YAZARLAR

Üniversiteler için Tercih Kılavuzu

Bu yazıyı yazma sebebim yalnızca ifade özgürlüğünü kullandığı için çok sevdiği işinden ve kamu hizmetinden men edilmiş bir akademisyen olarak bir tür kamu hizmeti vermek ve üniversitelerin vaat ettikleri ‘özgürlük’, ‘katılımcılık’, ‘evrensellik’ idealleri ile gerçekte sundukları arasındaki yaman çelişkiyi göz önüne sermek.

Yine bir ‘tercih dönemi’nin başlamasıyla birçok üniversite öğrenci kaydetmek için çeşitli vaatlerle reklamverenler furyasına katıldı. Sadece özel üniversitelerin değil, en iyi öğrencileri kapma yarışındaki devlet üniversitelerinin de tanıtım filmlerine, ilanlarına rastlamak mümkün bugünlerde. Televizyon ekranlarında, internette, gazete sayfalarında gördüğümüz bu reklam ve tanıtım filmleri gerçekten de pek eğlenceli, özgür, kendinizi geliştirebileceğiniz, dilerseniz eğitiminizi yurtdışında tamamlayabileceğiniz, en iyi hocalarla bir araya gelip mezun olduğunuzda iş bulma garantiniz olduğu için öğrenciliğin tadına doya doya varabileceğiniz, yok ben özel sektörde çalışmak istemiyorum diyorsanız henüz lisansınızın üçüncü sınıfındayken doktoraya başlayarak ya da yüksek lisansınızı yaparken aynı zamanda doktoranızı da yaparak parlak bir akademisyen olma yolunda hızla ilerleyebileceğiniz bir üniversite ortamı vaat ediyorlar. Üstelik bunlara 5600 TL’dan başlayan fiyatlarla erişebileceğinizin bilgisi de cabası. Hemen hemen hepsi katılımcı, liberal, özgürlükçü, evrensel değerlere uygun, çağdaş bir eğitim verdiklerinden, uluslararası bağlantılarından, projelerinden, akreditasyonlarından söz ediyorlar. Aralarında pek eğlenceli olanları da var; laboratuvar, stüdyo, atölye, kütüphane, derslik, spor salonu, müzik odası, öğrenci yurdu vs. görüntüleri eşliğinde ardı ardına sıraladıkları büyük laflar ve klişelerle bu kadar uzun filmi kim neden izlesin diye düşündürenler de… Bazıları ise kültürüne, milletine, milli değerlerine bağlı, ecdadına sadık öğrenciler yetiştireceğiz vaadiyle misyonlarından ve vizyonlarından söz edip bu okullara yüklü paralar yatıracak velileri cezbetmeye çalışıyor…

Öğrencilerin veya velilerin üniversite tercihlerinde bu filmlerin ne kadar etkili olduğunu bilmek zor. Yine de bunların vaat ettiği eğitim ortamının yalnızca özel üniversitelerin değil, neoliberal üniversiter ortamda adeta birer özel işletmeye dönüşmeye zorlanan kamu üniversitelerinin de üniversite eğitiminden ne anladığını ortaya koyması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yazıyı yazma sebebim ise yalnızca ifade özgürlüğünü kullandığı için çok sevdiği işinden ve kamu hizmetinden men edilmiş bir akademisyen olarak bir tür kamu hizmeti vermek ve bu üniversitelerin vaat ettikleri ‘özgürlük’, ‘katılımcılık’, ‘evrensellik’ idealleri ile gerçekte sundukları arasındaki yaman çelişkiyi göz önüne sermek.

Tanıtım filmlerine geçmeden önce geçtiğimiz ay ABD ve Avrupa ülkelerinden çok sayıda tanınmış akademisyenin imzasıyla yayınlanan bir boykot çağrısını yeniden hatırlamakta fayda var. Söz konusu çağrı, ‘Türkiye üniversitelerindeki suçlara ortak olmayın’ başlığını taşıyor. Çağrının kapsamında akademik özgürlükleri ve yükseköğrenimin uluslararası normlarını ihlal eden YÖK ve TÜBİTAK’la bütün işbirliklerinin askıya alınmasının yanı sıra “istihbarat kurumlarının üniversitelerdeki uzantısı olarak suç ortaklığı” yapan rektörlerle ve üniversitelerle yapılmış olan bütün araştırma ortaklıklarının ve işbirliklerinin de askıya alınması bulunmakta. Listede yer alan 115 üniversitenin arasında çoğunlukla ihraçlardan sorumlu devlet üniversitelerinin adını görmek mümkünse de barış imzacılarının sözleşmelerini yenilemeyerek işsiz kalmalarına yol açan özel üniversitelere de yer verilmiş. Çağrının yayınlandığı tarihten bu yana yeni ihlallerin ve ihraçların gündeme geldiğini, dolayısıyla bu listenin güncellenmesi gerektiğinin altını çizerek devam edelim.

Dünyaca ünlü pek çok bilim insanının imzaladığı boykot çağrısında rektörlerin üniversite personelini ve öğrencileri hükümet karşıtı olduklarından şüphelenilen akademisyenlere karşı muhbirlik yapmaya teşvik ettiğinden, YÖK ve rektörlerin MİT ve polisle işbirliği içinde ihraç edilecek akademisyenleri belirlediğinden söz edilmekte. Çağrının ekinde yer alan raporda “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalayan akademisyenlerin bildirinin yayınlanmasından itibaren maruz kaldıkları hak ihlallerinin bir dökümü de yer almakta: Hedef gösterme ve hakaretlerin yanı sıra üniversite yönetimleri tarafından usulsüz soruşturmaların açılmasından görevlendirmelerin, proje ödeneklerinin ve bursların iptaline, kadro başvurulanın reddedilmesine, sözleşmelerin yenilenmemesine ve nihayetinde KHK yoluyla ihraca kadar varan ihlaller ayrıntısıyla sıralanıyor. Listeye bakıldığında bu ihlallerin OHAL’in ilanından çok önce başladığı, esas itibariyle hiçbir zaman tam olarak özgür olmayan üniversiter yaşamın Barış için Akademisyenler bildirisinin imzacıları için bu bildirinin yayınlanmasından itibaren açık bir mobbing sürecine dönüştüğünü görmek mümkün.

Gelelim boykot listesinde yer alan ve akademisyen kıyımında önde giden üniversitelerin yeni kayıt yaptıran öğrencilerine ne vaat ettiğine. Her birinin tanıtım filmine tek tek bakmak mümkün değilse de, birkaç tanesini izledikten sonra özellikle devlet üniversitelerinin belli bir şablonu yinelediklerini görmek mümkün. Videolar, genellikle üniversite yaşamından çekilmiş fotoğraf karelerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir mozaik görüntüsüyle başlıyor, bu mozaik açılınca laboratuvarların, dersliklerin, kütüphane ve peyzaj düzenlemesine dair görüntülerin oluşturduğu arkaplan eşliğinde mutlu ve gururlu öğrencilerin görüntüleri ile karşılaşıyoruz. Bazı videolarda öğrenciler, seçimlerinin ne kadar doğru olduğunu anlatıyorlar. Örneğin 100’e yakın barış akademisyenini ihraç eden, bir o kadar öğrenci hakkında da soruşturma açan, kendi öğretim üyesini ve öğrencisini terörist ilan edip polisin kampüslerdeki varlığını olağan hale getiren Ankara Üniversitesi’nin tanıtım filminde bir öğrenci burada bulunma nedeninin kendisini özgürce ifade edebilmesi olduğunu açıklıyor. İhraçlardan sonra birçok ders hocasız, yüksek lisans ve doktora tezi danışmansız kalmış, derslere asistanlar girmeye başlamışken tanıtım filmindeki öğrenci göğsünü gere gere fark yaratmak için Ankara Üniversitesi’ni seçtiğini belirtiyor; burada kendini özgürce ifade edebildiğinden, istediği yolda olmak istediği kişi olduğundan söz ediyor. Filme bakarsanız, özgür, özgün ve öncü olan Ankara Üniversitesi’ni ne yapmak istediğini bilen öğrenciler seçiyor.

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladığı için, yani sadece ifade özgürlüğünü kullandığı için ihraç ettiği 24 Barış Akademisyeni arasında İbrahim Kaboğlu’nun da bulunduğu Marmara Üniversitesi’nde de durum farklı değil. Tanıtım filminde bu üniversiteye kaydolan öğrencilere göz kamaştırıcı bir kariyerin yanı sıra “özgür ve eleştirel düşünceye sahip bireyler” olarak yetişecekleri de vaat ediliyor. Karar alma süreçlerinin her aşamasında aktif rol alacaklarından, evrensel değerlere saygılı gençler olacaklarından, adalet ve hukuk kurallarını en üst sırada tutan hukuk temsilcileri, siyaset ve kamu yönetiminde kanaat lideri siyaset uzmanları olacaklarından söz ediliyor. Yok, yanlış okumadınız, eğer bu üniversitenin hukuk fakültesinden mezun olursanız cübbesine düğme diktiren değil, adalet ve hukuk kurallarını en üst sırada tutan ‘hukuk temsilcisi’ olacaksınız. Dünyaca ünlü bir hukuk profesörünün ihraç edilmesi sadece bir teferruat olsa gerek. Yalnız, bir siyaset bilimci olarak söylemeden geçemeyeceğim, üniversitenin siyaset bilimi okuyacaklara vaadi pek daha bir afilli: Bu bölümü bitirenler hem siyaset uzmanı hem de kanaat lideri oluyorlarmış, meraklısına duyurulur. Tam olarak ne iş yapacaklar derseniz, sanırım havuz kanallarındaki tartışma programlarına çıkıp ahkâm kesenler arasında yer alıyorlar. Bir ara, gazetecilik bölümüne kaydolan her öğrenci mezun olduğunda köşe yazarı olacağını sanıyordu. Her halde onun gibi bir şey; tek farkı bunun üniversitenin resmi tanıtım videosunda yer alıyor olması.

Filmleri izlemeye devam ediyorum. Geçtiğimiz günlerde bir bölüm başkanının Topluma Hizmet Uygulamaları dersinden kalan öğrencilerine Mehmetçik Vakfı, 15 Temmuz Şehitleri ve Gazileri Vakfı ya da Kızılay’a 100 TL bağış yapmaları karşılığında dersten 100 puan alarak geçecekleri açıklaması ile gündeme gelen Ege Üniversitesi’ne bakalım. Aralarında Melek Göregenli, Nilgün Toker gibi alanlarında çok önemli çalışmalarla tanınan isimlerin de bulunduğu 9 Barış Akademisyeni’ni ihraç eden Ege Üniversitesi bir yandan yenilikçi, nitelikli, deneyimli eğitim ve araştırma kadrosuyla, ödüllü ‘yetkin bilim insanlarıyla’, TÜBİTAK’a en çok proje öneren üniversite olmakla övünürken, bir yandan da ne kadar da çok yönlü, araştırıcı ve üretken bireyler yetiştirdiğinden söz ediyor.

Barış akademisyenlerinin sözleşmelerini yenilemeyerek, açığa alarak ve nihayetinde 21 imzacı akademisyeni ihraç ederek akademik özgürlükler konusundaki kararlılığını sürecin en başından itibaren gösteren Mersin Üniversitesi de tanıtım filminde kendisini bir evrensel değerler yuvası olarak tasvir etmekten geri kalmıyor. Filme göre çağdaşlığın ve bilimin ışığında bir dünya üniversitesi olan bu üniversite, kuruluşundan itibaren akademik kalitesinden ödün vermeden çalışmakta ve öğrencilerini ‘dinamik, özgür düşünen birer birey olarak yetiştirmekte’. ‘Aklın ve bilimin ışığında özgür bir akademik ortam sunduğunu’ belirtmekten de geri kalmıyor elbette.

Teker teker hepsini sıralamaya gerek yok. Aşağı yukarı, akademisyen kıyımında en önde giden üniversiteler, tanıtım filmlerine bakacak olursak özgür bilim ortamı, evrensel değerler, uluslararası akreditasyon kapasitesi, çağdaşlık, eğitim kalitesi ve akademik kadrosunun ne kadar nitelikli olduğu konusunda birbirleriyle yarışır durumdalar. Özel üniversitelerde de durum farklı değil. Sadece şöyle bir örnek vermekle yetineyim. Geçtiğimiz günlerde Koç Üniversitesi düzenlediği bir çalıştayda sunulmak üzere kabul edilen iki bildiriyi içeriğinin zülfü yâre dokunabilme ihtimali nedeniyle “içinde bulunulan siyaseten hassas koşullar” açıklamasıyla programdan çıkardıktan sonra gelen tepkiler üzerine özür dileyerek çalıştayı iptal etmek zorunda kaldı. Barış akademisyenlerine disiplin soruşturması da açan ancak henüz bu soruşturmayı sonuçlandırmadığı için boykot listesinde yer almayan Koç Üniversitesi’nin 17 dakikalık tanıtım videosunu izlediğinizde bir öğrencinin şu sözleriyle karşılaşacaksınız: ‘Farklı görüşlerden farklı ideolojilerden arkadaşlarımız, hocalarımız var gerçekten, hiçbiri herhangi bir kliği temsil etmeden görüşlerini özgürce ortaya koyabiliyor. Burada rahat bir tartışma ortamı var, üniversitenin olması gerektiği gibi…”

Yukarıda söz ettiğim boykot çağrısı, uluslararası bağlantılarıyla ve akademik özgürlüklere, evrensel bilimin değerlerine ne kadar önem verdikleri ile övünen bütün bu üniversitelerin gerçek yüzünü ortaya çıkarıyor. Çağrı uluslararası camiada yanıt bulduğu ölçüde böbürlendikleri o anlaşmalar, projeler, uluslararası işbirlikleri sıkıntıya girecek. YÖK bu tehlikenin farkına varmış olmalı ki geçtiğimiz günlerde üniversitelere bir yazı yazı göndererek OHAL sonrasındaki uygulamaların uluslararası platformlarda çarpıtıldığını savundu ve üniversite yönetimlerine yurtdışında bulunan akademik kamuoyunu 15 Temmuz darbe girişimi hakkında bilgilendirmesi talimatı verdi. Bu yazı, aynı zamanda akademik camianın devletin yanında durması gerektiğinden söz ediyor ve akademisyenlerin yurt dışındaki arkadaşlarını bilgilendirmeleri için teşvik edilmesini istiyordu. Üniversitelerimiz şimdiden gelecek seneki tanıtım videolarına ‘devletin yanında duran’ öğrenciler ve akademisyenler yetiştirecekleri vaadini eklesin. Dünya üniversiteleri nezdinde akreditasyonu olur mu bilemiyorum ama ‘Yeni Türkiye’ tipi akademik özgürlük nosyonuna katkısı olacağı kesin.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.