YAZARLAR

'Yüzde 26': Politik hafızanın hepten dumura uğraması

“Milli İrade” merkezli söylevlerden illallah getiren toplum bunun yerine “Yerli ve Milli” Asena iradesini koyacak değil herhalde? Peki ya koyarsa?

Meral Akşener ve Ümit Özdağ, sonbaharda tabelası asılacak olan partileri için açıklama yapıyorlar: “Yerel, milli ve merkez bir parti olacak.” Partinin adıyla ilgili olarak şu not da düşülmüş: “MHP’yi çağrıştıracak (biçimde) ‘milliyetçilik” ifadesi kullanılmayacak.”

Güzel bir seçim doğrusu. “Milli” ama “milliyetçi” değil.(!)

Konuya ilişkin medyaya yansıyan şu bilgileri de ekleyelim: “Kürtçülük yapılmayacak ama Kürtlerden de oy alınacak. Alevicilik yapılmayacak ama Alevilerden de oy alınacak”.

Sakınılacağı söylenen “kötülükler” içinde yer alan “Kürtçülük”e fazlasıyla aşinaydık ama “Alevicilik” sakıncası gerçekten yepyeni bir şey…

Bitmedi, arkası da var: “Partiyi tanımlarken ‘sağ’ ifadesinden özellikle kaçınacak yeni parti oluşumunda “aynı bayrak altında, ortak vatanda birlikte yaşam” vurgusu yapılacak.” Yani “merkezde” bir parti.

Partinin benimsediği “yol haritası”nın en dokunaklı faslı da şöyle bir şey: “Akşener üzerinden söylem de üretilmeye başlandı. Türkiye’nin son yıllardaki en önemli sorunu olarak nitelendirilen ‘kutuplaşma ve ötekileştirme’ karşısında ‘ana şefkati ile kucaklama’ bu söylemlerden sadece biri.”

Düşünebiliyor musunuz? “Ana şefkati” ve “Meral Akşener”?

Yakınlarda ortaya düşen bir haber Akşener’in oy oranını yüzde 26 olarak veriyordu. Demek ki ülkede olmayan politika sonunda bu yola da girdi…

Bir yılı aşkın bir süre önce yayımladığım bir yazıda ("Milli irade’den kaçarken ‘ülkücü irade’ye yakalanmak! / Diken) o günlerde henüz MHP içinde (kongre meselesi dolayısıyla) muhalefet eden Akşener hareketini gördüğü büyük ilgiden dolayı (Cumhuriyet gazetesinin “Asena iktidara meydan okuyor” baş sayfa manşetini hatırlayın) değerlendirmeye çalışırken şu ara başlığı da kullanmıştım: ‘Akşener’i hatırlamıyor musunuz?”

Ve bu ara başlık altında sayfanın izin verdiği ölçüde şu hatırlatmayı yapmışım: “Hatırlıyorsunuzdur muhakkak çünkü üzerinden yirmi yıl ancak geçti: Akşener’i Çiller’in İçişleri Bakanı olarak hatırlamıyor musunuz? Akşener’i ‘özel kuvvetler’ üniformaları içinde hatırlamıyor musunuz? Bugünleri yirmi yıl önceden müjdeleyen bir biçimde  'Meclis’te PKK’nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis’in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz' diyebilen – ve dediğini de yapan- bir Çiller’in İçişleri Bakanı… Akşener’in ‘Ermeni dölü’ şeklindeki faşizan nitelikteki açıklamasını ve karşılaştığı tepki üzerine, 'Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri değil, genel olarak Ermeni ırkını kastettim' diyerek işi daha da ileri safhaya taşıyan sözlerini hatırlamıyor musunuz? ’90’lı yılların’ faili meçhulleri, Susurluk’un meçhul olmayan failleri, İstihbarat Dairesi Başkanlığı operasyonları (…) Bütün bunlar size dört dörtlük bir ‘portre’ çizmek için yetmiyor mu? Unutmayın, karşınızdaki şahsiyet  bir ‘Asena’dır…”

Akşener’in çok yakın bir tarihte şu açıklamayı yaptığını biliyorsunuz: “Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada 'Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur' diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum."

İsterseniz, düne giderek bu açıklamayı eskilerden bir örnekle zenginleştirelim: Akşener, Çiller’in İçişleri Bakanı olarak dönemin Emniyet Genel Müdürü’nü gecenin yarısında görevden alıp yerine son hızla bir başkasını atadığı harekâtını -dönemin Milliyet gazetesine- “Ben bakanım” diye başlayarak şöyle açıklıyordu: “Ben bir siyasi tasarrufta bulundum, bir arkadaşımıza geçici görevlendirmeyle bir ilde görev verdim. Bir diğer arkadaşımızı da geçici görevlendirmeyle Emniyet Genel Müdürlüğü'ne getirdim. Bunun kanunsuz, hukuka aykırı bir tarafı yoktur. Hukukçulara danışarak yaptığım kanunun, Anayasa'nın bana tanıdığı bir haktı. Bir siyasi irade kullandım. Bu sabık arkadaşımız bu göreve gitmeyeceğini söyledi.”

Bu “tasarruf” size de “KHK”leri hatırlatmıyor mu? Sonuç olarak “Bir siyasi tasarruf” yani…

Bu ülke sizce de çok kadersiz bu ülke değil mi? Yargısız infazlardan, faili meçhul cinayetlerden, Susurluk -musurluk gibi çetelerin at oynattığı olayların yoğun şekilde yaşandığı Çiller döneminin bir “İç İşleri Bakanı” dönüp dolaşıp (medyanın da himmetiyle tabii ki) milleti “ana şefkati ile kucaklamak” için tekrar karşımızda…

Haksız mıyım? Bir cumhuriyette –ve bunca yıl sonra- politika denilen o muhteşem alan bu derece mi tabana vurur?

Şimdi okuyacaklarınızı biliyorsunuzdur ama ben yine de hatırlatacağım. Akşener’in başbakanı Tansu Çiller, uzak olmayan bir tarihte, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nun sorularını yanıtlarken Komisyon’un “Öldürülecek Kürt iş adamları listesini niçin açıkladınız?” sorusunu bakın nasıl cevaplıyordu: “Evet, böyle bir liste geldi önüme. Tahmin ediyorum ki İçişleri Bakanlığı’ndan geldi. MGK’da da bu tarz birtakım işadamlarının finansman için tehdit edildiği ve zorla para toplandığı ifade edildi. Bu çerçevede, o gün, hatta o anda önüme gelen bir listeydi. ‘Kimse buna boyun eğmesin, biz bunları koruruz. Kim bunu yapıyorsa bunları da önleriz... Bu işadamları tehdit ediliyorsa korkmasınlar...’ Verdiğim mesaj buydu.”

Bu cevabın ardından başbakanımız çok iyi “artist” olduğundan başlıyor gözyaşı dökmeye. Bu sırada araya giren “‘Haraç alınan’ dediğiniz insanlar tek tek öldürüldü. Siz hesap sormak için ne yaptınız?” sorusunu (yine gözleri dolarak) şöyle cevaplıyor: “Ben anayım. Beni nasıl bununla itham edip bağlantılı olarak düşünebilirsiniz? Bunları öldürmüşüm gibi nasıl düşünebilirsiniz? Yeniydim nereden bileyim çeteleri?(…) İçişleri Bakanı ‘Onlar birbirini öldürüyor’ diyordu.”

“Ana şefkati” yani…

Çiller’in Komisyon’a bu yanıtlarını okuyunca siz ne düşünürsünüz bilemem ama ben bu tutanaklar ilk yayınlandığında olduğu gibi şimdi de “Besbelli ki memleket böyle bir başbakanın yönetiminde olan bir ‘yürütme’nin elinden canını gerçekten zor kurtarmış…” diyorum. Gözyaşlarına eşlik eden yalanlar, yalanlar, yalanlar…

Çiller, DEP milletvekillerinin kameraların önünde aşağılanarak Meclis’ten atılmalarına çok “üzülmüş” ve “kızmış”: “Ben o gözaltına alma şekline çok üzüldüm, çok da kızdım açıkçası. Elimizde raporlar vardı. Bunların (dikkat edin “bunlar”!) terörle bağlantıları oldukları, cinayet işleyenleri sakladıklarına ilişkin olarak istihbarat raporları vardı. Ben gereğini yapmak üzere adalete teslim ettim.”

Görüyorsunuz; daha “dün” denebilecek bir yakın geçmişte devlet kimlerin eline geçmiş… Alınan canları, çekilen çok büyük acıları unutmayarak bu dönemin geride kalmasına ilişkin olarak “Toplum olarak verilmiş sadakamız varmış” desek yanlış mı olur?

Sır olmayan bu bilgileri niçin mi hatırlatıyorum? Bazı açıklamalarıyla hatırlamaya çalıştığımız bir başbakanın kabinesindeki dönemin içişleri bakanı bugün ülkenin politik hayatında (hem de iddialı mı iddialı olarak) bir kere daha rol almaya çabalıyor ya da Cumhuriyet’in bir yıl kadar önceki manşetini tekrarlayarak söyleyecek olursak “Asena iktidara meydan okuyor”.

Noktayı bir yıl kadar önce yayımladığımı söylediğim yazının başlığını biraz zenginleştirerek koyayım:

“Milli İrade” merkezli söylevlerden illallah getiren toplum bunun yerine “Yerli ve Milli” Asena iradesini koyacak değil herhalde? Peki ya koyarsa? O takdirde toplum “kendim ettim kendim buldum” türküsünü çığırmayı hak ediyor demektir zaten... Başka ne diyeyim?

.