YAZARLAR

Ne istiyoruz? Adalet! Vermeyecekler!

Gülmen ve Özakça’nın önündeki en büyük zorluk, adil bir düzenden yoksun olduğu için adil bireyler ortaya çıkaramamış olan bir coğrafyada, insanların böylesi bir sınavdan başarılı çıkıp çıkmayacağını çok dar bir zaman içinde sınıyor olmaları. Zaman sadece Gülmen ve Özakça için değil, asıl bizler için daralıyor!

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, önümüze bir kum saati koydular ve gözlerimizin içine bakmaya başladılar. O kum saati adalet arayışında ne kadar süremiz olduğunu gösteriyor ve her geçen gün kumlar aşağıda birikiyor. Vakit azalıyor. Gülmen ve Özakça’nın saati, bize daha hızlı davranmamız gerektiğini söylüyor. Zaman daraldıkça çaresizliğimiz, öngörüsüzlüğümüz artıyor. Nereye koşacağız, hangi kapıyı çalacağız, adaleti nerede bulacağız?

Robert C. Solomon, “Adalet Tutkusu” kitabında diyor ki, “Adalet duygumuz, elimizden geleni yapmaya yönelik inancımızdır.” Peki elimizden hiçbir şey gelmediğini hissettiğimiz o kör noktadan itibaren adalet duygumuzu da yitirmiş olmuyor muyuz?

İntihar için binanın tepesine çıkana “yahu benim de borçlarım var ama intihara kalkışmıyorum” demek ikna edici olmuyor. Sen çıkmadın ama o çıktı. Şimdi “atla atla” diyerek ölümü teşvik edenlere mi dahil olacağız yoksa en azından aşağıya bir branda mı çekeceğiz? Gülmen ve Özakça her seferinde “iktidara değil size bir şey söylüyoruz” diyorlar. Bunun üstünde etraflıca düşündük mü acaba? Bu iki eğitimci bize ne anlatmaya çalışıyorlar? Elimizden geleni yapıp yapmadığımızı hatırlatmaya çalışıyor olmasınlar?

Solomon’a başvuralım: “Dünyanın, mükemmel olmaması, adaletsizliklerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu da demektir ki soyut bir adalet beklentisi -herkesi tatmin edecek ayrıntılı bir tasavvur arayışı- yersizdir; oysa gerçek bir adalet beklentisi, belli haksızlıkları, belki binlercesini ve hatta milyonlarcasını ortadan kaldırmak yönünde olmalıdır. Bu, adaletin her birimizin elinde olduğu ve öyle olacağı anlamına gelir. Bundan kaçış yoktur, başvurulacak bir üst mahkeme bulunmamaktadır. Yönetimler kendi kurulma amaçlarına hizmet edecekler, Tanrı’ysa kendi dilediği şeyi yapacak. Ancak, adaletin -ve adaletsizliğin- nihai araçları biziz. Dünyanın içinde bulunduğu korkunç durum yüzünden umutsuzluğa kapılmak ve daha iyi bir şeyler ummak; sorumluluktan kaçmanın, sorumluluğu inkar etmenin pek çok yolundan sadece ikisidir.”

GÜLMEN VE ÖZAKÇA’NIN ÖNÜMÜZE KOYDUĞU KUM SAATİ

Günlerdir “Adalet Yürüyüşü” eylemini sürdüren Kemal Kılıçdaroğlu, bayram günü Gülmen ve Özakça’yı açlık grevinden vazgeçmeye çağırdı: “Umuyorum kısa süre içinde sizin haksızlığınız giderilmiş olur. Bu iki arkadaşın açlık grevini sonlandırmasını talep ederim, arzu ederim, istirham ediyorum, rica ediyorum. Hayatınızı karartmayın. Artık bunu sonlandırın, hayatınıza kıymayın.”

Kılıçdaroğlu’nun, ortaya hayatlarının süresini gösteren kum saatini koymuş iki eğitimciye söyledikleri bundan ibaret: “Hayatınızı karartmayın”. Solomon’un tek cümlesini Kılıçdaroğlu’na hatırlatalım: “Uygulama açısından bakılacak olursa, sonuçta adalet sayılan şey bizim ne yaptığımızdır; dünyanın nasıl olduğu değil.”

Elbette Gülmen ve Özakça’nın açlık grevini bırakmaya ikna edilmeleri, “hayatlarına kıymamaları” şart. Peki ama nasıl?

Belli ki “bırakın artık bu işi” deyince ikna olmuyorlar, olmayacaklar. O halde sırf görev savmak için yapılan “açlık grevini sonlandırın” çağrısından öte bir adım atmak gerekiyor.

Kılıçdaroğlu’nun söz konusu açıklamasından hemen önce telefonda konuştuğumuz CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba tüm çabalarına rağmen iktidar cephesinin parmağını bile kımıldatmadığını ve büyük ihtimalle de kımıldatmayacağını ifade etti.

GÜLMEN VE ÖZAKÇA’NIN HAYATI İKTİDARIN ELİNDE Mİ?

Peki, iktidar hiçbir şey yapmayacaksa, Özakça ve Gülmen için her şey bitmiş mi olacak? Yani onların hayatları, iktidarın parmağının ucunda asılı halde mi duracak?

Geçen hafta söyleşi yaptığımız HDP Milletvekili Mithat Sancar, Kılıçdaroğlu’nun adalet sloganını somutlaştırması gerektiğini söylemiş ve eklemişti: “Adalet sloganı etkilidir ama adalet çok soyut bir kavramdır. Talepleri somutlaştırmak gerekir. Bütün seçilmişlerin serbest bırakılması ve OHAL’in hem mağduriyetlerinin giderilmesi hem de kaldırılması talep edilmelidir.”

Karar vericiler, Gülmen ve Özakça’nın “yenilmesi” halinde, adalet arayışında olan milyonlarca insanın büyük bir yılgınlığa kapılacağını bilerek parmağını kımıldatmıyor. Çünkü Gülmen ve Özakça’nın başına kötü bir şey gelmesi, onları açlıkla teslimiyet arasında bir noktaya mecbur bırakan iktidarda değil, kalbi bu iki eğitimciyle birlikte atanlarda derin bir yara ve yenilgi duygusu yaratacak. “Can pahasına bile adaleti bulamıyoruz” duygusu hakim olacak. “Ölseniz de adaleti bulamazsınız* diyenler belki toplum “vicdanında” mahkum olacak ama o mahkûmiyetin herhangi bir hükmü kalmadığını iktidar da çok iyi biliyor.

NE İSTİYORUZ? ADALET! VERMECEKLER!

Dolayısıyla evet, Gülmen ve Özakça’nın “yenilmesi” iktidar açısından arzulanabilir bir hedef olabilir. İki eğitimci de bunun farkında olduklarını çeşitli açıklamalarla ifade ettiler, ediyorlar. Buna rağmen kararlarından vazgeçmeyeceklerini de vurguluyorlar.

Böylesi bir aşamada, çok uzun bir adalet yürüyüşüne çıkmış olan Kılıçdaroğlu’nun iki eğitimciyi bu açlık grevini bırakmaya, ölümle teslimiyet arasında başka bir yolun olduğuna ikna etmek için “hayatlarınızı karartmayın” gibi sinik bir çağrıyla yetinmesi inanılır gibi değil.

Günlerdir adalet için yürüyen bir siyasetçinin hâlâ başkaları için nasıl adalet isteyeceğini, böylesi bir meselede nasıl bir netlik ayarı yapacağını bilmiyor olması şaşırtıcı. Oysa Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre yürüyüşte en çok duyulan slogan şu:

-Ne istiyoruz?

-Adalet

-Vermeyecekler…

-Alacağız!

Güzel bir Kürt deyimidir: “Ben sana ayıyı gösteriyorum sen hâlâ ayak izlerini sürüyorsun!” Gülmen ve Özakça başından beri hepimize “ayıyı” gösterdiği halde bu konuda en azından söylemsel düzeyde bile bir ilerleme katedilmemiş olması, başkaları için adaletin “el elin eşeğini ıslıkla arar” misali arandığını gösteriyor. O zaman insan sormadan edemiyor: Adaletin bu mu Türkiye?

Evet, Solomon’un dediği gibi, “Adil bir düzen, adil bireyler ortaya çıkartır. Ama büyük uluslar ve adil düzenler gökten zembille inmez; varoluşçuluk açısından bakıldığında, her adalet sistemi için öncelikle gerekli olan unsur, merhametli ve makul bireylerdir.” Sokrates, adaletin herkese hak ettiğini vermek olduğunu söyler. Peki ne hak ettiğini dahi bilmeyen bir toplumda iki adalet arayışçısının sınavından nasıl geçilebilecek? Gülmen ve Özakça’nın önündeki en büyük zorluk, adil bir düzenden yoksun olduğu için adil bireyler ortaya çıkaramamış olan bir coğrafyada, insanların böylesi bir sınavdan başarılı çıkıp çıkmayacağını çok dar bir zaman içinde sınıyor olmaları. Zaman sadece Gülmen ve Özakça için değil, asıl bizler için daralıyor! Ne istiyoruz? Adalet. Vermeyecekler! Alacağız! Peki ama nasıl?


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.