YAZARLAR

'Gidiyorum katarın gittiği yere doğru' *

Aşırı fırsatçı büyük oyuncu olarak Trump'ın meseleleri anlayabildiği ve yönetebildiği hale sokmaya niyetlenmesi, "küçük oyuncuları" sıkıntıya düşürebilir. Erdoğan, "bir oyun oynanıyor ama arkasındakini bulamadık" diyor. Belki, artık kimse arkada durmuyor. Sahnenin önüne geçtilerse, oraya bir baksanız...

İbre yine dışarıya döndü. Bugünler dış politika yazarlarını okuma zamanları. Televizyon dizisi kıvamında entrikalar üreten Suudi - Katar hadisesi, İran'daki eş zamanlı saldırılar, Rakka operasyonu ve tarihi açıklanan Kürdistan referandumu; bunların etrafındaki ve devamındaki bereketli hareketlilik, gündem heyecanının neredeyse tamamını emiyor. İnsan yaslanıp olup biteni seyretmek, bilenlerden pozisyon değerlendirmeleri almak, taraftarların panikli hallerine yakından bakmak ve belki de hafif ürpererek öngörüleri takip etmek istiyor. Açıkçası, artık kendisi dışında pek kimseyi heyecanlandıramayan Erdoğan ve iki grup toplantısı arasında bile herhangi bir ısrarı sürdüremeyen Kılıçdaroğlu'nun üreteceği iç politik gündemin, bu canlılığın önüne geçmesi de en azından bir süreliğine pek mümkün görünmüyor.

Giderek sasılaşan, aynı bilgi kırıntıları etrafında dönüp duran "15 Temmuz" ve meclis kulislerinde magazin malzemesi haline gelmiş "yeni darbe" tartışmaları, giderek seviyesi düşen mahcup "pelikan kapışmaları", "zeytin mi tesis mi" seçimini zorlayan alışılmış politik vizyon ve memleketin yarısının gözünü kulağını kapattığı "o haller". Reklam filmi ritminde akan gündeme alışınca, bu başlıklar, üzerine yeni şeyler söylenebilir olmaktan uzaklaşıyor. Erdoğan bile günlerdir, şapkasından bir şey çıkartamıyor, çıkarttıklarına kimse hayret etmiyor. Yani diyeceğim, iç politika mevzuları yazmak için pek uygun bir hafta değil ama ne yaparsın eldeki malzeme bu. Ama bu "dış mevzular" biraz daha gündemde kalır ve biraz daha ilerlerse, olayı çok ciddi iç politika sorunları olarak konuşmaya başlayabiliriz.

Aslında dış politika meselelerinin çoğunu hayli uzun zamandır iç politikanın bir parçası olarak yaşıyor ve tartışıyoruz. Dış politika meseleleri denilen bütün başlıkların içeriği ve özellikle iktidarın gündeme taşıma şekli düşünüldüğünde bu gayet normal. Fakat anormal olan, dış politika meselelerinin iç politikaya yansıma bilançosunun "kayıp" hanesinde şimdiye kadar dikkate değer bir hareket görülmemesi. AKP'nin iktidara geldiği dönemden başlayarak AB, Orta Doğu, neredeyse tüm komşular, Rusya, İslam ülkeleri, İsrail, Arap dünyası, ABD; hangi ilişkiyi ele alsak onlarca "vahim" hatayla, baş döndüren manevralarla sakatlanmış saçma bir kronolojiyle karşılaşıyoruz. Ama bunların hiçbiri için ciddi bir siyasi bedel ödenmemiş olunması hiç normal değil. (Cemaate ihale edilerek üzeri kapatılmış Rusya krizi belki istisna sayılabilir).

Meselenin böyle olmasının dünya konjonktüründen kaynaklanan sebepleri biraz derinlikli ve uzmanlık isteyen hikaye. Onun için fazla detayına girmeden, anladığım kadarını söyleyeyim: Galiba ekonomideki duruma benzer şeyler yaşandı geçtiğimiz yıllarda. Para bolluğuna, pozisyon bolluğu eşlik etti. Pozisyon değiştirmekte fazla sıkıntı yaşamayan fırsatçılar belirsizlik zemininden maksimum yararlanmayı becerdi. Siparişler ve pozisyonlardaki hareketlilik devam ettiği için kimse hesap istemedi, kimseye hesap kesilmedi. Ve galiba şimdi ufak ufak faturalar çıkıyor. Bir başka okuma da; aşırı fırsatçı büyük oyuncu olarak Trump'ın meseleleri anlayabildiği ve yönetebildiği hale sokmaya niyetlenmesi, "küçük oyuncuları" sıkıntıya düşürebilir. Erdoğan, "bir oyun oynanıyor ama arkasındakini bulamadık" diyor. Belki, artık kimse arkada durmuyor. Sahnenin önüne geçtilerse, oraya bir baksanız... Katar'da yaşananların sınırlı bir "hizaya getirme" hamlesi olarak kapanması mümkün diyenler de var. Ama "terbiye" bu kadar açıktan yapılıyorsa, etrafındakilere de uzanan bir tarafı var veya olması şaşırtmaz demektir.

Peki içerde ne oluyor? Bir iki sene arayla, bazen ay farkıyla birbirine tamamen ters diplomatik hamleler nasıl aynı kalabalığın onayını alabiliyor, hatta aynı iştahla alkışlanıyor? Çünkü, büyük açmazların içine yuvarlansa da, uzun vadeli büyük hatalara imza atsa da, iktidar şimdiye kadar dış politika hamlelerinden "pratik bir zarar" görmedi. Ona buna posta koymanın bir maliyetiyle karşılaşmadı, retorik cengaverliği sözel mızırdanmalarla karşılandı ("böyle bir şey olabilir mi" sorusunun küresel versiyonu) ve bu yüzden de ödemediği maliyeti kendisine destekleyenlere yansıtmak zorunda kalmadı. Yani yine vaziyet, ekonomideki duruma benziyor. Kağıt üzerinde işler iyi görünmüyor, pek çok gösterge sorunlu, orta ve uzun vadede tehlike sinyalleri var ama pekala taşıma suyla değirmen dönüyormuş gibi yapılabiliyor. İyi bir şey yapmak için "benim ne menfaatim var" diye soranlar, kötü şeylere itiraz etmek için de "bana ne zararı var" sorusuna karşılık bulamıyor, aramıyor.

Deneyerek öğrenmek pahalı ama fazla kolay bir yol. Faturayı geciktirdikçe, bedel ödemeyi geçiştirdikçe illüzyon sürdürülebiliyor. İşte on beş yıllık AKP iktidarının sihirli formülü, "milletimizle beraberiz" lafının ve "tarzı siyasetin" gerçek içeriği de burada. Komik olduğu düşünülmeden "ohal millete ne yaptı ki", "zeytin mi önemli tesis mi" (bu soru referanduma gitse sonuç ne olur?) diye sorulabilmesini sağlayan şey, beklenen fayda ile hissedilir zarar arasında yönetilebilir bir dengeyi sürdürebilmek. Dış politikada da aynı akıl yürürlükte. Ya bedel ödemeye başlanıp bir şeylerin ters gittiği anlaşılacak ya da birileri tartışmayı ısrarla siyasi alana taşıyarak gündemi zorlayacak. Birinci seçenek açısından, vücut çalımlarıyla "teğet geçişler" artık daha zor. Zarar algısı olayları kolayca iç politika meselesine çevirebilir. İkinci seçenek için de, siyaseti, kalabalıkların "dar menfaat" algısından; dünyayı da, "ülke menfaatinden" daha geniş düşünmek gerekiyor.


* Erkin Koray - Hayat Katarı:

Başımda bere, elimde sarı mağdenden boru

Gidiyorum katarın gittiği yere doğru


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).