YAZARLAR

Kendisini yücelten erkek sendromu: Mansplaining

Biz kadınlar, bu 'mansplaining'i istisnasız hayatımızın her anında yaşıyoruz. Kim olduğumuz önemli değil; en güçlümüz de, en feministimiz de, en kariyerlimiz de yaşıyor bunu. Erkekler sürekli kadınlara bir işin nasıl yapılacağını, bir meselenin doğrusunun ne olduğunu, o konuyu yeterince bilmediğimizi, esasında şöyle şöyle olduğunu anlatıp duruyor.

Cinsiyetçiliğin türlü türlü hali var. En tehlikelisi de belli belirsiz şekilde yapılanı. Yani hissedip de bir türlü adını koyamadıklarımız. Çünkü bunlar eğitimli kesim tarafından da yapılan davranışlar. Bu davranışların adını teker teker koymamız, 'tanımlamamız' lazım ki tepkimizi de net şekilde ortaya koyabilelim.

Örneğin geçen gün annemi aradığımda telefonu biraz gergin açtı. "Ne oldu?" dedim; “Yahu bu erkekler hakikaten hadlerini bilmiyor; Facebook’ta adamın biri 'Kadınlar muza benzer şöyledir, çileğe benzer böyledir' diye bir şeyler paylaşmış vallahi tepem attı. Bu konuda bari fikir beyan etmeyin. Hakkımızda ahkam kesiyorlar. Bir de gitmiş meyveye benzetmiş. Güya iyi bir şey yaptığını sanıyor zavallı..” diye dökülüverdi.

Heh, dedim; bir 'kadınlar çiçektir' vakası daha. Ama annemin yorumuyla birlikte düşünürsek aslında 'mansplaining'.

Tabii anneme “mansplaining” deyince kadıncağız anlamadı. Bu kavram, feminist literatüre yeni girmiş bir kavram. Feministler arasında bayadır biliniyor ve kullanılıyor; fakat amacımız bu kavramı annelerimizin de kullanması tabii. Yani tutup “mansplaining” demese bile yapılanın cinsiyetçilik olduğunu derhal anlayıp bu harekete karşı tepki verebilmesi.

Mansplaining; İngilizce’de 'man (erkek)' ve 'explaining (açıklama)' kelimelerinin birleşiminden türetilmiş bir kelime. Rebecca Solnit adlı bir feminist aktivist tarafından 'daima kendisini yücelten beyaz erkek sendromu' anlamında kullanılmış ilk olarak. Türkçe’de “erilleme-erkekleme” olarak anılmaya başladı. Anlamı ise özetle şu; erkeklerin kadınlara, -aslında sırf kadın oldukları için- hemen her konuda, “öğretici” bir tavırla, sürekli bir açıklama yapmaları ve kadınlar üzerinde bir hegemonya kurma çabaları.

Biz kadınlar, bu 'mansplaining'i istisnasız hayatımızın her anında yaşıyoruz. Kim olduğumuz önemli değil; en güçlümüz de, en feministimiz de, en kariyerlimiz de yaşıyor bunu. Erkekler sürekli kadınlara bir işin nasıl yapılacağını, bir meselenin doğrusunun ne olduğunu, o konuyu yeterince bilmediğimizi, esasında şöyle şöyle olduğunu anlatıp duruyor. Her türlü mecrada en çok onlar konuşuyor, yorum yapıyor, en çok kadınların sözü kesiliyor, hatta yemeğin yahut temizliğin dahi nasıl yapılacağını onlar biliyor.

Mesela istatistiklere göre; kadın doktorların sözü hastaları tarafından erkek doktorlara oranla iki kat daha fazla kesiliyor. Erkek öğrenciler sınıfta kız öğrencilere oranla yüzde 50 daha fazla söz alıyor ve kızlara oranla yüzde 144 daha fazla ikiden çok söz alıyor. Siyasette kadınlar erkeklere oranla yüzde 75 daha az konuşuyorlar. Yazılı basında erkekler yüzde 80 daha fazla fikir beyan ediyor, online ortamlarda ise bu oran yüzde 67. Örneğin Twitter’da erkeklerin tweetleri kadınlarınkinden iki kat daha fazla retweet ediliyor. Bu liste böyle uzayıp gidiyor.

Bizzat içinde bulunduğum iki ortamdan örnek verecek olursam: Siyasette örneğin; siz fikrinizi söylerken oradan adamın biri fırlayıp yüzünde müstehzi yarım bir gülüşle o işlerin öyle olmadığını, şöyle olduğunu anlatmaya başlıyor. Siyasetle ilgilenen kadınlar çok iyi bilir; başlangıçta sizi ciddiye almamak gibi bir refleksi vardır erkeklerin. Sonradan sizin aslında dişli bir rakip olabileceğinizi fark ettiklerinde ise bu söz kesmeler, önünü tıkamalar, görmezden gelmeler, müstehzi bakışlar gülüşler açıklamalar ve tüm bunların 'baskılamak' adına hunharca kullanılması söz konusudur. Bunu en 'kadın haklarını savunan' erkek siyasi de yapar. Zira, erkek egemen kültür son derece zehirli bir koddur. Sonra da “kadının siyasi yaşama katılımı” der dururlar. Oysa bu şekilde kadının siyasi yaşama katılımı 'kota uygulaması'ndan öte gidemez, farkında değildirler.

Avukatlık mesleğinde en sinirlendiğim şeylerden biri; ceza hukukunda kadınların avukat olarak daha az tercih edilmesi; mümkünse boşanmalarda, iş davalarında falan avukatlık yapmalarının daha münasip algılanması. Elinin hamuruyla cinayettir, dolandırıcılıktır, çektir, senettir savunamaz şimdi kadın avukat, bilemez, erkek işi neticede, korkar yazık. Erkek olsun avukat. Kadınlar çilektir, çiçektir. Anaokulu öğretmeni olsun mesela kadınlar, inşaat mühendisi olmasın, diş doktoru olsun, pilot olmasın, hemşire olsun. İlla da siyaset mi yapacak milletvekili olsun, bakan olmasın, yahut Aile Bakanı olsun, Adalet Bakanı olmasın.

Mesela bu mansplaining o kadar ileri derecede var ki toplumda; adam gelir size feminizmin ne olduğunu/olmadığını açıklamaya kalkar. Hatta bu mansplaining kavramının feministlerin yeni işgüzarlıklarından biri olduğunu ortaya atıp delicesine de savunur. Oysa bunu yaparken bu kavramın canlı kanlı birebir örneği olduğunun farkında bile değildir.

Şimdi etrafınıza bir de bu gözle bakın. Babanızdan, sevgilinize, iş arkadaşınızdan, devlet dairesindeki memura, erkek öğrencinizden, facebook takipçinize kadar ne kadar çok insanın mansplaining uyguladığını göreceksiniz.

İşte böyle..

Lafın özü; annem haklı beyler, bazen haddinizi fazla aşıyorsunuz..


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.