YAZARLAR

Katlanmak üzerine kurulu hayatlar ve eşit ilişki

“Herkes farklı herkes eşit” cümlesi birçok benzerinin aksine içi boş bir slogan değildir, analitik, harikulade bir tanımdır, hukukun kendisidir. Dolayısıyla evet, erkeklerin, devletin, patronların kurduğu tahakküm ilişkisiyle mücadele etmek gerekir.

Bu “eşit ilişki kurmak” olayı ne kadar doğru değerlendiriliyor pek emin değilim. Hatta eşit ilişki kurmaya çalışmak kadar önemli olabilir lüzumsuz yere eşit ilişki kurmaya çalışmamak.

“Herkes farklı herkes eşit” cümlesi birçok benzerinin aksine içi boş bir slogan değildir, analitik, harikulade bir tanımdır, hukukun kendisidir. Dolayısıyla evet, erkeklerin, devletin, patronların kurduğu tahakküm ilişkisiyle mücadele etmek gerekir.

Peki ya ahmaklarla olandan çocuklarımızla kurduğumuz ilişkiye bir dizi gönüllü yahut mecburen katlanmamız gereken ilişkinin eşit olması mümkün müdür?

Örneğin maganda nüfus. Nasıl çoğaldılar. Hep varlardı tabii de cesaret bastı. Yıllarca kumun altında beklemiş yılanlar gibi özgüvenle süzülüyorlar kalabalıkların arasında. Ben bir klasik örnek vereyim siz çoğaltın. Adam metroda yanında oturuyor, açmış bacakları. Yanında olmak zulüm. Sıradan insan bu et yığınıyla nasıl eşit ilişki kursun? Kanunlar önünde eşit olmaya devam edelim ama adam evrimsel olarak geriden takip ediyor. Böyle hareketlere şaşıracak, baskı oluşturacak ve bunları cebren edeplendirecek bir toplumsal mekanizma da yok. Netekim farkında değilse yaptığının (-ki çoğu böyle) “böyle şeyleri fark etmesi gerektiğini” hatırlatmak gerekir. Yok her şeyin farkındaysa kavga çıkmasının önüne geçebilecek bir kıvrak belagatle kurmak gerekir ilişkiyi. Bu ilişki eşit olabilir mi?

Hadi en analitik halinizi takınıp yumurtlamayı deneyin: “Sayın bayım, sizin alışkanlıklarınızı ve büyürken yaşadığınız rahatlığı, annenizin kuzusu evinizin direği pozisyonunuzu tahmin edebiliyorum ama burası tren. Karşılıklı haklarımız çerçevesinde koltuk sınırlarımız bize alan belirliyor. Ve siz benim alanımdasınız.” Tutun ki kavga çıkmadı, böyle deyince eşit ilişki mi kurulmuş oldu? Hayır. Adama zımnen söylenen şey şu: “Oğlum sen kendi bacağını nerede tutman gerektiğini bilmeyen ve çevresine zarar veren sevimsiz bir andavallısın.” (Tabii gerçek dünyada pek çok zaman en yapılmaması gereken yapılır, andavallıya katlanılır yahut kalkılır gidilir.)

Ben size ne yapılması gerektiğini söyleyeyim: Alay edeceksiniz. “Bacağınız yeni mi hayırlı olsun” diyeceksiniz. “Buyrun kucağıma derdim ama çok çirkinsiniz” diyeceksiniz. Havanızda değilseniz şöyle gözlerinizi biraz küçülterek ve bacaklarına vurarak “çek şunu çek çek çek” diyeceksiniz. Hiçbirini kendinize yakıştıramıyorsanız da haklısınız. En azından şöyle bacağınızla bi ittirivereceksiniz. Ama eşit ilişkiyi aklınızdan bile geçirmeyeceksiniz.

Eşit ilişki konusu teşhis esnasında da derin konu. Heyecanla (yüksek sesle ama bağırmadan) konuşmak, hazırcevaplık, pattadanak aklına geleni söylemek… gibi pek çok “Laz usulü” şey “üslup problemi” olarak anılır. Aslında bunların pek çoğu “eşit ilişki” kürsüsünün ilgi alanına girer. İnsan cümle kurmadan önce arkadaşının, sevgilisinin, çocuğunun, yakın çevresinin bunu nasıl karşılayacağını hesaplayarak nasıl eşit ilişki kurabilir ki? Bunlar en fazla fabrika ayarlarımıza işlemiş filtrelerde yazılıdır: Hassasiyetler, alınganlıklar süzen bir mini ve otomatik filtrede. (Filtrenin de güncellenmesi gerekir ama. Ne bileyim birisi hayatı boyunca şuram çirkin diye alıngan geçirmesin yahu. Bir nokta olsun orada kabul etsin.)

Karşı tarafın yüksek sesten rahatsız olmaya hakkı yok mudur? Elbette vardır. Teşhis eşit ilişki üzerinden değil rahatsızlık vericilik üzerinden yerleştirilirse problem kalmaz zaten.

Nezaketle eşit ilişki pek çok yerde karıştırılır bu yüzden. Kadınla kurulan ve pek çoğu zibidilikten ibaret nezaket ataklarının eşit ilişki hatta yüceltme diye pazarlanmasını düşünün: Kapı açmak, koltuk vermek, çiçek böcek benzetmeleri yapmak. Ve tabii bunların bazı kadınlar tarafından satın alınması: “Bir bayanla konuştuğunuzu unutuyorsunuz.”

Sadece nezaketle eşit ilişki arasındaki kendiliğinden işbirliğinin farkında olmadığı için ne kadar çok insan hayatını katlanmak üzerine kurar? Bunun dışında da insanlar birbirine, eşlerine, işlerine, bebeklerine, çocuklarına, arkadaşlarına katlanırlar. Ve yalnız kalmaktan ölüm anksiyetesine, başarısız olma riskine bir dizi korku bu katlanmayı irrasyonel, işlevsiz ve faydasız bir biçimde körükler.

Zamanla acayip bir zımni akit halini alır bu katlanma işi: Sen bana katlan, ben sana katlanayım, gece rahat uyuyalım. Olmadı bir gün birbirimizden tiksiniriz.

Yıllar boyu sabahları beraber uyanan, Facebook’a teşhir boyutunda güzellemeler yazan iki kişinin ayrılınca bir daha birbirini görmek istememesi hatta tiksinmesi ne hazindir.

Bizim memlekette o kadar yaygın bir terk etme, ayrılma (işinden, eşinden, mahallesinden fark etmez) korkusu var ki paradoksal olarak “uzaklaştıkça yaklaşıyor” insanlar. Şöyle ki, ilişki kötüye mi gidiyor. Taraflar paniğe kapılıp samimi pozlar yaymaya başlıyor. Bazısı bununla yetinmiyor evleniyor. Evlilik kötü mü gidiyor bu sefer bir de yavruluyorlar. (Sonra tiksiniyorlar genel olarak. Her şeyi vakitlice yapmak lazım.) Hep bir gökten çözüm beklentisi. Hep bir düzeltmek için hatayı hem de büyüterek ısrar. Memleket için beklenen de o değil mi?

Yahut kanka sandığınız iki insandan biriyle yalnız kalınca saatlerce öbürünün aslında nasıl berbat şeyler yaptığını dinlemek? Yalnızlık korkusunu filan anlarım, tamam sevgi emek işidir filan ama emek harcayayım derken iki “kanka” nasıl bu hale gelebilir ki? Üstelik arkadan konuşmaya da çok bi lafım yok. Dedikoduya bayılırım.

Velhasıl zincir basit. Katlanınca eşit ilişki kurulamaz. Eşit ilişki kurulamayınca sahici ilişki kurulamaz. Sahici ilişki kurulamayınca da nefret büyür.

Eşit ilişki konusunda bir de karman çorman bir durum var. İnsanın kendi çocuğuyla ilişkisi. Bir bebek doğar, annesine babasına canı nasıl istiyorsa öyle davranır. Yüzlerine işer, canı istemeyince uyumaz, onlara her türlü zibidiliği yaptırır. Fakat olay hızla tersine döner. Dört beş yıl içinde en iyisinden “evladım bi ekmek kap gel”e yahut “daha kaç kere söyleyeceğim”e hatta “ne aptal çocuksun”a varır.

Bu da bir sonraki yazının konusu olsun.


Metin Solmaz Kimdir?

1969′da doğdu, Ankara’da büyüdü. İstanbul, Fethiye, Lapta, Lefkoşa ve Bodrum’da yaşadı. 1990 yılından bu yana yazılı basında ve muhtelif internet sitelerine yazıyor. siberalem.com, idefix.com, Overteam ltd ve Ağaçkakan Yayınları kurucularındandır. Kitapları: Kenardaki Milyonerler (1992, Korsan), Rock Sözlüğü (1994, Pan) Türkiye’de Pop Müzik (1996, Pan), Türkiye’ye Ait 100 Büyük Yanılgı (2015, Ağaçkakan), Erken Adam Hikayeleri (2016, Pan), 100 Ne Olacak Bu Memleketin Hali (Hazırlayan, 2016, Ağaçkakan) Facebook: MetSolmaz | Twitter: @metinsolmaz