YAZARLAR

Açlık grevini eleştirenlerin yaman çelişkisi

Amacım, kesinlikle Nuriye ile Semih’in açlık grevine başvurmakla ne kadar doğru bir şey yaptıklarını savunmak değil. Böyle bir grevin olmadığı bir zamanda, uzun uzadıya tartışılabilecek/tartışılması gereken bir konu bu. Tepkim, düşüncesine yandaş toplama hırsıyla ulu orta bu fikirlerini paylaşanlara.

Bu yazıyı yazıp yazmama konusunda kararsız kaldım, zira Nuriye ve Semih’in açlık grevi üzerinden bir tartışma havası yaratmak en son istediğim şey; fakat görüyorum ki yazmadıkça yanlış bir şeye destek veriyormuşuz gibi bir durum ortaya çıkıyor, birileri bize akıl vermeye devam ediyor ve grev zarar görüyor, bu sebeple yazmaya karar verdim.

Nuriye ile Semih’in açlık grevi; konuya muhalefet şerhi düşeceklerini aklımızdan dahi geçirmediğimiz, özgürlükçü, mücadeleden yana ve bu haksız KHK uygulamalarına sert şekilde karşı çıkan bazı kişilerce eleştirildi. Bu eleştiri açıktan açığa yapıldı. Tam da grevin sesini yükselttiği en ateşli anda. Büyük bir kısmı akademisyen. Özetle; açlık grevlerinin hapishanelerde insanca yaşam hakkına aykırı işkence boyutundaki uygulamalara karşı yapılan, mahkumun son çare olarak başvurduğu bir yol olduğunu, ekonomik talepler sebebiyle açlık grevi yapılamayacağını, Nuriye ile Semih’in açlık grevinin, açlık grevlerini sıradanlaştırdığını, akademisyenlerin açlık grevinin çalışma toplumunu meşrulaştırdığını dolayısıyla kapitalizmi desteklediğini, özellikle akademisyenlerin ölümden başkaca alternatif yollar üretmesi gerektiğini, oysa açlık grevlerinin mücadeleyi dar bir alana hapsettiğini dile getiriyorlar.

Öncelikle, bu eleştirileri okurken tek tesellim, meselenin halktan son derece kopuk bir noktada tartışılıyor olması. Şöyle ki; bu eleştirileri yazan dostlarımız genelde son derece bilgili, kısmen deneyimli, yüzlerce kitap devirmiş, ideolojik ve de akademik dile hakim, konuşmayı pek iyi beceren ve tercih eden kişiler olduklarından gayet teknik bir şekilde ve uzuun uzun grevi eleştiriyorlar. Dolayısıyla bu eleştirileri herkes okumaya yeltenmiyor. Yeltenenlerin de bir kısmı ya sıkılıp yarıda bırakıyor ya da tam olarak anlamıyor. Diğer büyük kısım da zaten böyle bir eleştiri olsa da katılsak diye hazırda bekleyen akademisyen arkadaşlar. Zira bana sorarsanız kendilerini –yazının devamından daha iyi anlaşılacağı üzere- yeterince ses getiren “alternatif çözümler” üretemedikleri için biraz suçlu hissediyorlar.

Bu eleştirilerin ortaya atıldığı ilk andan itibaren şunu düşünüyorum; keşke bu mükemmel dilde ifade edilmiş, az okunur zor anlaşılır eleştirilerini sonraki bir zamana saklasalardı. Çünkü her ne olursa olsun; Nuriye ile Semih’in mücadelesine zarar veriyorlar. Zaman, açlık grevlerinin ne olduğu, niçin yapılması gerektiği gibi şeyleri tartışma zamanı değil. Zaman, koşulsuz şartsız bu greve destek verme zamanı. Bence bu arkadaşlar bu eleştirileri yazana kadar, Nuriye ile Semih’in yanında olduklarını ifade eden yazılar yazsalardı; etki alanlarını birbirlerini onaylamak için değil, direnişi büyütmek için kullanmış olurlardı, ki bu da hepimizin hayrına olurdu. Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim; bu durum, solun yıllarca niçin bir araya gelemediğinin de en güzel örneklerinden biri.

Eleştirilere gelecek olursak; öncelikle, açlık grevlerinin hapishanelerdeki dayanılmaz şartlara karşı son çare olarak yapılan bir eylem olduğu düşüncesi, esasında yalnızca bir “düşünce”den ibaret. Yani bu bir kural değil. Olamaz da. Eğer konu bu boyutta tartışılacak olursa; “Açlık grevleri bir hak mıdır?” yahut “Açlık grevlerinin konusu sınırlandırılabilir mi?” gibi birçok dip soruya inmek zorunda kalınır ki, zannedersem bunlar “şu an” bizi bir yere götürmez. Bu soruları boş bir zamanımızda sorup üzerine kitaplar yazmak daha doğru olur kanaatindeyim.

Bununla birlikte, “son çare” kavramı oldukça ucu açık bir kavram. Belki de, bu uygulamalar sebebiyle yaşamış oldukları “haksızlığa uğramışlık” duygusu Nuriye ve Semih’in son noktasıdır, nasıl bilebilirsiniz? Açlık grevlerini ancak şu kişiler yapabilir deyip, bu insanların açlık grevi yapma “tercih”ini hangi “yargı”lara dayanarak kısıtlayabilirsiniz ve yaptıklarının “yanlış” olduğunu ayan beyan dile getirip ateşli bir şekilde nasıl savunabilirsiniz?

Kaldı ki, konu son derece politik. Meselenin “ekonomik talep” olarak ele alınması doğrusu anlaşılır gibi değil. Nasıl olur da; bugün ülkeyi yönetenler eliyle uzatılan OHAL, üst üste çıkarılan onlarca denetimsiz KHK ve hukuka aykırı bu KHK’lara dayanarak yapılan binlerce haksız ihraçtan kaynaklı talepler “ekonomik” olarak nitelendirilebilir? Konu nasıl olur da “ekonomik talep” boyutuna indirgenebilir? Geçenlerde bu meseleye ilişkin olarak bir trol arkadaş; Nuriye ile Semih’in bu grevinin son derece ezik bir eylem olduğunu, zira bunun açıkça başka bir iş bulamayacaklarını itiraf etmek olduğunu gayet çirkin bir dille ifade eden bir twit atmıştı. E şimdi bu eleştiriyi yapan arkadaşların bu trol arkadaştan ne farkı kaldı?

En kötü kısmı da, Nuriye ile Semih’in taleplerinin çalışma toplumunu meşrulaştırdığı iddiası. Yukarıdaki paragraf bu iddianın da açıklaması aynı zamanda. Ayrıca şunu da sormak gerek; peki bu eleştirileri yapanlar olarak, haksız KHK uygulamalarını yapanların ekmeğine yağ sürmüş olmanız konusunda ne düşüyorsunuz? Zira yazının başında da belirttiğimiz gibi, tüm bu eleştiriler, Nuriye ile Semih’in yaptığının yanlış olduğu kanısıyla direnişe verilen destekten düşüyor.

Alternatif çözüm üretme noktasına gelince; açıkçası ben bu iddianın biraz hakaretamiz olduğunu dahi düşünüyorum; çünkü bu şu demek: Siz hiçbir alternatif çözüm üretmediniz, üretmeye de çalışmadınız; bunu düşünemediniz, beceremediniz yahut yapmak istemediniz. Sırf işe iade edilmek için, açlık grevine başladınız, büyük kutsal açlık grevini ayağa düşürdünüz, sıradanlaştırdınız. Çok yanlış yaptınız.

Sizce şu an Nuriye ve Semih bunları mı duymak istiyor? Gerçekten duymak istedikleri tek şey bu mu? Üstelik bunları duydukları kişiler belki de mücadelelerine en çok destek vermesini istedikleri kişiler.

Bu bir beceriksizlik hali değil, bir tercih. Onlar bu grevi yapmayı “tercih” ettiler. Hepimiz biliyoruz ki; isteselerdi türlü şekilde mücadeleye devam ederlerdi. Fakat etmediler. Bunu tercih ettiler. Ayrıca bana sorarsanız, açlık grevi sıradanlaşabilen bir şey de değildir.

En can sıkıcı kısmı da ne biliyor musunuz? Bu eleştirileri yapan dostlar Nuriye ile Semih’in “yine de” yanlarında olduklarını söylüyorlar. “Siz yanlış bir şey yaptınız ama oldu bir kere mecburen yanınızda olacağız” diyorlar. Acaba “yanında olma”nın kesinlikle böyle bir şey olmadığının farkındalar mı?

Sona gelmişken şunu bilhassa belirtmek isterim: Amacım, kesinlikle Nuriye ile Semih’in açlık grevine başvurmakla ne kadar doğru bir şey yaptıklarını savunmak değil. Böyle bir grevin olmadığı bir zamanda, uzun uzadıya tartışılabilecek/tartışılması gereken bir konu bu. Tepkim, düşüncesine yandaş toplama hırsıyla ulu orta bu fikirlerini paylaşanlara. Çünkü şu an bize lazım olan tek şey bu direnişin sesinin yükselmesi. Çünkü evet, Nuriye ile Semih bunu tercih ettiler bir kere ve doğrusu hiçbir “alternatif çözüm” bu uygulamalar konusunda bu kadar çok ses getirmedi. Buna, bütün o eleştirenlerin -varsa eğer- alternatif çözümleri de dahil…


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.