YAZARLAR

Adam ve madam

“Felaket”, “kaos” zamanları, erkeklerin erkekliklerini kanıtlamaları için zorlu birer sınav/fırsat. Korkağın cesareti, onu erkeklik, adamlık mertebesine taşımanın, “ayakta tutmanın” tek yolu. O yola girildikten sonra da “eğilmek” veya Arda Turan’ın tabiriyle “pişman olmak”, “dönmek”, “kıvırmak” olmaz! Hem de, yine Arda Turan’ın tabiriyle, “bedeli ne olursa olsun!”

Türkiye pre-modern bir siyasal ve toplumsal anomaliye geçtiğinden beri “adamlık” kaideleri, varlık ve yokluğu belirleyici hale geldi. Böylece artık “bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi.” “Kırıtkan”, “nanemolla”, “metroseksüel” erkeğin zaten olmayan itibarı iyiden iyiye sahne dışına itilirken, “dik duran”, “eğilmeyen” erkek, sahnede şimdiye dek hiç olmadığı kadar “yükselmeye” başladı. Bu “yükseliş” kadına yönelik şiddeti daha da “dizginlenemez” boyuta taşıdığı kadar, “erkeğe” de kendini kanıtlama mecburiyeti yükledi.

Örneğin Arda Turan isimli futbolcunun gazeteci Bilal Meşe’ye yönelik saldırısı, tam erkekliğini kanıtlama denemesi olarak okunabilir. Üstelik Turan, bu saldırısını bizzat kendisi İnstagram hesabından ilan etti ve şöyle dedi: “Dün yaptığım doğru muydu? Bilmem! Evine misafir olup, adam satıp, iftira atıp arkadan iş çeviren olacağıma, yüzüne, bağırarak, saldırarak cevap beklerim...Belki doğru değil ama dürüstçe, onurlu, şerefli bir davranış...Ha cevap aldım mı? YOK! Kıvırmaca...(klasik) Aylarca sayfa doldurdu ama karşımda iki kelime yok. Gerçi yarın konuşurlar, arkamdan! ...Arda Turan yola çıkarken İYİ FUTBOLCU, STAR, vs. olmak için ÇIKMADI... Şerefli, onurlu bir adam olmak için, ailesine sevdiklerine sahip olmak için ÇIKTI...Her kim şerefime, aileme, onuruma laf etmeye kalkarsa; Allah'ın bana verdikleriyle, gücüm yettiğince karşılığını alır…”

DİŞİL GÖRÜNME KORKUSU

Altını çizdiğim sözcükler, Arda Turan’ı şiddet gösterisine sevk eden saikler gibi görünüyor. Kendisine “erkeklik” (şeref, sahip olma, güç, saldırma, dürüstlük, onur) kodlarıyla atıfta bulunurken saldırdığına da ataerkil toplumun “kadınsılık” kodlarını (“adam satma”, “arkadan iş çeviren”, “kıvırmaca” vs.) atfetmesi tesadüf değil. Pierre Bourdieu Eril Tahakküm kitabında şöyle diyor: “Kadın için şeref, negatif olarak tanımlanır ve yalnızca korunabilir ya da kaybedilebilir, zira kadının erdemi sırasıyla bekâret ve sadakatten ibarettir, oysa ‘gerçek’ bir erkek, zafer ve ayrıcalık elde etmek için kamusal alanda önüne çıkan fırsatları değerlendirmeye alma ihtiyacını hisseder. Eril değerlerin yüceltilmesi, dişillikle harekete geçilen korku ve endişelerde kendi karanlık tarafını bulur.”

Tam da Bourdieu’nün dediği gibi, Arda Turan “önüne çıkan fırsatı” değerlendirerek, kendisine “madam” muamelesi yapana “adam gibi adam” olduğunu göstermiş, dişil görünme korkusunun üstesinden gelmeye çalışmış gibi görünüyor.

Basına yansıdığı kadarıyla, bu saldırının öncesinde Turan’ın “iktidarsız” kaldığı küçük bir olay var. İddiaya göre Turan önce uçağın kokpitine girmek istemiş, tüm ısrarlarına, araya yetkilileri sokmasına rağmen içeri sokulmamıştı. Kokpite girmeyi kendisinde hak gören genç erkek, pilot koltuğuna geçme isteğinde başarısız olunca, kendince yanındakilerin (belki hosteslerin) karşısında “küçük düşünce”, öfkelenmiş, uçağa girmiş ve bu sırada daha önce “ailesine, sevdiklerine, onuruna, şerefine” laf etmeye “kalkan” gazetecinin gırtlağına, iddiaya göre “senin ananı, avradını, kızlarını, çoluğunu, çocuğunu…” diyerek sarılmıştı.

'DİKLEŞEMEYEN' ERKEK

Ataerkil sistemde erkeklik veya günümüz Türkiye’sinin yaygın tabiriyle “adamlık” sürekli bir performans gerektiren zorlu bir kimlik. O kimliğin inşası kadar muhafazası da belli cesaret gösterileri gerektiriyor. Çünkü erkeklik son derece kırılgan bir kimlik. En ufak bir “kırıtmada”, “dikleşememede” yerle yeksan olabilir ve adamı o kimlikten uzaklaştırarak “madamlaştırabilir”. Erkeklik, kanıtlanabildiği ölçüde “dik durabilen” veya “dik durabildiği kadar” kanıtlanabilen bir kimlik. Erkekliğini kanıtlayamayan, “dikleşemeyen”, mütehakkim olamaz. “Erkeklik, diğer erkeklerin önünde ve onlar için, kadınlığa karşıt olarak ve herşeyden önce kişinin kendi içindeki bir tür dişil korkusu içinde inşa edilmiştir” diyor Bourdieu.

Erkeklik gösterisinin mütehakkimler tarafından sıklıkla tekrarlandığı, “dik dur eğilme” direktiflerinin kalabalıklarca dikte edildiği bir toplumsal-siyasal ortamda dişil görünme korkusu erkek bireyleri bu gösterilere daha fazla sevkeder. Başkasının bedenini kendi kaslı ve “dik” bedeninin gücüyle yıpratma, baskılama, onu “inletme”, erkekliğini kanıtlama performansıdır.

Bedensel “beceri” gerektiren futbolda başarılı görünen bir erkek için “dik durmak” bu açıdan önemlidir. “Dik duruşun” en fazla dayandırıldığı kurumun da aile olması tesadüf değil. Çünkü ataerkil sistemde erkek, ancak “kadınına”, “çoluğuna-çocuğuna”, “namusuna, şerefine” “sahip” olabildiği sürece erkektir.

Öte yandan “cesaret”, “onur”, “şeref”, “haysiyet”, “namus” kavramlarının bu denli vurgulanması, ancak “medeniyet” kurumlarının tahrif edildiği, dolayısıyla adaleti sağlayan bağımsız yapıların yerini gücü yetenin mütehakkim olabildiği bir siyasal düzene (daha doğrusu düzensizliğe) bıraktığına işaret eder.

Türkiye, bir süredir böyle bir düzensizliğin hakimiyeti altında olduğuna göre erkeklik gösterisinin sokağa taşmaması şaşırtıcı olurdu zaten.

KORKAĞIN CESARETİ

Bourdieu’nün şu sözlerine mim koyalım: “Ordu ve polis kuvvetlerince –özellikle de içlerindeki seçkin tabaka tarafından– ve suç şebekelerince, bunun yanı sıra, daha sıradan bir şekilde kimi iş çevrelerince aranan ve takdir edilen bazı ‘cesaret’ biçimleri, paradoksal bir şekilde, grubun saygı veya hayranlığını yitirme, ‘arkadaşları’nın ‘yüzüne bakamayacak’ hale düşme ve tipik kadınsı ‘zayıf’ kategorisine, veya ‘nanemolla’, ‘kız gibi’ ve ‘ibne’ gibi kategorilere itilme korkusundan kaynaklanır. Sonuç olarak ‘cesaret’ denilen şeyin kökü çoğu zaman bir tür korkaklıktadır; buna ikna olmak için erkekleri cinayete, işkenceye ya da tecavüze iten tüm o durumları hatırlamak yeterlidir, zira tahakküm, sömürü veya baskıya yönelik istek, içinde zayıflığa yer olmayan ‘erkekler’ dünyasından dışlanmaya dair o erkeksi korkuya dayanır.”

“Hendek savaşları” günlerinde kolluk güçlerinin Sur’da, Cizre’de, Yüksekova’da duvarlara “Kızlar geldik her yerde ininize girdik”, “Adam olun canımı yiyin, caniş”, “Adını Cizre’ye yazdım yârim”, “Bodrumda aşk başkadır” türü yazılar, elbette Bourdieu perspektifiyle okunmaya çok müsait. Aynı günlerde (Eylül 2015) Enerji Bakanı Taner Yıldız, Selahattin Demirtaş’a şu tepkiyi vermişti: “Ben tabii ki askerimiz, polisimiz gibi hizmet için Dağlıca’da bulunurum, o da isterse terörist eteğiyle Kandil’e çıkabilir.” 

Keza, Yüksel Caddesi’nde tek koluyla direnen, dizlerinin üstüne çökmüş olduğu halde sırtından defalarca, histerik bir biçimde “vurulan” Veli Saçılık’a yapılan uygulamayı da böylesi bir okumaya tabi tutmak mümkün.

Erkeklik sadece erkekler arası bir performansla da kotarılamaz. Ataerkil kodlar ve toplumsal cinsiyet rolleriyle bezenmiş zihin dünyası kadınlarda da tahakküm kurar. Ataerkil söylemin esas hedefi, erkekler kadar kadınların bu kodları benimsemesidir. Survivor’da da Sabriye, “Çılgın Sedat”a “nedir senin bayanlarla derdin, çok mu etek giymek istiyorsun” dedğinde, Sedat’tan “terbiyesizlik yapma” yanıtını almıştı. Bu örnek, ataerkil kodları benimsemiş olan kadın ve erkeğin çatışır gibi görünse de aslında nerede buluştuklarına dair önemli bir gösterge.

“Felaket”, “kaos” zamanları, erkeklerin erkekliklerini kanıtlamaları için zorlu birer sınav/fırsat. Korkağın cesareti, onu erkeklik, adamlık mertebesine taşımanın, “ayakta tutmanın” tek yolu. O yola girildikten sonra da “eğilmek” veya Arda Turan’ın tabiriyle “pişman olmak”, “dönmek”, “kıvırmak” olmaz! Hem de, yine Arda Turan’ın tabiriyle, “bedeli ne olursa olsun!” Ataerkil sistem örüntüsü içinde varlık kazanmış bir “erkek” her şeyi göze alabilecek kadar “cesurken”, “kadın gibi” görünmeyi asla göze alamaz. “Diklenebilenin”, “dik durabilenin”, “eğilmeyenin” hayatta veya ayakta kaldığı bir toplumsal-siyasal düzende adam gibi görünme performansı mecburiyetken, madam gibi görünmek ise cesaret ister.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.