsa çağırsa, gelse onun kapısına dayansa daha iyi hissedecekti. Bu kadar olgun, böyle beyefendi bir adamın elinden karısını alamazdı.

Arkadaşım iyi eğitimli ve olabildiğince incelmiş yapıda bir adam olmasa bu tavrı bambaşka biçimde değerlendirebilirdi. Toplumsal erkeklik tanımlamalarımıza göre karısının ihanetini böyle karşılayan bir erkek bildiğin “yumuşak”tır, “gavatlığın” kitabını yazmıştır. Kadına el kaldırmayacak olgunluğu gösterse bile o cam çerçeve bir inmeli, o acile bir şekilde gidilmelidir. “Kıskanmak aşkın kanununda var”dır, böyle sevmek mi olur Allasen!

O gece arkadaşımın, bu ruh yüceliği karşısında kalp şeklinde çelimsiz bir yumruk kadar kalan aşkı için bir miktar gözyaşı döktük. Hüzün fazlamız ziyan olmasın diye memleketin haline, Philip Seymour Hoffman’ın ölümüne, hatta hızımızı alamayıp Andersen’in Kibritçi Kız’ına da biraz ağladık. Bildiğim kadarıyla akabinde de sevdiği kadından ayrıldı.

Sonrasında düşündüm. Arkadaşım erkek değil kadın olsaydı bu sözler yine bu kadar içe dokunur muydu? Kadının aldatılmayı “sineye çekip” evliliği sürdürmesi çok beklenen bir hareket bizde.

ERKEKLERE BİRBİRİNİ KOLLAMA, KADINLARA REKABET ÖĞRETİLİYOR

Bir erkek bu durumda “öteki” erkeğe ezici bir suçluluk hissederken kadınlarda durum pek öyle de olmuyor. Erkek kültürü birbirini koruyup kollama, sözsüz dayanışma üzerineyken kadınlara beş yaşından beri hemcinsle rekabet öğretiliyor çünkü. Önce cici kız olup babanın gözdesi olma, sonra hayatının erkeğini bulma ve elde tutma… Ömür boyu süren bezdirici ve rekabetçi bir mesai.

“Padişah” tahtta oturur, kadınlar göze girmek için gülümseyerek birbirini yer. Doğduğundan beri “ağasın, paşasın, aslansın, kaplansın”larla yetiştirilmiş biri kendini niye zora soksun ki? Erkeğin varlığı başlı başına bir lütuf zaten. Sen kadınsın, küçük düşün, dar alanda entrika kur, kedi gibi yaşam alanını yavaş yavaş genişlet. Minik pençeni o evlilik cüzdanına geçirmeyi başarırsan da asla bırakma kızım, deli misin. Herkese yetecek kadar iyi erkek yok.

Toplum kadınları dev bir hareme hapsediyor özetle ve farkında olunsa da olunmasa da alttan alta bir itiş kakış hali ömür boyu sürüyor.

Gelelim bu konuya girmeme neden olan haberlere… Şahsi açıdan çok zor bir hafta geçirdim. Düne kadar pek haber maber bakacak halim olmamıştı. Ama müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesine dair yasa tasarısı ve Hayrettin Karaman’ın sigara içen başörtülü kadınlara dair gürültü koparan açıklaması gözüme bir çarpmıştı tabii.

Dün de Murat Başoğlu’nun teknede bir kadınla öpüşme görüntüleri üzerine eşi Hande Bermek’in yaptığı açıklamayı gördüm. “Bu deneyimi sevgiyle kucaklıyorum,” demişti. Bir yandan her kesimden kadınları hedef alan yeni söylemler türer, kadınların başına yeni çoraplar örülürken bir yandan da “Allah’ım bu kadınlara neler oluyor”du! Gündemde kırk tilki varsa kırkının da kuyruğu büyük tabloda mutlaka birbirine değiyordu.

tekne

ÜNLÜ ERKEKLERİN SUÇÜSTÜ HALLERİ

Murat Başoğlu’nu tanıyor olmalısınız, eski sabah şekeri, meşhur sunucu. Çeneli, yakıcı bakışlı, kaslı kişi. Türk Mr. Incredible’lardan. Kendisiyle birkaç yıl önce bir proje için görüşmüştük. O görüşmelerde olumlu anlamda “düz”/direkt biri olduğu izlenimi edinmiştim. Böyle talihsiz bir suçüstü vaziyetinde Oscar Wilde’dan alıntı yapıp durumu kurtarmasını beklemezsiniz yani, buna paralel olarak. Nitekim yapmamış da. Onun yerine sırasıyla yeğeni-kuzeni olduğu iddia edilen kişiyi önce hiç tanımadığını, sonra adının Olga olduğunu, soyadını bilmediğini söylemiş. Şöyle bir paragraf var ortalarda:

“Özür dilesem de affı yok. Anlık bir şeydi, olabilir. Her erkeğin başına gelebilir. Hiç tanımazsın birini, yarım saat sonra teknende olur, bir şey yaparsın onunla, sonra da iner gidersin, o arada bu olur.”

Hımm. Duyduğum en iyi suç üstü mazereti değil kesinlikle. “Karınız sizi yatakta başkasıyla yakalasa bile külliyen inkar edeceksiniz, bi saniye, bu ben diilim diyeceksiniz!”den bile bir tık kötü hatta.

Başoğlu’nun açıklamasını okuyunca akla Kaya Çilingiroğlu’nun, fındık üstüne fındık kırdıktan sonra “Kaya Bey, Ferrariniz yeni mi?” sorusu üstüne “Siz Feraye’yi nerden biliyosunuz” diyerekten kendi eliyle kendini yakalatması geliyor ister istemez. Bu aldatma işi seri bir hal alınca direkt IQ’dan mı yiyor, beyne gitmesi gereken kan başka yerlere mi gidiyor yoksa suçluluk duygusu erkekleri çocuksulaştırıyor mu acaba, bilemiyorum.

Dönen yeğen iddiaları korkunç ama kanıtlanmadığına göre bunu eski usül, “basit” bir aldatma vakası olarak görmek ve temelde özel hayata dair, muhataplarını ilgilendiren bir mevzu olarak kapatmakta yarar var. Konumuz Murat Başoğlu’nun ihaneti değil yani. Ama iki şey var.

İlki, hep cepte olan “ama ben erkeğim, biz böyle teknede öpüşmeli aldatmalı şeyler yaparız, niye üstüme geliyosunuz ya….” vaziyeti. İkincisi de eşinin bu deneyimi sevgiyle kucaklaması.

ERKEĞİN DOĞASI MESELESİ

Bu erkeğin doğası meselesi, “erkek mümkün olduğunca çok dişiyi döllemeye programlanmış, kadınsa en iyi genleri bulup yapışmak üzerine,” masalı o kadar çok pompalanıyor ki. Bu gibi şeyleri duyunca gözümün önüne kamu spotlarındaki sperm animasyonları geliyor. Amaca ulaşmak için koşuşturan cevval spermler hani. Bahsedilen erkeğin kafasını animasyonda spermin yerine yerleştirip gülmemi zor tuttuğum olmuştur.

Açıkçası ben erkek ve kadının bu konuda birbirinden çok da farklı olduklarına inanmıyorum. Tüm hayatımızı temel üreme alışkanlıklarının şekillendirdiğine de. O kadar doğaya ineceksen yemeği de çatal bıçakla yeme. Kültür, medeniyet dediğimiz şey bir yönüyle de insan doğasını bir şekle şemale sokma uğraşı değil mi? Aç kalınca başka bir canlının ensesine dişlerimizi geçirmediğimiz gibi verdiğimiz sözleri de tutmaya çalışıyoruz işte. Erkek ya da kadın olarak, hayatımızdaki insana ilkece sadık kalmaya çalışıyoruz. Aşkın harlı zamanlarında (kabaca ilk üç yıl) bu daha kendiliğinden oluyor, insanın gözü pek başkasını görmüyor. Sonrasında bir miktar emek, özen ve “söz vermiştim,” hatırlatması gerektirebiliyor. Verilen söz türlü nedenlerle tutulamaz hale geldiğinde, ihlaller seri bir hal almaya başladığındaysa yallah avukata! Boşanma denen olgu bu gibi durumlar için icat edilmiş.

Tabii bunlar ideal olanı. Gerçek hayatta kazın ayağı öyle olmayabiliyor. İnsanlar bu gibi durumlara rağmen bir arada kalmayı tercih edebiliyorlar. Bunu da yargılamayı sevmiyorum. Hayat, “hayatta olmaz” denen şeylerin toplamından ibaret. Her insan belli koşullar altında aldatabilir, aldatılabilir, tabaktaki son fıstığı yiyebilir hatta adam öldürebilir.

Bence iyi insanı kötü olandan ayıran şey tüm bunlara dair “ben n’aslaağ yapmam” beyanı değildir. Belli koşullarda bal gibi hepsini de yapabileceği konusunda kendine karşı dürüst ve hayatın riskleriyle kazalarının farkında olma hâlidir.

Tabii sorun burada aldatmak değil, yakalanmak. En rahatsız edici şey de bu toplumsal ikiyüzlülük. Gizli gizli yapılan her şeyi hoşgörüp açığa çıkanın üstüne çullanmaya teşne zihniyet. Kapı aralığında yaşanan vaziyetleri, anlık “şeytana uymaları”, hatta tacizi tecavüzü itinayla sümen altı etmek. Toplumca onaylanmamış bir çerçevede aşık olmayı ise mesela, enayilikle delilik arasında bir yere oturtan berbat anlayış.

Çifte standardın esas vurucu ucunda da kadınlar var. Paşa, padişah, kaplan, aslan ve bilumum tüylü, pençeli, tahtlı, kürklü şey yakıştırılan erkeğin aldatması doğal hak olarak görülürken aynı şeyi kadın yapıp da erkek “affettiğinde” fazladan bir santim beleren gözler.

Hande Hanım’ın “bu deneyimi sevgiyle kucaklıyorum,” cümlesi kulağa trajikomik gelse de tipik bir ne diyeceğini bilememe hâliyle kişisel gelişim mottoları buluşması aslında. Bunu yazmıştım, o kadar çok kanaldan kulaklara böyle pozitiflik yumağı cümleler üfleniyor ki, beraberce uçacağız yakında. Ünlü kadınların benzer durumlarda verdiği tepkilerin çoğundan kötü değil yani, düşününce.

hulya

Olay üzerine Pucca Hürriyet’te yazmış, farklı gazete ve internet sitelerinde de galeriler açılmış, ünlü aldatmalar dökülmüş. Yirmi vakadan on dokuzunda aldatan erkek. Kadınlar Hülya Avşar- Kaya Çilingiroğlu meselesindeki gibi artık görmezden gelinemeyecek bir hâl alana kadar mevzuyu sümen altı etmiş. Ya da Erdal- Emel Acar örneğindeki gibi, “erimdir, yapar eder yine bana döner o,” demiş. Erkeğin kromozom yapısı, spermlerini saçma ihtiyacı gibi şeyler de yine kadınlar tarafından gerekçe olarak gündeme getirilmiş.

TEPEMİZDEKİ ERİL ERİL KARA BULUTLAR

Tek eşliliğin erkeğin değil toptan insanın doğasına aykırı olup olmadığı uzun ve alengirli bir konu. Evlilik içinde olup bitenlerse bir noktada bence her çiftin kendi bileceği şey. Sene olmuş 2017 iken aldatan kadınla erkeğe apayrı toplumsal suçlama departmanlarında bilet kesilmesi ise hepimizi ilgilendiriyor. Muhafazakar bulutlar giderek tepemize binerken bu “erkeğin elinin kiri,”, “aldatmayan erkek mi olur,”, “onlar zati çokeşli doğaları gereği,” gibi söylemlerin kadın eliyle yaygınlaştırılmaya devam edilmesi de öyle.

İnsanın canı yanabilir. Canını yakan kişiyi sevmeye devam edebilir, açığa çıkmış aldatılmayı birden fazla kez kabullenebilir de. “İnsanız, olur böyle şeyler,” hatta “ne yapayım, seviyorum,” daha insani açıklamalar bana göre. Bunun bir nevi başarısızlık gibi, bir adamı elinde tutamamak gibi algılanması korkusuyla erkeğin çokeşliliği kartını öne sürmenin hiç gereği yok. Yeterince şaha kalkmış halde değilmiş gibi habire “kışkırtılan erkeklik, bastırılan kadınlık”, esas sorun… “Madem bu gerçeği o kadar kabulleniyorsunuz, dört eşin nesi var?” denince ne denecek bu durumda?

Müftülüklere nikah yetkisi de kapıdayken hele, zihinlere bir ayar çekmenin zamanı gelip de geçmedi mi? Bu tür erk-ek egemen söylemlerin nerede, nasıl üretilirse üretilsin hep dönüp dolaşıp kadın hayatı, özgürlüğü, kazanımlarına patlayacağı unutulmamalı. Bize dokunmayan yılanlar bin yaşamamalı.

Dokunuyordur belki de, hâlâ farkında değilizdir.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.