YAZARLAR

İyi baba olmak ya da olmamak…

Hamileliğin neden dokuz ay olduğunu sanıyorsunuz? Sebebi, erkekleri iyi baba olmaya hazırlamak. Baba olacağını öğrendiği andan, baba olana kadar geçecek o dokuz ayda, el ele verilse, neler neler olur. Bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olur.

“Darwin Kurbağası” diye bir kurbağa türü var. (Charles Darwin’e benzediği için değil, bu türü Darwin keşfettiği için ismi böyle.) Güney Amerika’nın serin ormanlarında, en çok da Arjantin ve Şili civarlarında yaşayan, çok küçük (üç santimetre kadar), küçük olduğu kadar güzel, güzel olduğu kadar değişik bir kurbağa.

Bu türün kadınlarına ve çocuklarına hiç güven olmuyor mesela. Kadınları, kurbağalıktan nasibini almamış, bencil, sorumsuz kadınlar. Erkeğe, "Valla çocuk istiyorsan, ben yumurtlarım ama gerisine karışmam. Sen ne yaparsan yap!" diyerek, bir kerede 30 civarı yumurta pörtletiyor. Sonra da çekip gidiyor. Arkasına bile bakmadan.

Zavallı erkek, iki hafta boyunca, o yumurtaların başında “fedakâr ve cefakâr baba” olarak bekçilik yapıyor. İki hafta süren uykusuz gecelerden sonra, zarar görmemiş yumurtaların hepsini, ağzına atıyor. (Hayır, yemiyor. Bir baba çocuklarını yer mi?)

Yumurtaları, ağzının içindeki koca keseye doldurup, orada taşıyor. Kurbağacıklar, orada yumurtadan çıkıyor, beslenip büyüyor. Kendi ayakları üzerinde durabilecek boyutta (bir santimetre kadar) olunca, hop diye adamın ağzından zıplıyor ve hain hain gidiyorlar. Dönüp de babaya bir teşekkür eden bile olmuyor. Annelerine çekiyor hepsi. Vefasızlar.

İnsanlar âleminde de baba olmak sanıldığı kadar kolay değil. Emek vermek, kafa yormak, yorulmak ve bir sürü şeyi öğrenmek gerekiyor. Maalesef hormonlar, kitaplar ya da insanlar, bu konuda erkeklere yardım etmiyor. Güvenebilecekleri tek kaynak, kendi babaları ya da etraftaki baba arkadaşları. (Durumun ne kadar vahim olduğunu siz düşünün artık.)

Baba olacağı haberini alan bir erkekte mutluluk hormonu (bazen de “Amanın! Emin misin? Tüh ya!” hormonu) dışında herhangi bir hormon harekete geçmiyor. Vücudu, onu babalığa hazırlamak için heyecan, endişe, kaygı ve korku dışında en ufak bir çaba göstermiyor, yardım eli uzatmıyor.

Çocukla ilgili kitapların çoğu, anneye sesleniyor zaten. Çocuk beklerken, doğarken, büyürken, insanı delirtirken yaşanacak süreçlerle ilgili bilgilendirme ve tavsiyeler, daha çok anne için. (Bu tarz kitapların neredeyse tamamını okumuş biri olarak, bu konuda garanti verebilirim. Babalara karşı genel bir “Sen de destek ol. Annenin asistanı ol. Aferin!” tavrı var. Başka elle tutulur bilgi yok.)

Olsa ne olurdu? Ortalıkta “Babalıkla ilgili hiç kitap bulamıyorum!” diye ağlayan bir baba (yahut baba adayı) gördünüz mü? Ben görmedim. Bu konuda bir şeyler okuyan babaların süreci, şöyle işliyor genelde: Anne kitabı okuyor. Kitapta önemli bulduğu yerlerin ya altını çiziyor ya da sayfalarını işaretliyor.

Babalara, “Bu bölümleri oku! Sonra da internette bir yazı var, dün yolladım sana. Onu oku!” emri geliyor ardından. Onlar da bazen okuyor. (Anneler de bir garip. Adama onca karmaşık şeyi okutacaklarına, iki üç cümlede anlayacakları şekilde özet geçseler, ne olur sanki? Onlar zaten okumuş işte. Tamamen, eziyet olsun diye yapıyorlar.)

587fc533-c5de-4df8-9800-31c3776c4347 .

Evet, babalara yardımcı olacak kitap sayısı az. Babaların sorumluluk alamamaları, çocuk bakımındaki beceriksizlikleri, her tür gürültüde mışıl mışıl uyuyabilme becerileri, sakarlıkları, unutkanlıkları hakkında espriler, şakalarsa çok. Sonra gelsin anırarak gülmeler, “Aha! Aynı ben!” demeler, “Ay bizimki tam olarak böyle şekerim!” diye şikayetlenmeler, kabullenmeler, normalleştirmeler, meşrulaştırmalar...

Ailede erkek konuşuyor, kadın susuyor. Erkek bağırıyor, kadın dinliyor. Erkek yıkıyor, kadın yeniden inşa ediyor. Erkek döküyor, kadın topluyor. Erkek baş kaldırıyor, kadın başını önüne eğiyor. Çocuklar da o arada, annenin dizinde büyüyor işte.

Bazı babalar, “iyi baba” olmayı gerçekten bilmiyor. Bilenlerin bazıları, iyi baba olmaya gönüllü değil. Gönüllü olanların bazıları, üşeniyor. Üşenmeyenlerin bazılarına, “Sen şimdi beceremezsin, dur ben yapayım!” diye, kadınlar izin vermiyor. Kadınlar izin verse, mahalle “Ne biçim erkeksin!” şeklinde baskı yapıyor. Mahalle baskısı biterse, arkadaş baskısı var. Yetmezse, aile büyükleri kınaması ve göz devirmesi var. İş güç var. Zaman yok filan.

Sonuç: Çeşitli sebepler yüzünden iyi baba olamayan babalar ile iyi babaya hasret yavrular.

Bu konuda, Anne Çocuk Eğitim Vakfı’nın (AÇEV) yaptığı “Türkiye’de Babalık Araştırması”na baktım. (Siz de bakın, nefis bir iş olmuş: ilkisbabalik.acev.org adresinde.)

Araştırma, 51 ilden 3 bin 235 babayla yapılmış. Bu 3 bin 235 kişinin yüzde 91’i (neredeyse tamamı yani) çocukların bakımından, eşinin sorumlu olduğunu düşünüyor. Yarısı, çocuğunu hiç tuvalete götürmemiş; çocuğunun tuvalette söylediği şarkıları dinlememiş, poposunu yıkamamış. Hiç alt değiştirmemiş babalar da var, minik tırnakları hiç kesmemiş olanlar da.

Araştırmadaki bir sürü çarpıcı sonuç arasından, beni en çok çarpan, bu erkek katılımcıların çoğunun, evin ve çocuğun bütün sorumluluğunu kadına itelemeleri, sonra da kendilerini “aile reisi” olarak nitelemeleri.

Açın sözlüğü, “aile reisi” tanımını okuyun reis bey! “Kanunlara göre, ailenin yükümlülüğünü taşıyan kimse.” diyor sözlük. Bu durumda, kimin reis olması lazım reis bey?

Peki her biri böyle birer aslan ve kaplan olarak büyüyen erkeklerin, baba olunca aniden evcilleşmesi mümkün mü? Kükremeyi bırakmayı, konuşmayı, sevgi göstermeyi, elinde liste olmadan alışveriş yapabilmeyi, süt ısıtmayı, masal anlatmayı, kakalı bezden iğrenmemeyi, yemek yedirmeyi, resim yapmayı, gülümsemeyi, çocuğun başını okşamaktan korkmamayı nasıl öğrenecekler?

Bu işin en doğru çözümü, erkek çocukları “erkek” olarak değil, insan olarak yetiştirmek elbette. Acil çözüm ise, hamilelik.

Hamileliğin neden dokuz ay olduğunu sanıyorsunuz? Sebebi, erkekleri iyi baba olmaya hazırlamak. Baba olacağını öğrendiği andan, baba olana kadar geçecek o dokuz ayda, el ele verilse, neler neler olur. Bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olur.

Tüm iyi babaların, babalar günü kutlu olsun. Her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa...


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.