YAZARLAR

Kılıçdaroğlu'dan sonra, Akşener de meydana zorlanıyor

MHP'li muhalifler, bundan sonra yollarına yine "MHP'li muhalifler" olarak devam edebilecekler mi? Muhalefet bloğunda da büyük ölçüde kabul edildiği üzere, Akşener, Özdağ ve Oğan'ın artık "MHP muhalefeti" ünvanını kullanmalarının kapısı tamamen kapandı.

Üst üste gelen iki yargı kararıyla iç politika gündemi birden fazla hareketlendi. CHP Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında verilen kararla Kemal Kılıçdaroğlu sokağa çıktı. İktidarı her geçen gün biraz daha rahatsız eden Adalet Yürüyüşü genişleyerek sürüyor. Bu hafta gelen ikinci yargı kararı da, "Adalet Yürüyüşü" kadar olmasa da, gündemi ciddi biçimde etkileyebilecek bir potansiyel taşıyor. Ankara 3'üncü Asliye Hukuk Mahkemesi, muhaliflerin topladığı delege imzalarıyla bir yıl önce toplanan MHP kurultayını "bütün sonuçlarıyla" iptal etti. Beklenen bir sonuçtu ama MHP muhalefetinin ve özellikle de Meral Akşener'in yapacağı siyasi hamleler açısından da sembolik bir eşikti. Hatta üç gün önce Akşener sosyal medya hesabından attığı mesajda, "20 Haziran'da adaleti göreceğiz", dün çıkan karar sonrasında da "adaletin ruhuna el fatiha" diye yazdı.

Beklenen bir sonuçtu çünkü; geçen yıl kongre sürecinin önü ve arkasında ve 15 Temmuz sonrasında yaşananlar gösterdi ki, iktidar açık ve tartışmasız ortağı Bahçeli MHP'sini, açık ve tartışmasız biçimde kontrol ettiği yargının açık ve tartışmasız korumasına almakta kararlıydı. Zaten bu yüzden Bahçeli, toplanan olağanüstü kongrenin sonrasında hiç endişe duymadan "işine bakmış", ihraç ve görevden almalara hızla devam etmişti. Üç muhalif genel başkan adayı, Meral Akşener, Ümit Özdağ ve Sinan Oğan partiden ihraç edildi. Çok sayıda il ve ilçe yöneticisi görevden alındı, örgütler feshedildi. AKP medyası da tüm gücüyle Bahçeli'yi destekledi. MHP muhalefeti kriminalize edildi, özellikle Akşener itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. MHP'li muhaliflere ana akım medyanın ilgisi de bir anda kesiliverdi. MHP muhalefeti neredeyse gündem dışı kaldı.

Fakat, 16 Nisan referandumu öncesinde MHP muhalefeti yeniden hayat buldu. MHP seçmeni Bahçeli'nin iki senedir açık ve tartışmasız hale getirdiği AKP destekçiliğine çok güçlü biçimde itiraz etti, MHP'li ezici bir çoğunluk evet desteği vermediği gibi kararlı biçimde hayır dedi. Bahçeli, sık sık tartışma hatta tehdit-hakaret konusu yapsa da, kendi seçmenine karşı önemli bir yenilgi aldı. Ancak, referandumdaki "evet" sonucu yine de MHP'nin "mütevazı" katkısıyla mümkün oldu. Bu noktadan sonra Bahçeli MHP'si ile Erdoğan iktidarı ilişkisi artık çok daha fazla mecburiyet ilişkisi haline geldi. Birbirlerini açık ve tartışmasız biçimde desteklemek ve kollamak - çarpıcı (bazen utandırıcı) örneklerini de gördüğümüz üzere - zorunluluk oldu. Erdoğan'ın stratejine uygun olan, MHP'yi yok etmek veya "yutmak" değil, küçülüp etkisizleşse de, ideolojik marka olarak varlığını ve destek çemberindeki yerini güvenceye almak.

Beklenen (ve aslında biraz da bekletilen) 20 Haziran duruşması, yaklaşık iki yıldır süren tartışmanın esas sorusunun cevabını verdi: MHP'li muhalifler, bundan sonra yollarına yine "MHP'li muhalifler" olarak devam edebilecekler mi? Muhalefet bloğunda da büyük ölçüde kabul edildiği üzere, Akşener, Özdağ ve Oğan'ın artık "MHP muhalefeti" ünvanını kullanmalarının kapısı tamamen kapandı. Tartışmanın en başından itibaren Bahçeli'nin zorladığı bir sonuçtu bu. 7 Haziran itibariyle yeni iktidar bloğunun açık bileşeni haline gelen Bahçeli MHP'si, muhalefet sorununu partinin dışına itmek için hukuki, fiili her yolu denedi ve kağıt üzerinde istediği sonucu da aldı. Fakat, Bahçeli'nin MHP'yi muhalefetten temizlenmiş "küçük ama onun olan" bir parti haline getirebildiğini söylemek için henüz erken. Çünkü, yaptığım telefon yoklamalarından, bazı muhaliflerin "partide bekleme" niyetinde olduğu anlaşılıyor.

Geçtiğimiz süreçte muhalefet bloğuyla davranan ve hatta referandumda da açıkça hayır kampanyası yapan bazı isimlerin, dolayısıyla da muhalefet potansiyelinin bir kısmının MHP içindeki varlığı son bulmayacak. Bazı eski ülkü ocağı başkanları ve daha önce de açıkladığı üzere genel başkan adayı Koray Aydın ve taşra teşkilatlarındaki hatırı sayılır "kıdemli ülkücü" bu grupta. Benzer bir tavrın MHP tabanı (seçmeni) için de geçerli olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Bu durum, parti içi muhalefetin "rahatsızlık verme" imkanlarını küçültmüş olsa da, Bahçeli için "partisine rağmen politika yürüten lider" imajının devamı anlamına geliyor. Mevcut siyasi aritmetik ve denge içinde iktidarın "koruyuculuğundan" bir kuşku duymasa da, kongre süreci ve erken veya zamanında seçim gibi durakları içeren siyasi hareketlilik koridorunda çok rahatsız bir yolculuk için ekstra bir yük bu.

Gelelim artık "MHP'li muhalifler" ismiyle anılmaları zor olacak ekibin durumuna. 20 Haziran mahkeme kararı, bu grubun ama özellikle de Meral Akşener'in önüne bir taraftan bakıldığında fırsat bir taraftan bakıldığında tuzak olarak görülebilecek meşruiyet ve mecburiyet imkanlarını koydu. Bütün yollar tüketilene kadar MHP'de siyaset yapma ısrarını sürdürüp, artık seçenek bırakılmadığında "başka" adres arama veya yaratmak için, meşruiyet. Bu kadar uzun süre, bu kadar ısrar ve bu kadar insanla sürdürülen siyasi yürüyüşü bir sonuca erdirmek için de, mecburiyet. Fakat, vaziyet yolculuğa başlandığı zamandaki kadar kolay değil. Sadece geçen yıl 19 Haziran'da yapılan olağanüstü kongre ile iki gün önce verilen mahkeme kararı arasında Türkiye, bir darbe girişimi, bir referandum, bir rejim / sistem değişikliği yaşadı.

Artık yollarını MHP'den ayırmak için meşru bir gerekçeye sahip olan cenahtaki genel eğilim, karşılarına gelen mecburiyete uymak yönünde. Meral Akşener'in ilk açıklamalarında da bunun işaretleri var. Yine bu cenahta kuvvetli olan eğilim, mecburi hale gelen yeni siyasi adresin daha baştan kendisini MHP'ye alternatif olarak konumlamasının yanlış olacağı şeklinde. Çünkü, mevcut adayların profili ve ülkücü hareketin özgün koşulları nedeniyle, bütün sıkıntılara rağmen MHP ve Bahçeli ile "ülkücülük - milliyetçilik yarışına" girmek çok akıllıca ve sonuç almaya uygun değil. Kimsenin buna niyeti de yok. Yani, merkez sağ siyaset boşluğunu ağırlık merkezi yapan, milliyetçi oy potansiyelinin biraz daha yüzer gezer kısmına daha fazla göz kırpan, mümkünse AKP'den kopabilecekler için çekim yaratabilen yeni bir parti. Anlatırken bile sıkıntıları havada asılı kalan bir siyasi simya formülü gibi.

"MHP muhalefeti" olmaktan ayrılıp, yeni bir adrese geçmek (yaratmak), en başta 16 Nisan'da önemli bir etki yaratmış potansiyelin - az veya çok - bir kısmından vazgeçmek demek. Hazır bir teşkilat ilişkisi ve ayrıntılardan kaçıp sembollere abanarak söylem geçiştirmesi ve mağduriyet kalkanı konforlarından da artık faydalanamamak demek. Ama Akşener çevresinde daha önce de bunların avantaj değil ayak bağı olduğunu söyleyenler vardı. Daha rahat bir teşkilat oluşumu, daha kuşatıcı bir söylem ve daha atak bir vizyon kurulabileceğini iddia edenler, beklememek gerektiğini savunanlar olmuştu. Fakat, onların argümanları da, 16 Nisan itibariyle ortaya çıkan yeni siyaset mimarisi ve partiler sistemine toslama riskiyle karşı karşıya. Bütün bunlara karşılık, sağda muhalefet alanında halen devam eden büyük boşluk ve rakipsizlik, yabana atılır bir potansiyel vaat etmiyor. 16 Nisan'da gördüğümüz türden "tavır koalisyonları"nın daha çok gündeme geleceği bir konjonktürde, uzun süre adressiz olmak, hesapların dışında kalmak demek.

İç politika gündeminden "MHP'li muhalifler" çıkarken, "sağda yeni parti" başlığı dahil oluyor. Fakat, tüm diğer siyasi gelişmelerde olduğu gibi, bu başlığın da gündemdeki ağırlığı ve etkisi asıl olarak Erdoğan iktidarının izleyeceği yolla yakından ilgili. Hem Kılıçdaroğlu'nu sokağa, hem Akşener'i meydana çıkmaya zorlayan yargı kararlarının zamanlamasının, Erdoğan'ın tercihleriyle çok ilgisiz, ilişkisiz olması düşünülemez. Erdoğan, muhalefeti erken pozisyon almaya ve dolayısıyla erken tartıya çıkmaya zorluyor. Bekleme lüksünü de sadece kendisi için istiyor. Muhalefetin gündem belirleme hamlelerini tüketmek istiyor. Bu yüzden, Akşener cephesinde de, şimdilerde en önemli tartışma zamanlama meselesi. "Aşırı acelecilik" pek destek bulmuyor. MHP içinde beklemeye karar verenlerin önemli bir kısmı da, kongreye kadar düşük profil çizme eğilimine daha yakın.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).